BIST 9.916
DOLAR 32,48
EURO 34,77
ALTIN 2.442,08

YÖK ve değiştirilmesi gereken “yanlış uygulamalar”

MEB, YÖK, Üniversiteler, Rektörler, Dekanlar, 2547 say.kan.2809 sy.kan. Jüriler, YDS, Akademisyenler, Yekta Saraç

2547 sayılı  kn. göre rektörler 4 yıl, Dekan ve Müdürler 3 yıl için atanıyor…Neden 3 yıl acaba?... “Atanan rektörle birlikte diğer görevlerde düşer, yerine atama yapılıncaya kadar bu görevler vekaleten yürütülür”  denilse acaba çatışmaların, mahkemelerin, yanlış uygulamaların önüne geçilmez mi?!.. Böylece atanan  rektör kendi kadrosunu kurar, başarısı da öne göre değerlendirilmez mi? Çok  mu zor?!..

YÖK tarafından yapılan bu ve buna benzer yanlış uygulamalar,  güven konusunda zafiyet yaratmaya devam etmektedir.*

Örneğin;

1/2809 sayılı kanunun geçici 10.md. yanlış uygulanıyor, bir takım öğretim üyesinin -Doç. yerine Y.Doç. yapılıyor- hakkı yeniliyor. Sanki başka birisi bu yanlışlığı yapmış gibi YÖK ilgilenmiyor ve sanatçı/akademisyenleri mağdur ediyor. (o tarihte mahkemeye verenlerin kazanmasına rağmen) Mahkeme açmayıp, devletine güvenen sanatçıların  bir kısmı öbür dünyaya intikal ediyor, bir kısmı emekli oluyor. Çok az sayıda kalan sanatçılar umutla bekliyor…Devlet kurumları devamlılık ister, başkan ve yönetim değişse bile YÖK  gerekli “hak talebine” olumlu bakmalı ve -bana ne demeden- şikayetleri sonuçlandırılmalıdır. (Örneğin; llşahsım hakkım yenmeden –ilk listede olduğu gibi- 1987 yılında Doç. olarak atansaydı, 1992 de Prof. olacak, maddi-manevi bir çok zarara uğramayacaktım. İhlal edenlere ve düzeltmeyenlere hakkımı helal edemiyorum.)

2/ A- Bir aday Doç. sınavına giriyor, bir üye yüzünden sorun yaşanıyor. Sınav başarısız olarak geçiyor, ancak 2 üye ve aday YÖK’e o kişi hakkında gerekçeleriyle şikayette bulunuyor. Ve jürinin değiştirilmesini istiyor.YÖK, adaya yönetmeliğe göre jürinin  değiştirilemeyeceğini tekrar başvursa dahi 3 yıl aynı jürinin atanacağını söylüyor. Böylece adayın 3 yılı yeniyor. Aday 3 yıl gecikmeyle  Doç.,5 yıl sonra  Prof. oluyor.

    B- Aday sınava giriyor, 2 üye adayın  sınav öncesi  kurallara uynadığı ve etik davranmadığı için şikayette bulunuyor, bir üye dosyanın yetersiz olduğu için çekiliyor, bir üye aday ile ilgili etik kuruluna başvuruyor. 6 ay içinde jüri değiştiriliyor, adayı etik kuruluna  şikayet eden Prof.  uyarı yazısı geliyor, yeni jüri atanıyor ve aday Doç. oluyor.

     C-Adayın, Doç. dosyasına fazla bir çalışması olmadığı için yaptığı bestelerini  koyduğu söyleniyor. Hiçbir yerde çalınmayan; hiç kimsenin bilmediği/görmediği besteler! jüri tarafından yeterli görülüyor ve aday Doç. oluyor. Aday, kaç yıldır Prof. Eserler nerde?!. Okunuyor mu?.. Arşivlere girmiş mi?!.. Önemli değil!!!

3/  Bir üniversitede ÜDS/YDS den geçen bir grubun “sınav sonucu konusunda”  olumsuzluklar olduğu!, haksızlıkla alındığı şeklinde yazılar yazılıyor, yerel basına sızıyor, soruşturma açılıyor. Sonuç adaylar Doç. oluyor.

4/Doktora/sanatta yeterlik yapan kişi en az  1- 2  sene içinde,  dosyayı tamamlayıp Doç. oluyor!.. Jüriler nasıl dosyayı yeterli buluyor? Bilinmiyor!...

Bir yazımda ne demiştim;Mevcut 2547 sayılı kanuna göre, sanatta yeterlik/doktora yapan kişilerin Y.Doç. veya Doç. başvurularında, bilimsel/sanatsal  dosya  önceki ünvanı aldıktan sonraki çalışmalar ile oluşturulmalıdır…Öyle oluyor mu?!...

Kısaca;

Sanatta yeterlik/doktora yapmak 4 yılı buluyor. Sanatta yeterlik/doktora yapan kişilerin bu dosyayı oluşturması için, Y.Doç.lik için en az 4 sene, Doç.lik için en az 8 sene alanda –hadi çok üretken  olsun 6 sene-  çalışmış olması, sempozyum, makale v.b.  çalışmalarına katılmış olması gerekir.

Ama, bakıyorsunuz, Dr./Sanatta yeterlik yapmış veya Y.Doç. olmuş  kişi, nasıl bu kısa zamanda dosya oluşturuyor, hangi çalışmalarını ortaya koyuyorsa,- 2-3 yıl siçinde-  jüri tarafından olumlu bulunuyor…

Kısa sürede hooop Y.Doç. veya Doç.

Kanunda açık olarak Dr/Sanatta yeterlik’ten, Y.Doç.ten sonra  sonra bekleme süresi yok…(Doç.likten sonra Prof. için 5 yıl beklemek lazım…)….”

 ()

5/ Jüriler olaya kurumsal bakıyor, kimse  diğer kurumu karşısına almıyor…Herkes birbirini okeyliyor, ama sanat alanı  kan kaybediyor…Türk müziğine adayına batı müziği Prof. ları, Batı Müziği alanına Türk müziği Prof.ları  atanınca, konuya uzak kaldıkları için sınavlarda sessiz kalıp, çoğunluğun yanında yer alıyorlar. Bu bazen artı, bazen eksi sonuçlar getiriyor….

6/ Sınavda kazanan ve Doç. olan aday “YÖK Doç.” olduğu için, bir süre de kadro bekliyor. (6 ay-3 sene arası) Ama, ders ücretleri Doç. olarak alıyor. Bu konuya da mutlaka çözüm bulmak gerekiyor.

7/ Bir üniversitede Y.Doç. veya Doç. olan kişinin başka bir üniversiteye geçmesinde yada aynı üniversite içinde bilim dalı geğiştirmesinde, kendisinden tekrar 3 dosya isteniyor. Yani “sen geldiğin üniversitede ünvanlısın ama bakalım doğru vermişler mi?”  gibi bir durum söz konusu oluyor…Bu duruma da bir yönetmelikle çözüm bulunmasında yarar vardır.

8/ Eğer Prof. isen üniversite içinde her yere seçilebilir, atanabilirsin… Krallık gibi.. Ama Doç. isen yardımcılık, Y.Doç. isen “iş yapılacak yerlerde  kullanılabilirsin… (Bakanlıkların seçiminde/görevlendirmelerinde  de maalesef  Prof. olanlar tercih ediliyor)

“……..YDK’nın öngörülen üye yapısı ise YÖK’ün mevcut üye yapısından farklılık arz etmektedir. Mevcut YÖK’ün 21 üyesinin üçte biri Bakanlar Kurulu, diğer üçte biri ise Üniversitelerarası Kurul tarafından belirlenmekte ve Cumhurbaşkanı tarafından atanmaktadır. Geriye kalan üçte biri ise Cumhurbaşkanı tarafından doğrudan atanmaktadır. Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nun taslak maddesine göre, 15 üyeli YDK’nın dokuz üyesi, öğretim elemanları tarafından profesör unvanlı kişiler arasından seçilir; altı üyesi ise TBMM tarafından seçilir.

YDK için Meclis tarafından üye seçilmesi önerisi, demokratikleşme yolunda yani doğru istikamette bir değişiklik. Ancak, YÖK’ün yerine düşünülen YDK’nın üyelerinin çoğunluğunun profesörlerden ve seçimle oluşması, çok ciddi sakıncaları taşımaktadır. ……

Yükseköğretim üst yönetimi için öngörülen kurul üyelerinin çoğunluğunun profesörlerden oluşması da, HSYK’da yaşanan türden bir manipülasyona açıktır………

YÖK’e ilişkin gerçekçi bir alternatif, üniversitelerin gerçek sahipleri olan vatandaşların üniversite yönetiminde dolaylı olarak daha çok yer almalarını sağlamaktır. Bundan dolayı, YÖK benzeri yönetim kurullarında profesörlerin sayısal üstünlüğünü Anayasa ile garanti altına almak yerine, bu tür kurullarda profesör olsun olmasın bütün vatandaşların temsiline yer verilmelidir…..”

 ()

10/ Kimilerinin Doç. jürileri ayarlanıyor… Mahsurlu ! akademisyenler atanmıyor… Adaylar Doç., Prof. Siyaset almış başını gidiyor, peki akademik dünya?!...

Ne diyelim, vah halimize mi?!., 

Hayırlı olsun mu?!...

Burası Türkiye’mi?!...

 

* Geçen yazımızda belirttiğimiz gibi yeni YÖK Başkanı Prof.Dr. Sn. M.Yekta Saraç, 10 yıldır YÖK içinde ve mevzuları en yakından bilen kişi, o nedenle zaman kaybetmesine gerek olmayacak. YÖK’te her alanda, sorunlar/tesbitler/çözümler  belli ama irade eksikti... Zaten Sn. Saraç'ın seçimi ve aşağıdaki sözleri düşüncelerimizi doğruluyor;

".......Temel bilimlerle ilgili mevcut sorunlara karşı operasyon yapacağız, akademik yükseltilmelerin adil ve meşruiyet zemininde olmasını sağlamak için operasyon yapacağız. Orta vadedeki en önemli operasyonumuz ise kalite kurulu kurulması için olacaktır. Bizim gündemimizdeki operasyonlar bunlar ve benzerleridir. Bu operasyonlar da kesin olacak, zamanlı olacak, kamuoyu önünde cereyan edecek. Biz yükseköğretim kurumlarında bulunan öğretim elemanlarının huzursuzluğunu değil, huzurunu istiyoruz. Bize yapılan telkinler ise yükseköğretim çıtasını yükseltmek için gayret sarf etmemiz ve sonuç almamız yönündedir...... Aslında eğitim tarihimizin kadim bir geleneği var ama üniversite kültürü dediğimiz olgu daha yeni Türkiye'de. O kültür daha henüz yerleşmedi. Elbette üniversite hocasının, bir toplumsal meseleyle ilgili görüş açıklama ve eleştiri getirme ile siyasi figürlere hakaret etmeyi iyi ayırması gerekir.......Özellikle eğitim öğretim konularında bizim bütünüyle keyfilikten uzak durmamız gerekiyor. İdarenin 'evet' deme görevi olduğu kadar, 'hayır' deme görevi de var. Kamu yararı bazen taleplere 'evet' demekten, bazen de 'hayır' demekten geçer. Bizler siyasetçi değiliz. YÖK gibi kurumlarda bulunanların popülist yaklaşımlardan uzak durması lazım. Ayrıca adil olmalıyız. Elbette en önemlisi bütün kararların meşruiyet temelleri üzerinde yükselmesi lazım......

Yükseköğretim sorunu tabiri kendi içinde olumsuz bir algı oluşturuyor. Bizim yükseköğretim sorunumuz yok, bir düşünürümüzün ifadesiyle 'maarif davamız' var. Önümüzdeki meselelere dirayet, cesaret ve samimiyetle yaklaşmamız gerekir. Reform tabirinden, özellikle eğitim öğretim konu olunca tedirgin oluyorum. Yükseköğretim, köklü değişiklik kararı alınırken 40 kere düşünülmesi gereken bir alan. Çünkü eğitimde reform aslında toplumun bütün kesimlerinde uzlaşı aramayı gerektiren, verilere dayalı, uzun vadeli bir çalışmayı gerektiriyor. Bir şahsın, hatta bir ekibin kendi tasarımları ile yükseköğretimde reform diye nitelendirilecek köklü değişikliklere imza atma acullüğüne yönelmemesi lazımdır. Onun için yıllardır 'reform' yerine 'yeniden yapılanma' tabirini kullanıyorum. Eğitimde atılan yanlış adımların telafisi kolay olmaz, zaman açısından maliyeti sanıldığından daha da ağır olabilir. Bizim yöntemimiz mütevazi bir üslupla belli sorunları çöze çöze yürümek olacaktır. Bu iyileştirilen konular birbiri ile ilişkili konular olacaktır. Daha sonra iyileştirilen küçük parçalar, birleşerek daha büyük parçalara inkılap edecek. Bu süreci başlatabilirsek inşallah kısa bir müddet sonra hissedilebilir bir iyileşme göreceğimize inanıyorum. Kısacası eğitimde kökten değişiklikler yerine her zaman için tedriciliği esas alan, tashih edici, ikmal edici bir yöntemin doğru olduğunu düşünüyorum........Üniversitelerimiz girişimci kimliği oluşturmalı ama bunun yanı sıra pragmatist değil kültürlü, aydın vatandaşlar yetiştirmeyi de temin etmeli. Üniversitelerin eğitim, araştırma ve topluma hizmet fonksiyonları vardır, denildikten sonra bunlardan sadece birisinin öne çıkarılması üniversiteden beklenilenler ile ilgili toplumda yanlış bir yönlendirme ve şartlandırma da yapıyor. Halbuki üniversitenin varlığı, bütün faaliyetleri ile zaten toplum içindir, öyle de olmalıdır.(Hürriyet/19.11.2014/ )