BIST 10.471
DOLAR 32,86
EURO 35,19
ALTIN 2.448,92
HABER /  GÜNCEL

AK Parti ANAP'ı taklit ediyor

'Hem söylem hem icraatlarıyla tek Merkez Sağ parti ANAP'tır' diyen Yılmaz, AKP'nin kendilerini taklit ettiğini söyledi.

Abone ol

İki yıllık suskunluğunu AKŞAM için bozan Mesut Yılmaz 'AKP, 1.5 yıldır ekonomi, sosyal, dış ve AB politikalarında tümüyle bizim yaptığımızın aynısını yapıyor. Doğrudur. Popülizme kaçarlarsa desteği kaybederler' diyor

'Gerçek anlamda hem söylem hem icraatlarıyla tek Merkez Sağ parti ANAP'tır. Toplum, AKP'yi Merkez Sağ'da algılama eğiliminde. Ancak AKP yol ayrımında. Kabul görmüş ilkelere ters düşerlerse, eğilim tersine döner' Eski başbakan, ANAP'ın eski lideri Mesut Yılmaz ile Beykoz Konakları'ndaki evinde konuştuk.

Yılmaz, iki yıldır gazetecilerin sorularını yanıtlamıyordu.

'Merkez Sağ'da Tapu Kavgası' konulu yazı dizimiz üzerine 'konuşmama' kararını iki saatliğine askıya alıp sorularımızı yanıtladı.

- Sağ ve Merkez Sağ farklılığı?

YILMAZ: Türkiye'deki siyasi yelpaze anlayışı ile dünyadaki siyasi yelpaze kavramı birbiriyle örtüşmüyor. Bunun en bariz göstergesi ekonomi politikası. Türkiye'de sağ partiler halen ekonomik anlamda sağ bir parti olmanın gerekli özelliklerini taşımıyorlar. Türkiye'de maalesef devletçi anlayış; gerek karma ekonomi adı altında, gerek devletçi politikalarla o kadar özdeşleşmiş ki, zihinsel bu dönüşümü siyasete henüz yansıtabilmiş değil.

- Merkez Sağ diye baktığınızda?

YILMAZ: Merkez Sağ diye baktığınızda aslında literatürde ekonomide devleti tamamen dışlayan sağ anlayışlar devletin bir düzenleyici denetleyici bir faktör olarak, ekonominin önemli unsuru olarak benimseyen sosyal demokrasiye yakın bir bölümünü anlamak gerekir. Ama Türkiye'de bu tanımlamaların hiçbirisi mevcut partilerin, söylem demiyorum ama icraatlarına uymuyor.

MERKEZ SAĞ PARTİ ANAP

- ANAP'ı burada nereye koyabiliriz?

YILMAZ: ANAP icraat ve söylem olarak tipik bir Merkez Sağ partisidir. Belki de ANAP, biraz bu tutarlılığının kurbanı oldu.

- İcraat ve söylemiyle tutarlı olmanın faturasını mı ödedi?

YILMAZ: Evet. Çünkü, Türkiye'de Merkez Sağ parti denilince aslında, demin dediğim gibi, ekonomide devleti tamamen dışlamayan ama düzenleyici denetleyici bir güç olarak benimseyen esas itibarıyla serbest piyasa ekonomisini benimsemiş bir şeyin anlaşılması lazım. Merkez Sağ ve sağı birbirinden ayıran faktör aşırılıklara olan mesafesidir. Merkez sağ; aşırılıklara tamamen kapalı.. Sağ ise aşırılıkları belli ölçüde içinde barındırabilen, daha toleranslı partilerdir.

- Bu anlamda AKP, Merkez Sağ'da mıdır?

YILMAZ: Partilerin bu tür sınıflandırılmasında kendilerini ifade etmelerinden daha önemli olan husus, toplumun onları nasıl algıladığıdır. Türk toplumu son iki seçimde gösterdi ki, AKP'yi bir Merkez Sağ parti olarak algılama eğilimindedir.

- Algılama eğiliminde'dir diyorsunuz?

YILMAZ: Evet. Ama bundan sonraki tayin edici faktör, AKP'nin tutumu olacaktır. Bunu derken, söylemini, programını kastetmiyorum. Orada önemli olan kadro ve icraattır.

- Kadrodan kastınız?

YILMAZ: Bir partinin gerçek Merkez Sağ parti olup olmadığını ortaya koyacak önemli kriterlerden biri, sorumluluk mevkilerine getirdiği kişilerle ilgilidir. Eğer bu kişiler bazı aşırılıklara açıksa, genel kabul gören bazı ilkelere ters düşüyorlarsa o zaman o partinin Merkez Sağ niteliği zarar görür. Bana yurtdışında AKP'yi soruyorlar. Ben; 'AKP şu anda bir yol ayrımındadır. Ya kökeni olan eski çizgisinde dönecek ve Merkez Sağ parti olma umutlarını boşa çıkarıp küçülecektir.. Ya da gerçek bir muhafazakar kitle partisi olma yoluna girecektir. O takdirde yelpazedeki yerini sadece iktidar yıpranması oranında muhafaza edecektir' diyorum.

- AKP niçin ilgi gördü? Yılmaz'a, Bahçeli'ye, Ecevit'te tepkiden mi? Programından mı? Tayyip Erdoğan rüzgarından mı? Bu AKP için sağlıklı mıdır?

YILMAZ: Hiç şüphesiz ki AKP açısından güven verici bir gelişme değil. Buradaki temel çelişki şudur. Türk seçmeni; 2002 seçimlerinde iktidar partilerini yani DSP'yi, ANAP'ı, MHP'yi ve hatta ana muhalefet partisini, tümüyle parlamenter sistemi oluşturan tüm partileri bir anlamda siyasi arenanın dışına taşıdı. Ve değişime açık, farklı ve yeni olduğu imajını veren bir partiyi büyük bir oy oranıyla iktidar yaptı. Ama bu parti 1.5 yıllık iktidarında sadece ekonomi politikasında değil, AB ilişkilerinde, dış politikada, sosyal politikalarda, tümüyle Türk seçmeninin cezalandırdığı daha önceki hükümetin politikalarını aynen devam ettiriyor.

NE YAPTIYSAK O...

- Yani, icraatlarını beğenmediklerini cezalandırıyor.. Seçtiği parti de, cezalandırdıklarının politikalarını devam ettirdiği için ödüllendiriyor?!

YILMAZ: Aynı politikayı devam ettiriyor. AKP bana göre doğru olan, Türkiye'nin geleceği açısından kaçınılmaz olanı yapıyor. Bu politikalarda ısrarlı olduğu sürece acaba aynı toplumsal desteği aynı siyasi desteği sürdürebilecek mi sürdüremeyecek mi bunu göreceğiz. Bunun alternatifi AKP'nin popülist politikalara sapmasıdır. Genel politikaları çok fazla etkilemese de zaman zaman bazı işaretleri ortaya çıkıyor. Ama popülizme saparlarsa, bence bu AKP'nin arkasındaki desteği de önemli ölçüde ortadan kaldırır.

- Seçmen partilerin programına mı yoksa liderine mi bakıyor?

YILMAZ: Tabii ki seçmen kendi kafasında bunların birbiriyle uyumlu olup olmadıklarını da belli ölçüde araştırıyor ama ağırlık faktörün hep liderden yana olduğunu düşünüyorum.

- Buna 'maalesef' demek ihtiyacı duyar mısınız?

YILMAZ: Tabii ki duyarım. Bu Türkiye'deki siyasetin kurumsallaşmasını ve siyasetteki siyasette kadro anlayışının da yerleşmesini engelleyen en önemli faktörlerden birisidir. Lider seçmen gözünde çok öne çıktığı için, beklentilerinin çözümü de hep liderden beklenir. Halbuki hiçbir lider beklentileri karşılayacak yetenekte olamaz. Bu mutlaka uyumlu bir sadece geçerli bir program değil aynı zamanda uyumlu bir kadro gerektirir. Her şeyi lidere odaklayan bir anlayış aslında bu gelişimi de engelliyor.

- Çizdiğiniz çerçeveye göre, seçmen eğilimlerinde bir değişim mi sözkonusu?

YILMAZ: Bence sadece son 10-20 yılın değil siyasetin hiç değişmeyen kuralı seçmenin günlük gailelerle tercihte bulunmasıdır. Oysa Türkiye gibi çok büyük gecikmelerin yaşandığı bir ülkede siyasetçiden beklenen, günlük gailelerin ötesinde, çoğunluk günlük politikalarla çelişen uzun vadeli doğruları bulup gerçekleştirmektir. Bu ikisi, yani halkın günlük beklentileri ile Türkiye'nin uzun vadeli gerekleri Türkiye'deki siyasetçinin en önemli ikilemidir. Ve Türkiye'de siyaset yapan herkes bu ikilem karşısında bir tavır almak zorundadır. Ya halkın beklentileri doğrultusunda popülist çizgiye girecektir veyahut da siyasi rant hesabını aşarak uzun vadeli doğrular peşinde olacaktır. İşte AKP'nin asıl karşı karşıya bulunduğu sınav da budur.

POPÜLİZMİN DİRİLİŞİ

- Kişisel olarak özeleştiri yaptınız mı?

YILMAZ: Ben mizaç itibarıyla özeleştiriye çok yatkınım. Özeleştiriyi sadece belli dönemlerde değil her zaman yapmayı adeta alışkanlık haline getirmiş bir insanım. Geriye dönük olarak daha genel bir özeleştiri yaptığım zaman şunu görüyorum: Bugün AKP'nin karşı karşıya olduğu ikilem, aslında Türkiye'de yönetim sorumluluğu üstlenen her siyasinin şu veya bu dönemde karşı karşıya olduğu bir ikilemdir.

- Bu ikilemi biraz daha açar mısınız?

YILMAZ: Türkiye'de kurumlaşma düzeyi çok düşük, toplumun beklentileri de çok yüksek ama ülkenin kaynakları sınırlı olduğu için, siyasetçiler ya gelecek kuşakların sırtından popülizm yapmak ya da bugünkü kuşaklara fedakarlık yükleyen rasyonel politikalar uygulama şıklarıyla karşı karşıyadır. Hiçbir toplum fedakarlık ödemekten hoşlanmaz. Hele Türkiye gibi çok hızlı bir gelişme süreci yaşayan çok dinamik bir toplumdan fedakarlık isteyen politikacının bundan kazanç sağlaması mümkün olmaz. Bunu zamanında Özal da denedi, hatta bir ölçüde başarılı da oldu ama bir süre sonra tabii ki diğer politikacıların da büyük katkılarıyla toplumdaki popülist anlayış yeniden ön plana çıktı. 1990'lı yıllar popülizmin yeniden dirildiği bir dönemdir.

BEDEL ÖDEMEYİ GÖZE ALMAK

- Siz popülizme meyletmediniz mi?

YILMAZ: Kişisel olarak hiç popülist politika yapmadım. Bedelini ödemeyi de baştan göze aldım. Bence, ikisini bir arada yapabilmek de mümkün değil. Yani Türkiye'de hem popülizme kapalı, ülke açısından doğru olan rasyonel politikaların gerektirdiği radikal değişimleri reformları gerçekleştirmek. Ama aynı zamanda da siyasi açıdan rant sağlamak bence mümkün değil. Onun için burada bana göre, bu tespit siyaset açısından pek hoş tespit olmayabilir ama benim samimi inancımdır. Burada politikacılar kendilerine toplumun sağladığı avans süresi içerisinde, ülkenin imkanlarının yettiği, kendi yeteneklerinin sağladığı kadar doğru politikalarla Türkiye'nin değişimine katkıda bulunmak zorundadır. Bunun, mümkün olduğunca ayakta kalmayı amaçlayan politikacılar için gerçekleştirilmesi mümkün değil.

- Fedakarlığı gerektiren bir konu değil mi?

YILMAZ: Evet. Bunu ancak, fedakarlığı göze alan siyasetçiler yapabilir. Türkiye'de, 1960 yılından sonra üçüncü defa seçim kazanan hiçbir iktidar yoktur. 1960 öncesi çok partili demokrasinin henüz tam yerleşmediği özel bir dönemdi. 1961 Anayasası'ndan sonra siyasetin yeni kurallarla yapıldığı dönemde üçüncü seçim kazanan hiçbir iktidar yok.

ŞAPKA ÇIKARMAK GEREK

- Hükümetlerin vadesi belli mi yani?

YILMAZ: Türkiye'de siyasetçiler ne kadar başarılı olurlarsa olsunlar, kendilerine tanınan avans süresi iki dönemle sınırlıdır. Bu iki dönem içerisinde bu iki dönemi eğer üç döneme uzatma başarısını gösteren siyasetçiler olursa ve bu siyasetçiler hakikaten gelecek kuşakları aşırı fedakarlığa aşırı yoksulluğa borçlanmaya sürüklemeden bunu başarıyorlarsa, buna da saygı duymak hatta, şapka çıkarmak gerekir. Ama eğer Türkiye'nin geleceğini feda etmek pahasına sadece ayakta kalmak için popülist politikalarla bu sağlanıyorsa o zaman toplumu uyarmak gerekiyor.

- Mesut Bey, kişisel olarak siz 'zor yolu tercih ettiğim için gelinen nokta sürpriz değil. Ama ben vazgeçseydim siyasetten kendime saygım kalmazdı' mı diyorsunuz? Doğru mu anlamışım?

YILMAZ: Doğru anladınız. Ben bunu 90'lı yılların ortasında gördüm. Ondan sonra 90'lı yılların ikinci yarısında iki defa daha hükümet olma fırsatı doğdu ama ikisinde de maalesef tek başıma iktidar imkanına sahip değildim. Birisinde azınlık hükümetiydim, ikincisinde koalisyonun üçüncü ortağıydım. O şartlar altında, o konumda yapabileceğim azami katkıyı yaptığımı düşünüyorum. Eğer aynı dönemde, yani ben bu muhasebeyi yaptıktan sonra bana tek başıma iktidar olma fırsatı çıksaydı, bunu çok daha ileri boyutlarda gerçekleştirebilirdim ama akıbetim farklı olmazdı. Yine doğru politikaların bedelini öderdim.

- Bugün merkez sağda yeni arayış içinde olanların şansları var mı?

YILMAZ: Siyasette her zaman herkesin şansı vardır. Çünkü siyaset Türkiye'de çabuk değişebilen dinamik bir olay. Ama dediğim gibi burada diğer oyuncuların şanslarını geniş ölçüde belirleyecek olan faktör, şu anki baş aktörün (AKP) tutumu olacaktır. AKP, toplumun kendini nasıl bir parti olarak algıladığını ve algılamak istediğini doğru tespit eder, buna uygun icraat ortaya koyabilir, bu icraatı gerçekleştirecek doğru kadrolarla çalışırsa bu alan daralır. Yok eğer AKP asıl çekirdek kadrosunun ağırlık kazandığı bir çizgiye saparsa o zaman bu alan genişler.