Stockholm Dönüşü
Sakin, biraz gotik ama huzur veren dingin bir şehir Stockholm. Avrupa’yı bir kez daha sevdiriyor.Peki hiç mi olumsuz tarafı yok bu ülkenin? Var.
Gitmeden önce küçük çaplı bir Stockholm-Istanbul kıyaslaması
yapmış, bir önceki yazımda sizlerle paylaşmıştım.
Stockholm’e gidince gördüm ki, bu güzel şehir hakkında yazdığım
olumlu şeyler az bile kalmış.
Orda kaldığım birkaç gün boyunca yaptığım gözlemlerle bazı önemli
sosyolojik ipuçları edindim şehirle ilgili.
Bir kere nerdeyse istisnasız herkes İngilizce konuşabiliyor. En
vasıfsız görünen bir güvenlik görevlisine bir şey sorduğunda bile
sular seller gibi alıyorsun İngilizce cevabını. (Anadilleri
İsveççe)
Restaurantlarda, coffee house’larda çalışan garsonların tamamına
yakını kadın. Bizde olduğu gibi hiç kimse garson diye bir kadını
‘yollu’ ilan etmiyor. Gayet güzel işlerini yapıyorlar. Cinsiyet
ayrımcılığı yok.
Sağlıklı yaşama çok düşkünler. O buz gibi havada (tir tir titredim)
askılı t-shirtlerle koşan kızları mı anlatayım, ilerlemiş yaşına
rağmen senden benden iyi koşabilen amcaları mı? Bir de sadece
kadınların katıldığı bir maratona denk geldik. Rengarenk neon spor
kıyafetleriyle nerdeyse tüm şehri koşarak geçtiler.
Her yerde kredi kartı kullanılıyor. Sokakta iki kuruşluk çikolata
alırken bile kredi kartı ile ödeme yapabiliyorsun. Bu da
vergilendirilmemiş kazanç olmadığını gösteriyor. Ve kimse kredi
kartı verdin diye surat asmıyor. Kredi kartına ise herkes sahip
olamıyor. Önce iyice takip ediliyorsun, belirli bir süre geçiyor,
uygun görülürse kart alabiliyorsun. Yani istesen de borç batağına
kolay kolay sürüklenmiyorsun.
Stockholm’de musluklardan su içilebiliyor. Hatta müze gibi yerlerin
tuvaletinde duvara monte edilmiş plastik bardak aparatları var.
Suya ayrıca para ödemiyorsun.
Şehirde bir yaya ve bir araba karşı karşıya gelirse, geçiş
üstünlüğü kesinlikle yayanın! Zaten yayaların bu hakkı yasalarla
sabit. Yayaya yol vermeme, kornaya abanma, önüne çıktı diye küfür
etme gibi durumlar orda yok.
Bisiklet yolları var. Diğer Avrupa şehirlerinde olduğu gibi.
Çocuklar bile bisiklet kullanıyor. Ve bisiklet kullanan küçük büyük
herkesin kafasında mutlaka kask var! Hani bizde motosiklete
binenlerin bile takmadığı..
Sokaklarda trafik yok. Tek bir korna sesi bile duymadım. Zaten
ehliyet almak, bir araba almaktan nerdeyse daha pahalıya geliyor.
Öyle her kafasına esen istediği gibi ehliyet alamıyor. Sıkı bir
denetim var ve oldukça külfetli. Ama zaten çok da ihtiyaç yok.
Çünkü son derece gelişmiş bir toplu taşıma ağı var. Bunları anlattı
Stockholm’de yaşayan bir arkadaşım.
O arkadaşım başka şeyler de anlattı Stockholm’ün ünlü kahve
zincirlerinden birinde kahvemizi içip sohbet ederken. Kendisi orada
çalışıyor ve yaşıyor. Şimdi sıkı durun, bundan sonraki
anlatacaklarım sizi iyice üzebilir.
Diyelim biz Türkiye’de özel bir şirkette işe başladık. Bildiğiniz
gibi 1 yılı doldurmadan izin hakkı elde edemiyoruz. Bir yılın
sonunda ise elde ettiğimiz izin günü sayısı 12 iş günü. Orda ise
işe girer girmez izin hakkın var. İzinler işe girdiğin tarihe göre
değil yaşa göre hesaplanıyor. 28 yaşına kadar olanlar 28 iş günü
(takvim günü demiyorum dikkatinizi çekerim, 28 iş günü.. takvim
gününe vurursanız daha fazla), yaş ilerledikçe izin günü hakkı
artıyor.
İşveren işçiyi öyle kafasına göre istediği saatlerde
çalıştıramıyor. İşçinin hakları var. Saat 6’dan itibaren bazı
restaurant ve kahve dükkanları kapanmaya başlıyor. Alışveriş
merkezi içindekiler dahil. Alışveriş merkezleri de hafta içi akşam
8’e, hafta sonu ise 6’ya kadar açık.
Bitmedi sıkı durun.
Doğum izni sadece anneye ait değil. Baba için de doğum izni söz
konusu. Toplam 480 gün doğum izni hakkı var ve bunun 180 günü
babaya ait. (Bu sürede maaş almaya devam ediyorsun). Çocuk doğdu,
biraz büyüdü, e kreş masrafı var?? O da devlete ait. Ayrıca
üniversiteye kadar tüm eğitim masrafları da (kitap-defter vs dahil)
devlete ait. Siz eğitim için ayrıca para ödemiyorsunuz. Hepsi
verdiğiniz verginin içinde. (Vergi oranı Türkiye’dekinden fazla
değil) Bizde olduğu gibi hem vergi verip hem de tekrar ve tekrar ve
tekrar aynı şeyler için para ödemek söz konusu değil. Ayrıca
çocuklar için sağlık hizmetleri de bedava. Sadece ilaç parası
veriyorsun. Belli bir yaşa kadar devlet bakıyor. Olması gerektiği
gibi…
Arkadaşım ve ailesiyle kahvemizi içerken ben onları şaşkın ifademle
dinlemeye devam ediyorum.
Konu konuyu açıyor. Öğreniyorum ki orada fuhuş da yok. Genelev de
öyle. İnsanlar cinsel ihtiyaçlarını para karşılığı gidermiyor.
Cezası var. Seksi satın alınan bir şey olarak görmüyor, kadının
istismar edilmesine izin vermiyorlar. Ama dahası buna ihtiyaç
duymuyorlar. Seks onlar için tabu değil. ‘Namus iki bacak
arasındadır’ gibi ilkel bir düşünceye saplanıp kalmamışlar.
Ayrıca evlilik dışı birlikte yaşama İsveç’te kabul gören bir durum.
Bu duruma ‘Sambo’ deniyor. Resmi olarak geçerliliği olan bir statü.
Sambo başvurusunda bulunuyorsun ve evlenmeden ‘birlikte
yaşıyorsun’.
Böyle ilginç bir ülke işte İsveç. Müthiş bir sistematik var.
Arkadaşım anlatıyor, ben ağzım açık dinliyorum. Özellikle
işveren-işçi kısmına takılıyorum. Bizde çalışanın nasıl sömürüldüğü
aklıma geliyor ve üzülüyorum. Kaliteli ve insanca yaşamak benim
ülkemin insanlarının da hakkı diyorum, isyan ediyorum.
Sakin, biraz gotik ama huzur veren dingin bir şehir Stockholm.
Avrupa’yı bir kez daha sevdiriyor.
Peki hiç mi olumsuz tarafı yok bu ülkenin? Var. Ev bulmak zor ve
kiralar yüksek. Nedeni ise doğaya olan saygıları. Hektar hektar
yeşil alana kıyıp her yere ev dikmiyorlar. Zaten şehrin ne kadar
yeşil olduğunu uçaktan kuşbakışı görünce inanamadık. Eşim ‘Bizde
olsa ne toplu konutlar dikilirdi buralara!’ diye espri yaptı.
Gülelim mi ağlayalım mı bilemedik.
https://www.facebook.com/Evrim.Akses
https://twitter.com/evrimakses