Bakmak görmektir, görmek de anlamak

En büyük kentimizin, en seçkin caddesinde yürümekte olan, 19 yaşındaki bir kız çocuğumuz tecavüze uğradı.

Cengiz Anık cengizanik@internethaber.com

En büyük kentimizin, en seçkin caddesinde yürümekte olan, 19 yaşındaki bir kız çocuğumuz tecavüze uğradı. Utanç duygumuzun tümünü bir kenara atıp, o yaşta bir çocuğun, o saatte, mütecavizcisinin kolunda ne işi var diye konuşuyoruz; bütün ahlak anlayışımızı, APIÇ ARA’mıza sığdırarak. Geriye kalan bütün ahlaksızlıklarımızı zihnimizde meşrulaştırmışız. 

Tartışmamız ve konuşmamız gereken elbette çok sorunuz var. Bunlarla ilgili fikirlerimizin bir kısmını değişik platformlarda paylaşıyoruz. Ama kadına yönelik şiddet ve tecavüz, bana göre, onlar kadar önemli.

Birinci tespit şu: Bütün mahlukat içinde, tecavüz eden tek yaratık, sadece bizim türümüzün içinden çıkıyor. Diğer tüm mahlukatın üreme mevsimi ve bir düzeni var. Bunu işkenceye dönüştüren biziz. Sözgelimi, savaşların en iğrenç yüzü tecavüzler olmasına rağmen, bu tür davranışları meşrulaştıracak kadar rezilin rezili, sefilin sefili varlık bizim türümüzdür.

İkinci tespit şu: İki çocuk yetiştiren bir kadın, böyle bir yaratıkla yıllarını nasıl geçirdi. Her akşam aynı sofrada nasıl yemek yedi ve misafirlerini bu yaratıkla nasıl ağırladı. Akrabalarına bu yaratığı nasıl anlattı. Böyle bir yaratıkla yıllar yılı aynı yatağa nasıl girdi ve bu yaratığın genlerini içinde nasıl büyüttü.

Özgecan örneğini de hatırlatarak, kimse beni, erkek husumetini beslemekle suçlamasın. Bu sorun erkek ya da kadın sorunu değil. BU SORUN, KÜLTÜR SORUNU.

Sorunların Kökenini Görmek

Biraz karışık gelecek ama bunu göz ardı edemeyiz: Strauss, İlkel (yabanıl) Toplum ile ilgili incelemelerinde, “çiftleşme ya da üreme” demektedir, “diğer tüm canlı varlıklarda içgüdüsel iken sadece insan varlığında kültüreldir”. “Dolayısıyla” diye devam eder Strauss, “kadın cinsel kimliğinin dolayımı ile üretilmiş; başlık parası, kan parası, yüz görümlülüğü, mehir, kız kaçırma, gerdek ya da bekaret törenleri veya buna benzer kültürel kodifikasyonların bir mantığı vardır”. Yani, kabileler arası ilişkiler, anlaşmalar, alışverişler ve hatta ticaret aracı olarak kadın kullanılmıştır. Sonuç olarak; KADIN TEN’inin maddi bir değeri bulunduğuna dair, bütün kültürlerde, öteden beri, örtülü bir uzlaşma söz konusudur. Kadını bir “RUH” gibi değil de, “TEN” gibi görme anlayışını, onun ticari bir met’a olarak işlem gördüğünü, muhtemeldir ki, o günden beri içimize sindirmiş olmalıyız. Descartes’in formülasyonu, bize; sınırsız zaafları bulunan ve her zaman hata yapan, yanlışa sapan, tuğyan eğilimli “TEN”leri denetim ve hatta tahakküm altında bulundurma “MİSYON”u ile, ulu “RUH”un; mücehhez olduğunu telkin etmiştir. Kadını TEN”den ibaret görme alışkanlığının, mübarek “RUH”ların alçak “TEN”leri GÜTME misyonu ile buluşması, kaynaşması; bugünün insanlarının zihinsel kayıtlarındaki “KADIN İMGE”sini inşa eden kültürel kaynaklardır. Batı dünyası bu handikapı, çok şaşıracaksınız, Sanayi Devrimi dediğimiz süreçte, belirli ölçüde aştı. Çünkü bu süreçte kadın da en az erkek kadar bir işgücü olarak devredeydi. Başka bir ifade ile, artık erkek de, kadından azıcık pahalı da olsa, maddi bir değer taşır hale gelmişti. Ama süreç, son tahlilde, kadın ile erkek cinsel kimliklere ilişkin kültürel kodifikasyonları kısmen belirsiz hale getirmiştir. Ancak bizim gibi, geleneksel kültür tortularını, Katolik Ahlak’la birlikte ambalajlayıp, özenle koruyan toplumlarda, bu sentez, eninde sonunda bir takım sapıklıklar olarak tezahür etmiştir.

Şimdi durum şu:

İnsanlığın kültürel geçmişi itibariyle, belirli bir mantığı bulunan mehir, başlık parası, yüz görümlülüğü gibi alışkanlıklar; ticari kapitalizmin para odaklı hayat tarzının var ettiği lümpen burjuva davranışları ile harmanlandığında, nasıl ki, her şeyi ve her birimizi met’a değeri ile ölçer, biçer hale gelmişsek; kadına da öyle bir met’a değeri biçtik. Kadın, erkeğin cinsel fantezilerini tatmin eden bir met’a idi ve bedeli ödendiği takdirde hiçbir sakıncası yoktu. İtiraf etmekten her an korksak da, her birimiz (en çok da ana-avrat küfrederken açığa vurduğumuz), nasıl ki, başkalarının anasını, avradını, bacısını bu gözle görüyor isek; o başkaları da bizim anamızı, avradımızı, bacımızı aynı gözle görüyor.

Sapıklığın Normalleşmesi

Eskiden, bu bakış açılarımızı, oturak alemlerinde, en fazla da pavyonlarda açığa vuruyor idik. Ama çok önemli. Gizleyerek, saklayarak sapıklıklarımızı tatmin ediyorduk.

Günümüzde sapıklıklarımız alenileşti. En feci olan da şu: Kadın ya da erkek hangi cinsel kimlik mensubu olursak olalım. Sapıklıklarımızı normalleştirdik; her gün, sürekli, sapıkça tükettiğimiz medyatik ürünler sayesinde.

 Televizyon kanallarında, her gün; karşılığında para, ev, araba, arsa vaat edilerek satılan kadınların eşlerini nasıl seçtiklerini izliyoruz: Evlendirme programlarında. Nadide “TEN”lerin her birinin maddi değeri ödendiği için, bize, her şey, son derece NORMAL geliyor.

 Giydikleri ve taktıkları ile yeterince cinsel obje haline gelmediği, erkeklerin cinsel fantezilerine yeterince hitap edemediği için, her gün, televizyon kanallarında kadınlar, kadınları, son derece çirkin sıfatlarla yerin dibine batırıyor. Biz erkekler, hakarete uğrayan bu genç kızlarımızı, ağzımızdan akan salyalarla teselli ederek, normalleşmiş sapıklıklarımızı tatmin ediyoruz.

 Bir eve kapatılan bir grup genç kadın ile erkek, canlı yayın eşliğinde, kendilerine belletilen rolleri, çok doğal davranıyorlarmış gibi sergileyerek, duygusal ilişki pazarlıkları yapıyorlar. Sapık haller ve ifadeler; gayet doğal haller, davranışlar ve ifadelermiş gibi oyunlaştırılıyor. Gerçek hayatta da genç insanlarımız, duygusal ilişkilerini, aynen böyle, oyun oynuyormuş gibi yaşıyor; kola şişesindeki kolayı içip kutusunu çöpe attığı ya da cafcaflı ambalajını yırtıp içindeki çikolata veya cipsi yediği gibi.

 Hemen her dizide ve bilhassa “harem” etiketli olanlarında, kadınlar, içlerine şeytan girmiş gibi, akıl almaz entrikalar, sahtekarlıklar sergileyip, cinayetler işliyorlar. Her öfke nöbetine kendimizi kaptırdığımızda, ister istemez, aynen filimlerdeki gibi, ruhunu şeytana satmış varlıklar olarak algıladığımız kadınlarımızı cezalandırmayı ihmal etmiyoruz.

 Adına realty show denilen programlarda, konu mankeni olarak kullanılan kadınların, baba ile oğul arasına kara kedi gibi nasıl girdiğini, insanlar orasında nasıl bozgunculuk çıkardığını görüp, galiz küfürlerle, program akışına ve raitinglere eşlik ediyoruz.

 Orwell’in meşhur Big Brother’i bile, bu tarz SAPIKLIKLARIN NARMELLEŞTİRİLMESİ furyasında, üzerine düşeni ifa ediyor. Kadınların nasıl fitne ve fesat kaynağı olduğuna, canlı yayın eşliğinde sabahlara kadar tanıklık ediyoruz.

Böylece, imgemizde yeri kültürel olarak belirli olan kadını; gazetelerde, televizyonlarda internette karşımızda buluyoruz. Sanal dünyada simgesel olarak tanıklık ettiğimiz bu varlığa, gerçek hayatta rast geldiğimizi zannettiğimizde yapabileceklerimizi, yaptığımız zaman, bu yaptıklarımızdan dolayı nedamet duymuyoruz. Pişmanlık duygusu hissetmiyoruz.

Zihinsel olarak teşne olduğumuz bir hevese yönelik olarak, bu denli dolduruşa getirildikten sonra, ortaya çıkan sapıklıklara karşı, birazcık hayıflandığımız zaman da, işimizi yaptığımız duygusunu hazzediyor ve vicdanımızı rahatlatıyoruz.

Aklını başına devşir ey vatandaş, şu an izlediğin, başkalarının anası, avradı, bacısı ise, başkaları da senin ananı, avradını, bacını, sokakta, aynı gözle izliyor. Televizyon ekranındaki kadına senin baktığın gibi, her gün, sokaklarda, başkaları da senin anana, avradına, bacına bakıyor. Bence konuya bir de bu gözle bak.