Kur'an Mucizesi ; Başlangıç

Nureddin Ceylan snureddinceylan@gmail.com

Hepimizin evinde illaki bulunan, hayatımızda bir defa dâhi olsa okuduğumuz, işittiğimiz, gördüğümüz yüce kitap: Kur’an..

Kur’an, insanı yoktan var eden, kendinden başka bir ilahın ve saltanat sahibinin olmadığı, yüce kudreti ile tün kainatı yaratan Allah’ın insanoğluna hitabıdır.

Özellikle toplumumuzda Kur’an’a bakış açımızda  bir çok sorun var. Ne yazık ki gençlerimiz başta olmak üzere tüm dindaşlarımız bu yüce kitaba tam anlamıyla yönelmediği gibi, Kur’an’ı hayatına entegre etmede de noksanlık yaşıyor.

Oysa Kur’an-ı Kerim’in her harfi bile içinde pek çok sırrı barındıran ve sadece bir kavme değil tüm insanlığa inmiş bir kitaptır. Kur’an, Allah’ın kelamı olması hasebiyle çok ama çok önem verilmesi gereken bir kitaptır. Gökten yer yüzü ahalisine bir nida, Hakk’ın insanlara tertip ettiği yaşama biçimidir.

Geçenlerde merhum İmam M. Mütevelli Şa’ravi’ninKur’an Mucizesi’ adlı eseri ile nasiplendim. Bu nadide eseri okurken, Kur’an’a bir kez daha tüm benliğim ve varlığım ile hayran oldum. İmam Şar’avi gibi muasır alimlerin gözünden Kur’an’a bakmak modern çağımızın isteklerine de cevap veriyor.

Bu sebeple buradaki köşeme bu güzel eserden istifade ederek Kur’an’ın hikmetlerini, derinliklerini ve mucizelerini yazmaya başlayacağım. Hasbelkader dış politika yazılarımın arasında İslami yazılar yazsam da bunu bir istikrara oturtmayı planlıyorum.

Her Müslüman Kur’an’a her şeyden çok önem verip iyice anlamalıdır. Bu sebeple Kur’an'ın mucizelerinin farkında olan birisi, Kur'an'a daha sıkı bağlanacak ve merakını uyandıracağından bu yeni yazı silsilemde hem Kur'an'ın mucizelerini hem de Kur'an'ın hikmetlerini ele alacağız. 

Tevfik ve inayet ancak Allah’tandır.

Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla..

Mucize nedir? 

Mucize esasen, Allah'ın toplumlara gönderdiği elçileri olan peygamberlerin nübüvvetine (Peygamberliğine) delil olması ve onları desteklemesi için onlara verdiği kâinata hakim kanunlara aykırı olan(Harikulâde) şeylerdir.

Böylelikle o toplum insanlarına, bu Peygamberlerin kendi peygamberleri olup Allah tarafından gönderildiğini, gökyüzü ve yeryüzünün onlara destekçi olup yardım ettiğini, bu yardımlar sayesinde de beşeri kanunların aciz kalıp bir şey yapamadığını gösterilir.

Birinin Allah tarafından gönderildiğini gördüğümüzde hemen onu doğrular mıyız yoksa iddiasını ispatlamasını mı isteriz? İşte bu sebeple her gönderilen peygamberin nübüvvetini yani Allah tarafından gönderildiğini ve görevlendirildiğini ispat eden bir mucizesi mutlaka vardır. 

Ama burada unutulmaması gerekir ki; Peygamber, kendisinin gönderildiği toplumun ileri geldikleri alanlarda onlara meydan okur. Zira o toplumun ileri gelmedikleri alanlarda onlara meydan okumak, meydan okuma olmaz. Mesela dünya çapında usta bir futbolcuyu getirip hiç futbol oynamayı bilmeyen bir adama karşı meydan okuyacak olursak, bu meydan okumanın bir anlamı kalmaz.

Çünkü meydan okuduğumuz kişi olan futbolu bilmeyen bir adamın bu alanda bir iddiası yoktur. Ama iki büyük futbolcuyu karşı karşıya getirirsek bu bir meydan okuma olur ve böylelikle galibiyetin bir anlamı olur. 

Hakeza çok iyi ihtisaslı bir doktoru tıp ilminin geride kaldığı bir şehre gönderirsek, bu bir meydan okuma olmaz. Çünkü bu doktorun o şehirde yarışabileceği kimse yoktur. Lakin bu doktoru tıp ilminin çok ileride olduğu bir şehre gönderirsek bu gerçek bir meydan okuma olacaktır. 

Böylelikle iki noktaya varıyoruz. Birincisi; mucizenin, insan kanunlarının dışına çıkarak ancak bu kanunların koruyucusu olan Allah’ın güç getirebileceği bir şey olması gerekir.

İkincisi ise; her gönderilen Peygamberin mucizesinin, gönderildiği toplumun ilgi alanına giren ve ilerledikleri bir alanda olması gerekir. 

Böyle olursa, toplumun içindeki insanlara karşı Peygamberin galip gelip onları aciz bırakması bir anlam kazanır. Ve nihayetinde Allah’ın gücü ispatlanmış olur.

Bir diğer hususta; mucize yalnızca meydan okuma ve harikuladelik (kainat kanunlarına aykırı) olmaktan ibaret değildir. Şöyle ki; Allah, meydan okuduğu bir topluluğa tüm sebep ve imkanları verir, ardından bu imkanları işlevsiz kılar. Buna örnek verecek olursak Hazreti İbrahim’in ateşe atılmasından bahsedebiliriz.

Hz. İbrahim’in mucizesi, putlara tapan ve onlara secde edip kutsallaştıran bir topluluğa meydan okumak üzereydi. Hz İbrahim putlara karşı çıktı, kabullenmedi ve birkaçını yıktı. Bu sebepten ötürü topluluğu Hz. İbrahim’i ateşe atmak istediler. Allah onların bu isteğine imkan verdi. Ateş yakmalarına izin vermeyebilirdi ama o topluluk ateşi yaktı. Allah peygamberini bir anda göğe çekip saklayabilirdi ama saklamadı. Hz. İbrahim meydanda eti kemiğiyle duruyordu. Yani Allah o topluma imkan ve sebep verdi. Kendi İlahlarının önünde Hz. İbrahim’in yakılması, ilahları olan putlarının kutsayacağı bir intikamdı. Odunlar toplandı ve ateş yakıldı. Her şet Allah dışındaki o ilahları yüceltmek için hazırlanmıştı. Dediğimiz gibi Allah istese İbrahim’i saklayabilirdi ama buna müsaade etti. Çünkü eğer Hz. İbrahim kaçsaydı o topluluğun iddiası çürütülmeyecekti.

Yine aynı şekilde Allah dileseydi yağmur yağdırıp ateşi söndürebilirdi ama bunu da yapmadı. Çünkü ateş sönseydi kafirler; “biz İbrahim’i yakabilmeye kadiriz ama yağmur izin vermedi.” Diyeceklerdi. 

Ne ateş söndü ne de İbrahim kaçtı.

Herkesin gözü önünde Hz. İbrahim ateşe atılınca, Allah ateşin yakma özelliğini geçersiz kıldı. “Ey ateş, İbrahim’e serin ve esenlik ol dedik.” (Enbiya 69) 

Böylelikle o toplum ve ilahları Hz. İbrahim’in ateşin ortasında yanmadan kalmasını görünce baka kaldılar. Ellerinde sebep ve imkan olmasına rağmen Allah’ın mucizesi tecelli etmiş ve onları aciz bırakmıştı.

Hazreti Musa’nın sihirbazlıkta ileri gelen kavmine karşı asasıyla denizi bölmesi, Hazreti İsa’nın tıp ilminde ileri gelmiş kavmine karşı hiç bir tedavi edici unsur olmadan hastaları iyileştirmesi ve hatta ölüyü diriltmesi de aynı bu şekildedir. Her biri Allah’ın peygamberlerine vermiş olduğu ve sadece onlara has olan mucizeleridir.

Niyahetinde Peygamberlerin sonuncusu ve bizimde ümmeti olmaktan payidar olduğumuz Hazreti Muhammed geldi. Kendisi nübüvveti ile geldiğinde topluluğu belagat ve fesahat alanında zirvedeydi. Kendisi de ileri oldukları bu alandaki bir mucize ile geldi. Bu mucize Kur’an’dı. Allah onlara bu mucize ile meydan okudur ve hepsi aciz kaldı. Kur’an gibi bir kitap getirmeleri istendi ama hiç bir insanın edebiyatı, belagatı ve fesahatı buna yetmedi ve onun gibisini getiremediler.

Ama Kur’an’ın esas mucizesi bu olsa da, tüm insanlığa gelmiş olduğundan Kur’an’ın mucizeleri çok yönlüdür. Kur’an’ın mucizesi öyle bir mucizedir ki her nesilde yenilenir ve yepyeni bir boyut kazanır. 

Mucize şayet meydan okuma ile birlikte harikulade (kainat nizamı dışında) bir olay oluyor ve kimse ona karşı koyamıyor ise insandan benzerinin getirilmesi istenmez. Bu tarz mucizeler tek bir sebep içindir. O da Allah’ın kainattaki gücünün ispatı içindir. Çünkü insan her şeyi sebep-sonuç ilişkisi içinde algılar. Böylelikle bu algılamasının önüne geçilir.  Bilakis inanan bir insan sebeplerin çaresiz kaldığı anda yüce Allah’a sığınmanın gerekli olduğunu bilmelidir. Allah her şeye gücü yeten yegane güç ve kudret sahibidir. Gücünde bir sınır yoktur.

Başlangıç olarak bu kadarı kafidir.

İnşallah ilerleyen yazılarımızda Kur’an'ın gerek belagat açısından gerekse de yaşadığımız devrin trendlerine hitaben mucizelerini inceleyeceğiz. 

Selâmetle..