BIST 9.916
DOLAR 32,44
EURO 34,74
ALTIN 2.438,67
HABER /  GÜNCEL

Turkuazın para kaynağı kim?

Turkuaz Hareketi'yle ilgili bilinmeyenler gün ışığında...

Abone ol

Dilek Yaraş-İnternethaber

Turkuaz Hareketi adını verdikleri bir oluşumla yeni bir partinin fizibilite çalışmalarına başlayan Ali Müfit Gürtuna, bu bir yıllık hazırlık ve araştırma döneminin sonunda -geçtiğimiz Haziran ayında- Türkiye’ye yeni ve farklı bir parti gerektiğine karar vermiş. Erken seçim olmayacağı kesinleşince de partinin kuruluşunu Kasım ayına ertelemiş. Henüz ismi konmayan partinin merkez binası Ankara’nın Balgat semtinde. İstanbul il başkanlığı içinse uygun bir yer bulamamışlar daha. Çalışmaları şimdilik Gürtuna’nın Levent’teki ofisinden yürütüyorlar. Partisinin tek başına iktidar olacağını söyleyecek kadar iddialı konuşmaktan kaçınmayan Gürtuna’yı ve kurmayı düşündüğü partisini daha yakından tanımak için uzun bir sohbet yaptık.






Parti kurmak için biraz geç kaldığınızı düşünmüyor musunuz? Çok az kaldı seçime....
Bir yıl var. Yeter. Biz zaten bir-iki ay içinde teşkilatlanmamızı yaparız. Bizim bu işi becerebilme ve gelecekte önemli bir liderlik kabiliyeti göstermemiz kadar, insanların bu yeni harekete ihtiyaç duyması da çok önemliydi. Bunun için de iki önemli şart vardı. Birincisi iktidar partisinin bu işi götüremeyeceğinin anlaşılması -ki bu çok net bir biçimde anlaşılmıştır. İkincisi de mevcut muahalefet partilerinin Türkiye’nin geleceği yönünde bir alternatif oluşturamayacağının anlaşılmasıydı...

Turkuaz, bir nabız yoklama hareketi midir yani?
Hayır, nabzın ötesinde bizim bakış açımızı ortaya koyduk. Çıkış sebebimiz siyasette varolan eksiklikleri gidermekti. Siyasetçiler, hiçbir hazırlık, ön çalışma yapmıyor. Geleceğe dönük projeksiyonlar oluşturmuyor. Seçime giderken sadece vaatler zinciri oluşturuyor.

Bu eleştirileriniz AKP’ye mi yönelik?
Yok, sadece AKP’ye yönelik değil. Türk siyasetinin en büyük problemidir bu. Zihinsel hazırlık yok, ekip hazırlığı yok. Bu nedenle, sonuç gerilime dayalı bir siyaset oluyor. Korku, düşman, kavga üreterek ve insanların hassas olduğu konular üzerinden tartışma yürüterek siyaset yapmanın bir sermayesi yok nasılsa. Çaba da gerektirmiyor...


Yani, bir yıl sonra seçimi siz kazanırsanız, hazırmısınız?
Tabii... Bizim çok hazırlığımız oldu ama yine de bu yeterli değil. Önümüzdeki bir yıl boyunca da devam edeceğiz.

Partinizin ismini halktan gelecek öneriler doğrultusunda seçmeniz size ne kazandıracak?
İnsanlarımız işin kolay olmadığını görsünler. Topyekün mücadele stratejisini ortaya koyuyoruz. Bütün milleti bu çabanın içine sokmak istiyoruz... Bu kampanyadan sonra, bir iki ay içinde bir kampanya daha başlatacağız. Türkiye’nin sorunları üzerine projesi olan herkesi bu projelerini bizimle paylaşmaya davet edeceğiz.

Sizin farkınız ne olacak diğerlerinden?
Çok açık ve net söylüyorum. İktidara geldiğimizde asla vakit kaybetmeyeceğiz. Öyle tebriklerle kabullerle zaman harcamayacağız. İlk geldiğimiz andan itibaren icraat başlayacak. Zaten kararnameleri bile önceden hazırlayacağız. Gelir gelmez hemen talimatlar verilecek ve hangi konuda, hangi sektörde ne yapılacaksa hemen uygulamaya geçeceğiz. Ayrıca; her il ve ilçeyle ilgili bir eylem paketi hazırlayacağız.

Bütün bunların sistemi hazır mı peki? Daha parti kurmadınız...
Biz bu çalışmaları yaptık diyorum... Bir sene evvel Türkiye’deki bütün ticaret odalarından, meslek odaklarından, iş adamlarından istedik de... tekrar isteyeceğiz... Bir genel kampanya daha yapacağız.

Kararnameler falan hazır olacak dediniz de...
Bu, beraberinde bir gölge kabineyi de getiriyor. İyi çalışan bir hükümet gibi şimdiden hazırlık yapmak durumundayız...

Kadronuza güveniyorsunuz yani...
Güveniyoruz... Kadromuz zaten çeşitli konularda sürekli çalışıyor. Genel program hazırlığımız oldu. O programın şimdi alt başlıklarının projelendirilmesi var. Üç aşamalı oluşturuyoruz vizyonumuzu. Öncelikli olarak 2023 vizyonunu öne koyduk. Onu Türkiye’de belediye başkanlığım sırasında ben ortaya koymuştum ilk defa. Daha belediye başkanı olmadan önce 2023 projeler demeti ve İstanbul diye bir çalışma yapmıştık. Belediye başkanı olduğumda, mazbatayı aldığımın ertesi günü temel attım. Hiç kimse de görülmemiştir bu.

Aynı sistemi şimdi yurt çapına mı taşımak istiyorsunuz?
Evet. O sistemi Türkiye için hazırlayacağız. Asla zaman kaybetmeden...


Transfer yaptınız mı başka partilerden?
Biz ona transfer demeyelim de, değişik partilerde hizmet vermek isteyip de aradığını bulamayan çok sayıda insan var ve her gün telefonlar geliyor...

Dışarda kalmışlar mı bunlar?
Haaayır, şu an partilerde olanlar da var...

İktidar partisinden de var mı?
Çok var. Mailleri bir göstereyim size... İnanın, değişik birimlerinde çalışanlar, bizzat merkez teşkilatlarında taşra teşkilatlarında, heryerde...

Neden ille de yeni bir parti, ‘siz’ varolan partilerden birine giremez miydiniz?
Mesele sadece mevki, makam elde etmek olsaydı, mevcut bir partiye girerdik. Bu kadar yorulmaya hiç gerek kalmazdı. Türkiye var olma veya yok olma mücadelesinin içinden geçiyor

Şansınız ne kadar sizce?
Eee biz, çok yüksek oy alacağımızı ve tek başımıza iktidara geleceğimizi düşünüyoruz.

Kararsızların oyuna mı güveniyorsunuz?
Aslında herkesin oyuna güveniyoruz. Kararsızların oyu da neredeyse yüzde yetmişlere vardı....Halk, artık sadece slogana ya da karşı tarafı tenkite dayalı içi boş söylemlerin yerine, somut üretime dönük projeler görmek istiyor.... 

Hangi partilerden oy gelir size?  
Her partiden oy gelecektir bize. Çünkü, biz bir ayrıştırmanın içinde değiliz. Sol-sağ, mezhep, yöre ayrıştırmasına karşıyız ve bu sınırların kalkmasını istiyoruz.

Peki birleşmek zorunda kalsanız....
Biz tabanda halk önderleri zemininde bir birliği sağlıyoruz.

Onu anladım da, oylarınız barajı aşmaya yetmezse, ne yapacaksınız?
Bizim baraj endişemiz yok zaten. Baraj için parti kurulmaz. Biz, yepyeni taptaze bir ruh ve heyecanla çıkmak, toplumun her kesimini kucaklamak istiyoruz.

Türkiye’nin temel problemi nedir sizce?
Türkiye’ye biçilen ‘üretme tüket’ rolüdür. Türkiye’deki bütün üretim kanalları birer birer kurutuldu. Tarım, hayvancılık, küçük sanayi KOBİ’ler bitti. Bir tek para piyasaları kaldı. Onun da millete bir faydası yok, zararı var. Türkiye’de ekonomi deyince akla döviz, faiz, borsa geliyor....

Borsa’ya karşı mısınız?
Tabii ki borsa olmalı. Borsa bütün kurumuyla, tüm objektifliğiyle çalışmalıdır. Sonuçta ticari hayatta bir sirkülasyon oluşturuyor. Biz -sadece- spekülasyon yapılarak halkın ütülmesine ve yabancı sermaye adıyla sıcak para gelmesine karşıyız.

Yani...
Borsa, döviz, faiz denen şeytan üçgeninde Türk insanını ütmekte, kanını emmekte ve gitmektedir. Sıcak para, yatırım ve üretime girmez. Ütüp kaçmaya bakar. Türkiye’ye milyarlarca dolar girmiştir bu şekilde... Bundan beş altı ay önce Soros gelmişti hatırlarsınız. Dedi ki; ‘’Sizin çok karlı bir ihraç malınız var onu değerlendirin.’’ ...

Askerimiz yani..
Evet askerimiz. Biz de o zaman demiştik ki, ‘’Merinoslar gidiyoor, Soroslar geliyor,’’...

Merinos ile Soros’un bağlantısını anlayamadım...
Merinos'un elli-altmış yıllık fabrikasını kapattık, Sümerbank’ı yok ettik. Kendilerine 'bakan' denilen bazı zatlar da bununla iftihar ettiklerini söylediler.

Siz küresel sermayeye soğuk bakmıyorsunuz aslında..
Asla bakmıyorum. Asla... Şimdi, küresel sermaye iki türlüdür. Bir; Soros gibi spekülatif, sıcak paracı, sadece para piyasasıyla oynayan tipler var. Bir de üretime dönük, ciddi şekilde çalışan şirketler var dünyada... Ama dikkat ederseniz, o şirketler Türkiye’ye hiç gelmiyor. Yurtdışındaki değişik finans ve üretici kesimleriyle temaslarım oldu. Onların söyledikleri şu: ‘’Türkiye, çok basit ve hukuk dışı yollardan iş gören siyasetçilerle dolu.’’ Bunların çoğu Türkiye’deki özelleştirmeye gelmeyeceklerini; çünkü objektif hukuki işlemlerin olmadığını söylediler.

Türkiye ithalat cenneti oldu, ihracat bitti. İhracatımız artıyor diyorlar ama bu artan ihracat bizim ürettiğimiz malların ihracatı değil, ithal edilip montaj yapılıp satılan. Gelişmiş ülkeler bizi arka bahçesi olarak görüyor, işin çevreyi yok eden, kirleten, katma değeri olmayan kısmını bize yaptırıyor.

Radikal çözümleriniz var mı Türkiye’nin sorunları için?
Şimdi bakın bu söylediklerim odur....Bunları söylerken pembe bir cennet vaadetmiyorum... Asla... Kazanmadan zengin olacaksınız diye birşey söz konusu değil. Aksine diyorum ki; ‘’Bizim dönemimizde çok çalışacaksınız. Hepimiz çok çalışacağız. Ama çalıştığınızın karşılığını alacağız. Herkes zengin olacak. Biz insanlara fakir kalma hakkı tanımayacağız.’’

Varlık’ta eşitlik mi diyorsunuz?
Eveet. Çünkü; fakir kalmak isteyenler toplumun genel ortalamasını düşürürler. Allah, her türlü imkanı bu ülkeye nasip etmiş. Tarım kaynakları, ormancılığı, denizciliği, sanayisi, insanı, stratejik ve coğrafi konumu herşeyiyle muazzam bir potansiyeli var. İnanın, bütün samimiyetimle söylüyorum, Türkiye 500 milyon insanı besleyecek potansiyele sahip. Ama biz 75 milyonu besleyemiyoruz...Bakın şuraya yazıyorum: Allah’ın izniyle, bizim iktidarımız on yıl sonra dışardan işçi getirecektir.... 

Meslek okullarına da ayrı bir önem verdiğinizi biliyorum...
Biz bugünkü eğitim sistemini yırtıp atacağız. Üç yaşından itibaren her çocuğu yetenek testine tabi tutacağız ve bir sanat dalına yönlendireceğiz.

Meslek seçimi ne zaman olacak?
Ortaokul seviyesinde... Düz lise kavramını tanımıyorum. Belki tamamen kaldırıp atmayız ama istisna hale getiririz... Meslek lisesini bitirenler dünyanın neresine giderse gitsin iş bulabilecek.

İyi de ilerleyen yaşlarında meslek değiştirmek isterse o çocuk,  bitirdiği meslek lisesi üniversiteye girişindebir engel olabiliyor...
Biz üniversite sınavını da kaldıracağız zaten. İsteyen istediği üniversiteye gitsin.

Nasıl olacak bu?
Özel üniversiteleri getireceğiz. Türkiye’de şu anda özel üniversite yok, vakıf üniversitesi var sadece.

İyi de bu okullara gitmek için de 'para' gerekecek...
Hayır... Herkes özel üniversiteye gidecek diye bir şart yok. Devlet üniversitesini kazanır devlette okunur. Harç sistemini de kaldıracağız. İhtiyacı olana devlet, eğitimi için para verecek...

Ama zaten isteyen istediği üniversiteye gitsin demiştiniz.... O zaman gelirine göre okul mu seçecek...
Tabi, tabi... ya da başarısına göre okul seçer..

Sizce, en büyük çatışma nedir Türkiye’de...
Etnisitenin ve mezheplerin ayrıştırılmasıdır. Ayrıştırma yapılan her konuda uçurum gittikçe açılıyor. Düşünün ki iki takımın taraftarını bile aynı stada koyamaz olduk. Ne acı....

Ya, laik-antilaik çatışması...
O, tepede birilerinin itiş kakışına malzeme oluşturan, figüratif bir olay. Türkiye adına proje üretmeden kendilerine taraftar bulmaya çalışıyor. Biz Türkiye’yi zenginleştiremezsek, eğitim seviyesini yükseltemezsek irtica da gelir, bölücülük de...

Eşiniz Reyhan Hanım, türban sorununa ‘farklı’ bir çözüm arayışıyla ortaya çıkmıştı.... Türban yerine şapka, başlık, bere gibi aksesuarlar öneriyordu... Bu çıkışın ‘türban’ sorununu çözeceğini ummuş muydunuz gerçekten?
Ummuştuk. En azından bir orta yoldu. Kimse bunu istismar etmesin... Başörtüsü problemini üniversite veya asker çözmelidir. Yani, Alevi kesimin problemini Sünni, Sünni kesimin problemini Alevi kesim çözmelidir.


Fakat, gördüğüm kadarıyla Reyhan Hanım'ın bu girişimi karşısında neredeyse acımasız tepkiler aldı...
Doğru, doğru.

Sizin için de eşinizin bu girişimini 'Turkuaz Hareketi'nin adını duyurmak için kullandığınız söyleniyordu...
Aksine o zor bir şeydi. Türkiye’de en kolay iş din istismarıdır. Biz zoru seçiyoruz. İnsanların yerine göre tepki koyabileceği çözümün de olduğu bir platforma taşıyoruz.

Türban konusunda ne diyorsunuz peki....
Bunun en büyük bedelini kadınlar ödüyor. Kızlar, okula giremiyor... Eve mahkum ediliyor. Yaşanmamış bir hayatı düşünebiliyor musunuz?... Öyle bir iklim üretmeliyiz ki birbirimizin başı açık mı kapalı mı farketmemeliyiz bile...

Öyleydi zaten...
Tabii ki öyleydi... İşte bu fikri, ideolojik bağnazlıkları geçmemiz lazım. Bizim toplumumuz öyle bir toplumdu ki, aynı sokakta farklı dinden, farklı kültürlerden insanlar bir arada yaşıyordu. Ne yazık ki son kırk yıldır -aşamalı olarak- bir ayrışma yaşadık. Gettolaştık. Bu kamplaşma, kültürel ve ekonomik iletkenliği ortadan kaldırıyor.

Ama bu kamplaşma iklimi artık devletin en üst tepelerine kadar ulaştı...
Tabi, ne yazık ki devlet kurumları birbiriye çatışan alanlara dönüştü. Yekpare bir devlet sistemi ile bile başımızdaki muazzam badireleri zor aşacakken, böyle parçalanmış bir yapıyla aşmamız mümkün değil.

Siz, hiçbir şeyi dışlamıyorsunuz, ama koşullu birliktelikten yanasınız, yanılıyor muyum?.. Mesela, ne AB’ye ne de NATO’ya karşısınız....
Tabii ki, aslaa... Dış siyasette düşmanlık da yoktur, dostluk da... Önemli olan aldığınızın verdiğinizden çok olmasıdır. Şu an Türkiye’de olduğu gibi birşey almadan hep verme durumunda kalırsanız o da köleliktir.

Lübnan’a asker gönderme konusu...
Türkiye’nin insiyatifiyle gerçekleşmemiştir o durum. Senaryosunu kendi yazmadığı bir oyunda oynamaktadır Türkiye...

Şu anda da Afganistan’a asker göndermemiz konusunda baskı var... Gerçi bu konu ilk defa gündeme geldiğinde Büyükanıt ‘’göndermeyeceğiz ‘’ demişti ama...
Bu hükümet Türkiye’yi çok zayıf düşürdü. Dış ilişkilerimizde son derece teslimiyetçi bir yaklaşım sergiledi. İç siyasette hırpalanmamak için dışardan güç alma stratejisine yöneldiler bu da çok büyük tavizleri beraberinde getirdi.

Şu anda iktidarda olanların çoğu sizin Fazilet Partisi’nden de tanıdığınız arkadaşlarınız...
Onları, hiç tanıyamıyorum doğrusu. Eski dönemlerde onları yetiştiren hocaları dahi ‘’Bizim elimizden çıkan insanlar bunlar değillerdi.’’ diyorlar....

İyi de onlar da ‘’değiştik’’ diyorlar zaten...
Şimdi, burdaki değişim başka. Burda bir başkalaşım var... Bunlar siyaseti soyunma odasına çevirdiler. Yok ‘’gömlek değiştirdik’’, yok ‘’pantolon değiştirdik’’... Değişim olur ama, kimlik değişimi olmaz....

Erbakan’ın liderlik yaptığı partilerle Erdoğan’ın AKP’si arasında ne gibi farklar var?
AKP yönetiminin o kadrodan çok farkı var doğrusu. Ben Fazilet Partisi’nde bir yolsuzluk, usulsüzlük kültürü görmedim. Bu iktidarda ise sadece merkezde değil, Anadolu’nun her yerinde çok büyük usulsüzlükler dönüyor...

''AKP bu milletin ‘milli ve dini’ duygularını istismar etmiştir,'' diyorsunuz. Nasıl istismar ediyorlar dini duyguları...
Ben tabi, direkt istismar ediyor tarzında değil ama, kullanılan jargon itibariyle, seçim öncesindeki yaklaşımla seçim sonrası yaklaşım çok farklı olmuştur anlamında dedim...
İnanan insanların maddi ve manevi anlamda ezilmişlikleri konu edilerek gelindi iktidara ama geldikleri çevreye sırtlarını döndüler. Halkı unuttular...Bu iktidarın partizanlık ve rant üzerine bir ayrıştırma kültürü var...

Yani bir tarafta AKP’liler, diğer tarafta da AKP’li olmayanlar mı?
AKP’nin de çekirdek ekibi. Yoksa, teşkilatlardaki bir çok insan samimiyetle çalışmıştır. Şimdi onlar da pişman zaten. Merkez, cuntacı bir yaklaşım içinde... Partinin tamamını da kastetmiyorum... Çekirdekteki bir grup... Bu grup devlete hakim oluyor. Olup bitenleri ben takip edeyim tarzında bir yaklaşım içinde...Yani bir yozlaşma var burda. Mesele bu. Hatta bir AKP’li arkadaş şöyle demişti bana: ‘’Biz eskiden mücahittik, sonra müşahid olduk. Sonra müteahhid olduk. Şimdi de müsait olduk.’’

Turkuaz Hareketi'ne kim ya da kimler sponsorluk yapıyor?
Öyle büyük harcamalarımız olmuyor zaten. Ama parti teşkilatları kurulmaya başlanınca tabii ki bir takım ihtiyaçlar olacak. Onu da her ilde ve ilçede o bölgenin insanları karşılayacak.

Bu sürdüğünüz kampanyayı kendi cebinizden mi karşılıyorsunuz?
Şu ana kadar zaten çok harcama olmadığı için...

Yoğun bir reklam kampanyasına giriştiniz, ucuz işler değil ki bunlar...
İşte parti olayı var. Onlar tabi sponsorlar vasıtasıyla yürütülüyorlar...

İşte ben de o sponsorların kim olduklarını merak ettim?
Bir sürü insan yani... Sonuçta partileşme süreci olunca her kesimden insan geliyor.... Ama, insanların kendi izni olmadan söyleyemem.

''Hareketimizde şu, şu önemli isimler var,'' diyebilir misiniz?
Çok isim var. Ama şu anda isim vermekten şu anlamda kaçınıyorum: Sanki verdiğim isimler önemliymiş de diğerleri önemsizmiş gibi algılanmasın diye...

Mesela Sinan Aygün var mı?... Bazı düşüncelerinizi Aygün’ün düşünceleriyle çok yakın gördüm de ondan geldi aklıma... Onun da siyasete girmeye pek soğuk bakmadığı gibi bir izlenim edinmiştik...
O, şu anda Ankara Ticaret Odası’nın başında....Yine de seçim dönemi filan dahil olabilir..... Biz tanışıyoruz zaten, dostuz.

Siz yerel yönetimlere çok önem veriyorsunuz değil mi?
Şehrin gücünü anlamak lazım... O gücün açığa çıkarılmasını ve ülkeyi taşıyan enerjiye dönüşmesini istiyoruz.

Hazır mı Türkiye böyle bir şeye... Bu aslında oldukça ‘radikal’ bir yaklaşım değil mi?
Tabiiii.... Önemli olan bunu psikolojik olarak da mevzuat olarak da hazırlamak.... Tabi burda Türkiye’nin üniter yapısı kaygıları gündeme geliyor. Ama üniter yapıyı asla sarsmadan bu yapılabilir.

Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir'in petrol rezervleri ve su kaynaklarının yerel yönetimlere devredilmesi talebine ne diyorsunuz?
O farklı bir olay. Doğru bir yaklaşım değil. Arka planında başka şeyleri çağıran bir yaklaşım. Şehre, kendi ürettiği değerlerinin verilmesi doğrudur ama doğalgaz ve petrol milli kaynaklardır, ülkenindir.

Peki, Mehmet Ağar’ın ‘’Dağdakiler insin düz ovada siyaset yapsın,’’ sözlerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ağar, bir şey söylemedi aslında. Söylüyormuş gibi yaptı. Yani ‘af mı çıksın diyor, yoksa başka bir şey mi diyor belli değil?

''Asker benim zamanımda konuşamaz,'' da dedi...
Sonra ondan da çark etti ama...

Siz nasıl bakıyorsunuz peki olaya, sizin yönetiminizde ‘asker’ konuşabilir mi?
Bu asker-sivil polemiklerini büyütmemek lazım. Önemli olan gereksiz konuşmaya fırsat vermeyecek ciddi yönetimleri üretmektir. Demokrasiye sivil toplumu güçlendirerek sahip çıkabiliriz.

Sizce terör konusunda ne yapılmalı?
Bi kere her Kürt kökenli vatandaşımızı sanki terörün bir parçası gibi görmeyi terketmek lazım. Dış mihrakların Türkiye’de yapmak istedikleri bu. Benim endişem, bu problem Doğu’dan ziyade Batı’da büyüyecektir. Bu konular inkar da edilmemeli, istismar da edilmemeli. Biz, kökünden çözeceğiz. Bataklığı kurutacağız. ‘’Dağdan insin, dağa çıksın’’ yaklaşımı sineklerle uğraşmaktır.... En önemlisi, ekonomik olarak ülkemizi üreten bir yapıya kavuşturmalıyız, işsizlik sorununu çözmeliyiz, bütün gençlerimize iyi bir eğitim verilmeliyiz. Aramızdaki kültür bağlarına önem vermeli, yozlaşmaya karşı kendi öz kültürümüzü korumalı, artı yerel kültüre de saygı duymalıyız.

Bir de Cengiz Han modeli vardı Mehmet Ağar’ın.... Hani, onun zamanında imparatorluğun bir ucundan öteki ucuna bir çuval altınla güvenlik içinde gider gelirmiş insanlar...
Cengiz Han modeli; tam bir şiddet, yıkma yağma ve korkutma formülüdür.                                           



MERAKLISINA NOT: Ben bu sohbeti yayına hazırlarken, Zaman Gazetesi'nde Gürtuna'nın partilerine katılma ihtimali olan isimler ve yaptığı harcamalar hakkında bazı açıklamalar gördüm. Bu açıklamalar bizim sohbetimizden edindiğim bilgilerle çelişiyor gibi geldi bana. Bunun üzerine Ali Müfit  Gürtuna'ya telefon açıp bu çelişkili açıklamaların sebebini sordum. Gürtuna; ekonomi konusundaki açıklamaları kendisinin tüm siyasi hayatına yönelik olarak yaptığını söyledi ve kurulacak partiye katılma ihtimali olan kişilerin (CHP eski Genel Başkanı Altan Öymen, Yargıtay eski Başkanı Prof. Sami Selçuk, Cem Vakfı Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Yaşar Tükek, Haliç Üniversitesi Kurucu Rektörü Prof. Dr. Ahmet Yüksel, sanatçı Osman Yağmurdereli)  isimlerine dair açıklamaları kendisinin yapmadığını adı geçen gazete tarafından 'bilgi' olarak verildiğini belirtti. Kısacası Gürtuna; henüz kesinleşmediği için kurmay takımını şimdiden açıklamanın doğru olmadığını düşünüyor.