BIST 10.219
DOLAR 32,21
EURO 34,86
ALTIN 2.444,47

Stockholm Dönüşü

Sakin, biraz gotik ama huzur veren dingin bir şehir Stockholm. Avrupa’yı bir kez daha sevdiriyor.Peki hiç mi olumsuz tarafı yok bu ülkenin? Var.


Gitmeden önce küçük çaplı bir Stockholm-Istanbul kıyaslaması yapmış, bir önceki yazımda sizlerle paylaşmıştım.

Stockholm’e gidince gördüm ki, bu güzel şehir hakkında yazdığım olumlu şeyler az bile kalmış.
Orda kaldığım birkaç gün boyunca yaptığım gözlemlerle bazı önemli sosyolojik ipuçları edindim şehirle ilgili.

Bir kere nerdeyse istisnasız herkes İngilizce konuşabiliyor. En vasıfsız görünen bir güvenlik görevlisine bir şey sorduğunda bile sular seller gibi alıyorsun İngilizce cevabını. (Anadilleri İsveççe)
Restaurantlarda, coffee house’larda çalışan garsonların tamamına yakını kadın. Bizde olduğu gibi hiç kimse garson diye bir kadını ‘yollu’ ilan etmiyor. Gayet güzel işlerini yapıyorlar. Cinsiyet ayrımcılığı yok.

Sağlıklı yaşama çok düşkünler. O buz gibi havada (tir tir titredim) askılı t-shirtlerle koşan kızları mı anlatayım, ilerlemiş yaşına rağmen senden benden iyi koşabilen amcaları mı? Bir de sadece kadınların katıldığı bir maratona denk geldik. Rengarenk neon spor kıyafetleriyle nerdeyse tüm şehri koşarak geçtiler.

Her yerde kredi kartı kullanılıyor. Sokakta iki kuruşluk çikolata alırken bile kredi kartı ile ödeme yapabiliyorsun. Bu da vergilendirilmemiş kazanç olmadığını gösteriyor. Ve kimse kredi kartı verdin diye surat asmıyor. Kredi kartına ise herkes sahip olamıyor. Önce iyice takip ediliyorsun, belirli bir süre geçiyor, uygun görülürse kart alabiliyorsun. Yani istesen de borç batağına kolay kolay sürüklenmiyorsun.

Stockholm’de musluklardan su içilebiliyor. Hatta müze gibi yerlerin tuvaletinde duvara monte edilmiş plastik bardak aparatları var. Suya ayrıca para ödemiyorsun.
Şehirde bir yaya ve bir araba karşı karşıya gelirse, geçiş üstünlüğü kesinlikle yayanın! Zaten yayaların bu hakkı yasalarla sabit. Yayaya yol vermeme, kornaya abanma, önüne çıktı diye küfür etme gibi durumlar orda yok.

Bisiklet yolları var. Diğer Avrupa şehirlerinde olduğu gibi. Çocuklar bile bisiklet kullanıyor. Ve bisiklet kullanan küçük büyük herkesin kafasında mutlaka kask var! Hani bizde motosiklete binenlerin bile takmadığı..

Sokaklarda trafik yok. Tek bir korna sesi bile duymadım. Zaten ehliyet almak, bir araba almaktan nerdeyse daha pahalıya geliyor. Öyle her kafasına esen istediği gibi ehliyet alamıyor. Sıkı bir denetim var ve oldukça külfetli. Ama zaten çok da ihtiyaç yok. Çünkü son derece gelişmiş bir toplu taşıma ağı var. Bunları anlattı Stockholm’de yaşayan bir arkadaşım.

O arkadaşım başka şeyler de anlattı Stockholm’ün ünlü kahve zincirlerinden birinde kahvemizi içip sohbet ederken. Kendisi orada çalışıyor ve yaşıyor. Şimdi sıkı durun, bundan sonraki anlatacaklarım sizi iyice üzebilir.

Diyelim biz Türkiye’de özel bir şirkette işe başladık. Bildiğiniz gibi 1 yılı doldurmadan izin hakkı elde edemiyoruz. Bir yılın sonunda ise elde ettiğimiz izin günü sayısı 12 iş günü. Orda ise işe girer girmez izin hakkın var. İzinler işe girdiğin tarihe göre değil yaşa göre hesaplanıyor. 28 yaşına kadar olanlar 28 iş günü (takvim günü demiyorum dikkatinizi çekerim, 28 iş günü.. takvim gününe vurursanız daha fazla), yaş ilerledikçe izin günü hakkı artıyor.

İşveren işçiyi öyle kafasına göre istediği saatlerde çalıştıramıyor. İşçinin hakları var. Saat 6’dan itibaren bazı restaurant ve kahve dükkanları kapanmaya başlıyor. Alışveriş merkezi içindekiler dahil. Alışveriş merkezleri de hafta içi akşam 8’e, hafta sonu ise 6’ya kadar açık.

Bitmedi sıkı durun.

Doğum izni sadece anneye ait değil. Baba için de doğum izni söz konusu. Toplam 480 gün doğum izni hakkı var ve bunun 180 günü babaya ait. (Bu sürede maaş almaya devam ediyorsun). Çocuk doğdu, biraz büyüdü, e kreş masrafı var?? O da devlete ait. Ayrıca üniversiteye kadar tüm eğitim masrafları da (kitap-defter vs dahil) devlete ait. Siz eğitim için ayrıca para ödemiyorsunuz. Hepsi verdiğiniz verginin içinde. (Vergi oranı Türkiye’dekinden fazla değil) Bizde olduğu gibi hem vergi verip hem de tekrar ve tekrar ve tekrar aynı şeyler için para ödemek söz konusu değil. Ayrıca çocuklar için sağlık hizmetleri de bedava. Sadece ilaç parası veriyorsun. Belli bir yaşa kadar devlet bakıyor. Olması gerektiği gibi…

Arkadaşım ve ailesiyle kahvemizi içerken ben onları şaşkın ifademle dinlemeye devam ediyorum.
Konu konuyu açıyor. Öğreniyorum ki orada fuhuş da yok. Genelev de öyle. İnsanlar cinsel ihtiyaçlarını para karşılığı gidermiyor. Cezası var. Seksi satın alınan bir şey olarak görmüyor, kadının istismar edilmesine izin vermiyorlar. Ama dahası buna ihtiyaç duymuyorlar. Seks onlar için tabu değil. ‘Namus iki bacak arasındadır’ gibi ilkel bir düşünceye saplanıp kalmamışlar.

Ayrıca evlilik dışı birlikte yaşama İsveç’te kabul gören bir durum. Bu duruma ‘Sambo’ deniyor. Resmi olarak geçerliliği olan bir statü. Sambo başvurusunda bulunuyorsun ve evlenmeden ‘birlikte yaşıyorsun’.

Böyle ilginç bir ülke işte İsveç. Müthiş bir sistematik var. Arkadaşım anlatıyor, ben ağzım açık dinliyorum. Özellikle işveren-işçi kısmına takılıyorum. Bizde çalışanın nasıl sömürüldüğü aklıma geliyor ve üzülüyorum. Kaliteli ve insanca yaşamak benim ülkemin insanlarının da hakkı diyorum, isyan ediyorum.

Sakin, biraz gotik ama huzur veren dingin bir şehir Stockholm. Avrupa’yı bir kez daha sevdiriyor.
Peki hiç mi olumsuz tarafı yok bu ülkenin? Var. Ev bulmak zor ve kiralar yüksek. Nedeni ise doğaya olan saygıları. Hektar hektar yeşil alana kıyıp her yere ev dikmiyorlar. Zaten şehrin ne kadar yeşil olduğunu uçaktan kuşbakışı görünce inanamadık. Eşim ‘Bizde olsa ne toplu konutlar dikilirdi buralara!’ diye espri yaptı. Gülelim mi ağlayalım mı bilemedik.

 

https://www.facebook.com/Evrim.Akses
https://twitter.com/evrimakses