BIST 9.916
DOLAR 32,44
EURO 34,74
ALTIN 2.438,67

Zaman, Gülen’in konuşmasını sansürledi mi?..

Gülen’in iftar sofrasında okunması için gönderdiği; içinde Başbakan Erdoğan başta olmak üzere....

Okudunuz mu?..

Ya da duydunuz mu?..

Zaman Gazetesi ile Gazeteciler Yazarlar Vakfı; Fethullah Gülen’e de “sansür” uygulamışlar…

Ne mi yapmışlar?...

Gülen’in iftar sofrasında okunması için gönderdiği; içinde Başbakan Erdoğan başta olmak üzere köprülerin atıldığı bütün bakanlara “Zeytin Dalı” uzatan mektubundaki “Zeytin Dalı” olan bölümü makaslamışlar…

Oflu Hoca’nın dediği gibi:

“Ben demiyrum oni”…

Ya?...

diyor…

Zaman da gün içinde gazetenin internet sitesinde imazıyla  Koru'nun o iddiasını tekzip etti...

Bu tartışmalar beni “Hafıza” isimli kişisel arşivime götürdü…

Ve bakın neler gördüm orada…

 

BİLİRSİNİZ…




Eski yazarlar, “ben demiştim” demeyi “ayıp” sayarlar…

O nedenle “ben demiştim” demeden önce okurlarından özür dilerler…

Ben yaş olarak onlara yakın olsam da henüz 20 yıllık bir yazarım

Ve fakat…

O konuda onlar gibi düşünmüyorum…

Zira her yazımı günü geldiğinde, “ben demiştim” diyebilmek için yazıyorum…

Bu kadar giriş yeter…

O halde şimdi artık neler dediğime gelebilirim…

 

EY GÜZEL İNSANLAR!..

Gülen Hareketi’nin sadece “din ve inanç birliği” değil; “küresel bazda bir barış ve diyalog hareketi” olduğunu…

Ama…

Giderek; ekonomik açıdan sürekli büyüyüp serpilen medyası başta olmak üzere; holdingleşen sınai – ticari yapısının, bu güzelim harekete zarar vereceğini yazdığımda, sanırım yıllar henüz iki bine bile gelmemişti…

Daha sonra da internethaber gurubuna ait sitelerde dikkat çektim bu tehlikeye…

Bilhassa Zaman’ın haber dilini ve genel yayın yönetmeninin “Fazla yanlı” oluşunu eleştirdim…

Ki…

Zaman o süreçte Ak Parti iktidarına ve Başbakan Erdoğan’a kayıtsız şartsız destek veriyordu…

Gelin görün ki…

Destek “samimi” değildi…

Ve o kadar belliydi ki desteğin “samimi” olmadığı

Neden mi?..

 

ÇÜNKÜ…




Detay 
okuma yeteneği olan, sezgi gücü yüksek (Övünmek gibi olmasın bu fakirin de yüksektir) analistler verilen desteğin samimi olmadığını haber ve yorum dilinden rahatlıkla çıkarabiliyorlardı…

Ve…

Buna rağmen…

Erdoğan “samimi” olduklarını zannettiğinden…

Yakın çevresi ise kendi âlemlerine daldığından bu “samimiyetsizliği” göremiyorlardı…

Ve haliyle…

Verilen her destek (Erdoğan ilerleyen günlerde bunu şöyle itiraf ediyordu: Ne istedilerse verdik)  Hareket’in (Hizmet/Cemaat/Camia) medyasını ve bağlı şirketlerini biraz daha büyütüyordu…

Abonelik yöntemiyle de olsa Zaman’ın tirajı milyonu aşmış, Çobançeşme'deki o mütevazı binadan devasa bir gökdelene taşınılmıştı…

Ve…

Bilhassa Dumanlı’nın makaleleri ve attığı manşetler; “Köprüden geçiyoruz efendiler!.. Şimdi hep birlikte Sayın başbakanımıza ‘Dayı!’ diyelim” modundaydı…

İlle de İpek Gurubu

Üçüncü Dünya Savaşı kopacağına neredeyse ekonomi aktörlerinin tümünün inandığı bir dönemde; Erdoğan’ın cesaret ötesi desteğiyle (Bütün büyük savaş söylentileri öncesi altın fiyatları yükselir, küresel barış ihtimali konuşulduğundaysa altın fiyatları düşer) altından muhteşem paralar kazandı…

Başbakan, kendisine ve hükümetine verilen desteğin “sadece yolculuk amaçlı, yani bir yerden bir yere gitme hedefli” olduğunu gördüğünde artık köprü çoktan geçilmiş; Zaman başta olmak üzere İpek Gurubu (Ekonomik güç olarak) almış başlarını gitmişti…

 

YANİ…




Cemaat Holding
, bir zamanlar Erdoğan’ın “Demokrasi” için dediği gibi, hükümeti tramvay olarak kullanmıştı…

Cemaat Holding o tramvayla gittiği yere kadar gidecek…

Sonra da…

Direksiyonunda kendilerinin oturdukları bir yeni tramvaya atlama yapacaklardı…

Erdoğan bunu fark ettiğinde çok geç kalmıştı…

Ve…

İşte o an, hırçın karakterinden bekleneni yaptı…

Yani…

Ani öfkelendi…

Ani karar verdi…

Ani harekete geçti…

Oysa sakin davranabilirdi…

Dershanelerden başlamak yerine önce BDDK’yı devreye sokar hemen ardından da Aydın Doğan’da olduğu gibi Maliye’yi kullanabilirdi…

Ama dedim ya…

Öfkesi ve acullüğü galip geldi…

Şimdi buraya bir “.” Koyayım…

Acaba sahiden de acullüğü ve öfkesi mi galip gelmişti Erdoğan’ın?...

Yoksa stratejisinin gereği miydi?..

“Nasıl yani?” diye sorulduğunu duyar gibiyim…

 

 

AÇAYIM…




30 Mart 2014
 yerel seçimlerine çok az bir süre kalmıştı…

Ve…



Umarım...

Carl Albert
yetmişli yıllarda ABD Temsilciler Meclisi Başkanı idi…

Boyu, Meclis Başkanımız Cemil Çiçek’ten bile en az 30 santim daha kısaydı: 1.35…

Ama karakteri, kimliği, ruhunun yüceliği kendisini dev gibi gösteriyordu…

Bir kasabanın seçim meydanında çıktığı kürsüde, ayaklarının altında yükseltici vardı.

Konuşmasına şöyle başladı:

“Sizden önce uğradığım kasabada konuşmam bittikten sonra küçük bir çocuk yanıma yaklaştı; ‘efendim bugün bana verdiğiniz ilham için çok teşekkür ederim’ dedi”…

Bütün meydan merak kesilmişti.

Albert devam etti:

“Gülümseyerek çocuğa baktım, ayaklarımın ucunda yükselip saçlarını okşadım”.

Meydanda bulunanlar hatibin çok kısa boylu olduğunu bildikleri için aynı anda gülüştüler.

Albert konuşmasını sürdürdü:

“Kendisine ilham veren sözlerimin hangileri olduğunu sordum. Çocuk, ‘bana sözleriniz değil karides büyüklüğündeki boyunuz ilham verdi’ deyince şaşırdım. Gülümsememi zoraki de olsa devam ettirmeye çalıştım. ‘Yani?’ gibilerden gözlerinin içine baktım. Çocuk, “siz bu karides boyunuzla Temsilciler Meclisi başkanı olduğunuza göre ben büyüyünce cumhurbaşkanı bile olabilirim’ diyerek bitirdi cümlesini.”

Konuşmasını bitirdiğinde Mr. Albert meydandakilerden daha çok gülüyordu.

Çünkü kibir denilen şeyin nasıl aşağılık bir duygu olduğunu; mütevazılığın ise sahibini ne kadar yücelttiğini çok iyi biliyordu…

Umarım önümüzdeki günlerde başlayacak seçim sürecinde yarışan üç aday birbirleriyle değil kendileriyle dalga geçebilecek kadar olgun davranırlar…

 

O güne kadar kazanılan bütün seçimler öncesi Erdoğan, meydanlarda kendi seçmenlerini korkutacağı, “beni seçmezseniz işte bu öcü gelip sizi ham yapacak”  diyebileceği Öcüler/Gulyabaniler bulmuştu…

Son yapılacak (30 Mart 2014) seçime gidilen o süreçte de bulmak zorunda olduğu yeni bir Öcüye/Gulyabani’ye ihtiyacı vardı…

El hak…

Öyle güzel(!) bir ana muhalefet partisi ve medyası da vardı ki…

Öcüler/Gulyabaniler kendiliğinden çıkıyordu ortaya…

Meselâ, halkın neredeyse % 70’i, kadınların başörtüleriyle uğraşılmasından haz etmiyordu…

Meselâ, halkın % 70’i kökten laikçi despot ve ceberut devleti sevmiyordu…

Ama…

CHP sözcüleri, ekonominin en tıkırında gittiği o günlerde başörtüsüyle uğraşıyorlardı…

Hükümet’in AB ile müzakereleri başlattığı dönemlerde onlar “Kökten Laikçi” bir parti olduklarını; “Fatiha okuyanı” bile “Gerici” olarak tanımladıklarını bir güzel (!) anlatıyorlardı…

CHP’li ünlü, anlı, şanlı köşe yazarları; Ak Partili seçmenleri aşağılıyor, onlara “göbeğini kaşıyan adam, başı hunili” gibi isimler takıyorlardı…

Oysa…

30 Mart seçimlerine gidilirken CHP’li medya ve yazarlar her ne kadar değişmemiş, yine başörtüsüyle ve “Fatiha okuyanlarla” uğraşıyor, Ak Partili seçmeni “Salak” yerine koyuyorlarsa da, partinin yeni genel başkanı ve yakın ekibi eski çirkin politikaları terk etmişlerdi…

Üniversitelerde başörtüsü yasağı, Kılıçdaroğlu’nun rektörlere yaptığı “kızlarımızın kadınlarımızın başörtüleriyle uğraşmayın” çağrısı üzerine çözülmüştü…

 

YANİ

“Başörtüsü mağduru” rolü oyundan kaldırılmıştı…

Bırakın üniversiteleri, Meclis’e bile başı örtülü girmek serbestti artık…

CHP’nin yeni genel başkanı (Kılıçdaroğlu) deseniz, “kökten laikçi” suçlamasını hak edecek hiçbir şey söylemiyor, o anlama gelecek hal ve hareketlerden bile özenle kaçınıyordu…

Erdoğan risk alarak bu kez Cemaati “Öcü/Gulyabani” olarak göstermeyi tercih etti…

Dershanelerin kapatılacağı haberi aslında “Boğaya kırmızıyı göstermek” gibi bir şeydi…

Boğa da her zamanki boğaydı…

Analiz yapacak, “neden böyle oluyor?.. Zamanlama neden şimdi?” diyecek konumda değildi…

“Madem sen benim dershanelerimi kapatıyorsun; kahrol düşman!” deyip fünyeyi çekti ve Erdoğan’la hükümetinin üzerine yolladı…

Erdoğan çok daha önceden fünyenin fitilini ıslattığı için patlamayacağını biliyordu…

Nitekim…

Patlamadı…

 

EĞEERRRR…




Erdoğan spontane
, çabuk öfkelenmesinden dolayı yaptıysa da…

Belirli bir stratejinin gereği uygulamaya koyduysa da bütün bunları…

Modeli tuttu…

Bir önceki (2011) seçimlere göre yaklaşık % 6 oy kaybetmiş olsa bile yine de seçimin galibiydi…

Cemaat ise hem itibarından kaybetti…

Hem Devlet’in (sadece Hükümet’in değil) hedefi haline geldi…

Şimdi…

Yani bugün…

Gülen, dönüş yapmak istiyor…

Haklı da…

Neden haklı?..

Cemaat Holdingin gönül dostu olan sanayici, bankacı, turizmci, eğitimci işadamları , devlete rağmen hiçbir şey yapamaz da ondan haklı…

Kaldı ki; “Cemaat Holding” dediğiniz “Camia”, tek çatı altında toplanmış kurumsal bir yapı değil…

Hiçbirinin sahibi de Gülen değil…

Hemen her şirket; namuslu, dürüst, çalmayan, çırpmayan, küresel ekonominin ve demokrasinin gereklerine uyum sağlayan bilgili, becerikli başarılı işadamları tarafından kuruldu, büyütüldü…

Ama…

Bugüne kadar hiçbiri Devlet’in gaddar bürokrasisi ile karşı karşıya gelmediler…

Geldiyseler de “Tayyip Ağabeyleri” çözdü sorunlarını…

Ama…

Bu savaşı daha uzatır, seçim sürecinde yeni kasetler falan sürerlerse ortalık yere; olan işte o namuslu, dürüst, çalmayan, çırpmayan, küresel ekonominin ve demokrasinin gereklerine uyum sağlayan bilgili, becerikli başarılı işadamlarına olur…

Zira…

Hemen hepsinin “bir vergi denetimliği" canları var (Misal: Aydın Doğan, Koç Holding ve en son Taraf Gazetesinin zavallı patronları)…

Diyeceksiniz ki; “Mehmet Şimşek vicdanlıdır, dürüsttür, duygularını işine karıştırmaz…”

Alıverirler görevden ve yerine hemen bir Bekir Bozdağ buluverirler…

Çok mu zor yani?..

 

HÂSILI…

Cemaat Medyası, Gülen’e ve Cemaat Holding bünyesindeki binlerce başarılı işadamına “dönüş imkânı” vermeli…

Kaldı ki…

Hükümetle (En çok da Erdoğan’la) kavgayı çıkaran da…

Kavgayı kızıştıran da…

Kavganın bitmesini engelleyen de Cemaat Medyası idi…

Yani…

Hizmete gönül vermiş, başarılı işadamları değildi kavgayı başlatan ve büyüten…

Bugünlerde…

Yani…

Erdoğan’ın eskisinden daha güçlü olacağını gördükleri bugünlerde ona yeniden yanaşmak istiyorlar…

Tabii ki kendi medyaları izin verirse…