BIST 9.717
DOLAR 32,54
EURO 34,91
ALTIN 2.437,09

Köşe yazılarında “yozlaşma” mı var? Hadi canım sende!...

Regaib Kandili’ni kutladık ve mübarek üç aylar başladı. “Üç aylara girdik. Recep ve şaban aylarından sonra ramazana gireceğiz. Aslında bu üç ay, hayatı yeniden....

Regaib Kandili’ni kutladık ve mübarek üç aylar başladı. “Üç aylara girdik. Recep ve şaban aylarından sonra ramazana gireceğiz. Aslında bu üç ay, hayatı yeniden hesap etmek için bir fırsattır.

Ahdimizi, vefamızı, sözümüzü, kararımızı yenilemek için imkânımız var. Günahlarımız bizi üzmeli ama ümitsiz kılmamalıdır. Çıkış kapısı var elbette. Tevbekârları Yüce Rabbimiz sever. Hatta günahından tevbe eden günahkârın bu kararlılığı Yüce Rabbi sevindirir. Allah, meleklere de bu kulunu örnek gösterir ve "Bu kulum bir Rabbi olduğunu bildi ve beni hatırladı" buyurur. Hadi hep beraber tevbe sokağına çıkalım. Caddelerimizi, sokak, şehir ve evlerimizi tevbe ile yıkayalım. Beraberce zikrimizi, duamızı, kararlılığımızı yenileyelim.” (N.Hatipoğlu)

Bakalım, üç ayların; siyasete ve köşe yazarlarına etkisi olacak mı? veya nasıl olacak?

Sanat/müzik dururken niye bu girişi yaptık söyleyelim.. Sn.Başbakan’ın dün Haliç Kongre Merkezi’nde verdiği mesajlarla, AK Parti’yi destekleyen köşe yazarlarının kullandıkları dil “tenakuz”un büyük olduğunu gösteriyor. Sn. Başbakan; “kadim medeniyet, Türklük, müslümanlık, merhamet, şefkat, Hz. Ömer adaleti, insan hakları, özgürlük, hukuk, muhabbetli olmak, kişilik hakları, demokrasi, insan olmak, ahlaklı olmak, çıkar peşinde olmamak, iman, insanlar arasında; dil, din, ırk v.b. ayrım yapmamak, mazlumların sesi olmak v.b.” diyor. Peki köşe yazarları ne diyor?!

Birlikte bakalım;

Bir yazar diyor ki; Siyaseti de yozlaştıran hastalıklı bir gazetecilik varmış!..

“Son dönemde maalesef siyaseti de yozlaştıran hastalıklı bir gazetecilik anlayışıyla karşı karşıyayız. Hasbelkader kendilerine köşeler bahşedilmiş bulunan bazı kalemler hiçbir düşünsel erdeme itibar etmeden, hiçbir sosyolojik ve toplumsal gerçeği dikkate almadan, tam bir cahil cesaretiyle yalınkılıç memlekete nizamat veriyorlar. Bu kalemlerin kafalarında bir takım nevrotik sorunlar var mıdır bilemem ama, Türkiye adına çok tehlikeli tarifler yaptıkları muhakkak. Önce kafalarında hayali bir ülke ve hayali düşmanlar yaratıyorlar. Sonra da yarattıkları bu hayali ülkenin etrafını korku duvarlarıyla çeviriyorlar. Kafalarda böylesine bir korku imparatorluğu yaratılınca doğal olarak akıl ve mantığın bütün ipleri kopuyor. Artık bu noktadan sonra onları sınırlayabilecek hiçbir hukuki gerçeklik, ahlaki kural ve de demokratik değer kalmıyor. Onlara göre memleket ‘şer koalisyonu’ tarafından kuşatılmış ve gavurlar ülkeyi işgal etmek üzeredir. Dolayısıyla behemehal harekete geçilmeli ve yeniden bir istiklal mücadelesi için millet ayağa kaldırılmalıdır!........Şimdilerde milli duyguları köpürterek Türkiye’nin bir istiklal savaşı ortamında olduğunu söyleyen bu zihniyet, maalesef

Tayyip Erdoğan’ı bile doğru okuyabilecek bir zihniyet ikliminden uzaklaşmış durumdadır…..”

Biz, siyasetçi değiliz, ama güncel olayları/yazıları “tarafsız gözle”, “günlük” takip ediyoruz. Bazı köşe yazarlarından bir zamanlar gözde olanların; “gözden düşünce nasıl fikir değiştirdikleri, Sn.Cumhurbaşkanı’nın/Sn. Başbakan’ın uçağına binince “uçaktan yazıyorum” diye hava attıklarını, resim göndermek için yarıştıklarını, “arkalarında, güç var” olunca kabadayılık yaptıklarını/memleketi kurtardıklarını, karşılarındakileri küçümsediklerini, çevresine/muhaliflere aslan kesildiklerini, bugün ise birbirlerini -çocuk gibi- gammazladıklarını, ülkeyi yazdıkları ile idare ettiklerini sandıklarını v.b.” izliyoruz ve “bu şekilde göze girenlerin zaman zaman değiştiğini” her aklı başında insan gibi görüyoruz. Yazıların içeriğine karışmıyor, kullandıkları “dile ve tenakuzlara” değinmek istiyoruz.

Gezi olaylarında Dolmabahçe’de olduğu söylenen, ispatlanamayan ve uydurma olduğu anlaşılan haberlerde, “doğru” diye çok çabalayan ve büyük tepki çeken Elif Çakır, artık Karar’da yazıyor. Sağduyulu bir kişi olan Milli Eğitim Bakanı’nın 2 gün boyunca E. Çakır’a roportaj vermesini yadırgadık. (E.Çakır, son yazısında “siyaset ahlakla buluşmalı” diyor, -eski yazılarını okuyarak- yorum yine sizin!) Üst makamlar, “biraz daha seçici ve dikkatli olmalı” diye düşünüyoruz.

Yenişafak’ta SalihTuna aynı kulvarda/söylemlerde devam ediyor. Yazılarda, konuşmalarda;

“AKP’li fırıldaklar” deniyor, “devrin sefasını” sürdüler, “ballı maaş” aldılar, “daha fazla zorlamasınlar” (sonra kirli çamaşırları ortaya dökerim anlamında) deniyor…Kim bunlar? Ne almışlar? Kim vermiş?

Niye vermiş? Kazancı ne olmuş? Şimdi niye kaybetmiş? Ne suç işlemiş? v.b. Nasıl bir ortam bu!...Kılıç çeken, çekene!...Herkesin koltuğunun altında bir dosya var sanki!...

Star’da; Ahmet Kekeç, kendi yazılarında güzel Türkçe ifadeler kullanıyor gibi; “tiksiniyoruz” başlıklı yazısında dersler veriyor!...

Bu arada; (Star’la ilişiği kesildiği belirtiliyor) Cem Küçük’ün, Abdülkadir Selvi’nin Hürriyet’te azmaya başladığı için yazdığı yazıdaki etik olmayan sözleri de yanlış buluyoruz. C.Küçük; sürekli A.Doğan’dan davet bekleyen, şu anda kendi tarafında (muhafazakar) gözüken 7’li çete mensuplarının varlığından bahsediyor. Küçük’ün yazılarını okudukça A.Doğan’ın ne kadar büyük bir beyin! olduğunu, basın dünyasını elinde çevirdiğini!, muhalif insanları alıp evrimleştirdiği v.b. anlaşılıyor!.. Hep Akif Beki’yi örnek veriyor… Acaba, öyle mi? Abartı mı? Gerçek mi?...

4 Nisan 2016, Pazartesi günü, sabah 24 TV açtığımızda -24’ün daimi programcısı- Ersoy Dede, yenişafak yazarı Hikmet Genç’i (Genç’te sürekli konuk) karşısına almıştı ve; Doğan grubuna, Hayko Cepkin’e, A. Selvi’ye, A.Hakan’a, bazı gazetelere -ağza alınmaması gereken kelimelerle- verip veriştiriyordu. Genç; durdurmak/hafifletmek istiyordu, hayırlısı olsun diyordu, ama mümkün mü? Güç arkasında olunca, ya da güçlü olunca her şey değişiyordu. E.Dede, tutulamıyordu maalesef…

Eskiden de siyaset vardı, sağ-sol vardı, gazeteciler, köşe yazarları ve gazeteler vardı…Böylesi görülmedi galiba…Ne zaman ve niye bu duruma geldik? Neden birbirlerine –ekranın arkasından- bu kadar hınç duyuluyor? Satılık deniyor? A.Selvi’ye laf atarak, C.Küçük ve R.O.K’ya A.Doğan’ın parası yetmez deniyor? Habertürk’e geçseydi hadi neyse deniyor?… Hürriyet; vatan haini, vatan düşmanı deniyor? O zaman en büyük okuyucu kitlesine sahip olduğu için alanlarda mı devlete düşman oluyor?

H.Cepkin için “beyni bitmiş”, F. Koru için “tedavülden kalktı “ne demek?” Nasıl özgüven?!...Nasıl bir dil?... Bunlar kavga çıkaracak sözler…

Yine bazı köşe yazarlarının “Devlet Bahçeli” sevgisi de –D.Bahçeli’ye sahip çıkalım v.b.- göz yaşatıyor…

Bu arada, az okunmasına rağmen, yeni gazeteler çıkmaya devam ediyor. TVNET’in ve TRT’nin kadrolu konuğu, gazeteci Avni Özgürel'in imtiyaz sahibi olduğu Yeni Birlik Gazetesi, 'Dilde, Fikirde, İşte Birlik'sloganıyla ve geniş bir kadro ile, okurla buluşmaya (14 Mart) hazırlanıyor. Tirajlarda Hürriyet, Posta, Sabah, Sözcü, Habertürk önde gidiyor.

Bunun yanında “liberal” denen ve 2002-2010 döneminde el üstünde tutulan bazı yazarlar, “paralellerle” birlikte, şimdi tam bir Erdoğan düşmanı oldular… “Erdoğan gitmeli” diyorlar, “darbe olacak” diyorlar, “hasta” diyorlar, “Erdoğan kalp krizi geçirdi” v.b. diyorlar. “Türkiye'de demokrasiyi, adaleti, özgürlükleri, laikliği, eşit haklı yurttaşlığı savunanların Obama'ya bal gibi umut hatta bel bağlamışlıkları anlamına gelen bu 'görüşmeyecek, kabul etmeyecek, burnunu sürtecek' beklentisinin onur kırıcı olduğuna da kuşkum yok." (Aydın Engin) Nasıl ki %40-45 Erdoğan/AK Parti diyorsa, bunun karşısında olanlarda kutuplaşmış gözüküyor. Ama; bu kadar çirkin, yanlış, uydurma söylemler olmamalı. Bu durum kime yarıyor, onu bile idrak edemiyorlar!... Doğru mu yanlış mı olduğu belli olmayan, AVM, meydan, restoran ismi yazılı, uydurma “resmi gibi imzalı, mühürlü” yazılar ortalığa yayılıyor, panik/korku isteniyor...

Son aylarda; “cinsel taciz, çocuk kaçırma, çocuklara/genç kızlara/kadınlara tecavüz/öldürme” günlük haber haline geldi. Irak-Suriye-Güneydoğu görüntüleri, şehit haberleri (sayı 500’e yaklaştı), ağlayan/parçalanan aileler, yetim kalan çocuklar, acılarımıza tuz biber ekiyor. 2016 baharını yaşayamıyoruz… “Ensar Vakfı olayı” açıklamaları; hükümet ve muhalefet açısından iletişim hatası olarak görüldü. Asıl olay ve çözüm yolları bir kenara bırakıldı, bu da “bilinçli yapıldı” söylemlerini artırdı. Bir yerlere -iyi bir yere değil- toplum olarak savruluyoruz. Bu kaos(puslu) ortamından tilkiler kazançlı çıkmaya başladı ve kurumlarda bin türlü dolaplar çevriliyor. Hırsızlıklar, adaletsizlikler, suistimaller v.b. çok sık dillendiriliyor. Toplumsal çürüme dedikleri bu mu acaba?!...

Terör konusunda, nihayet, sağduyulu/beklenen sesler geldi. HDP Diyarbakır Milletvekili Altan Tan: “PKK’nın kayıtsız, şartsız silahlarını susturması, 2013 nevruzunda Öcalan'ın çağrısı doğrultusunda silahlı güçlerini Türkiye dışına çıkarması ve silahla hak arama şekline son vermesi gerekir.” Mesud Barzani; "Halkımızın sorunu savaşla çözülecek bir sorun değildir. Ne kadar çabuk barışçıl yöntemleri esas alırsak, o kadar doğru yapmış oluruz. Asıl başarı budur. Şiddetle bu sorun çözülmez."

Hiçbir yazar ile yakınlığımız/tanışıklığımız yoktur… Sadece; Sn.Erdoğan’ı ın rüzgarı ile efelenmeleri ve çirkin/argo dili doğru bulmuyoruz. Bu gidiş iyi değil, uyarmak istiyoruz!...

YETER ARTIK…

Bu güzel ülke insanları; terörden de, toplumdaki ayrışmadan da, tacizcilerden de, tecavüzcülerden; “sıkıldı, yoruldu, bıktı, bunları hak etmiyoruz...” Bağnaz sağ ve liberal sol kesim aynı tarzda yürüyor gibi… Biri aşırı “sahipleniyor”, diğeri aşırı “nefret duyuyor”, “dışlıyor.” Örnek, İbrahim Bekiroğlu’ndan (Yeniakit); “Bu ülkenin millileri ve dindarları her gün bu ve benzeri sayısız hakarete ve saldırıya maruz kalıyor. Bu kadar saldırıya bir tek Erdoğan ve az sayıdaki fedakar insan karşılık veriyor. Artık devletin imkanlarının oy verdiğimiz insanların elinde olmasının verdiği rahatlıktan mıdır nedir, ülkedeki çoğunluk olarak pasifte beklemeyi yeğliyoruz. Herkes aktivist olmak yerine teorisyenliği tercih ediyor. Kavga, döğüş değil istediğimiz. Bazen bir iftirayı temizlemek için bile kılımızı kıpırdatmıyoruz. Oysa mürşidlerimiz böyle öğretmemişti.” diyor…

Oysa; suçun/kabahatin/hadsizliğin siyaseti olmaz… Elbette; devletimiz dışarda küçük düşürülmemeli, kurumlarımız yıpratılmamalı.. Olan topluma ve ülkemizin birliğine/dirliğine oluyor…

Gazete tirajları düşüşte, devlet reklamlarıyla yürünüyor, devlet reklam desteğini kesse yoklar, ama farkında değiller... Zaten okumayan bir toplumuz. Ne olur, biraz söylemlere dikkat edelim, günlük siyasetten uzaklaşıp birazda halka yararlı yazılar yazalım, güzel Türkçe kullanalım…

Bakın, bu ortamda konsewrler/etkinlikler/konserler v.b. iptal ediliyor, buna en çok sevinen, toplumu kaosa/korkuya sürüklemek isteyen terör örgütleri olsa gerek. Üst olan da, alt olanda sakin ve sağduyulu olmalı…

Sanatın; araya girmesi, yaşaması, toplumu/ortamı rahatlatması, üretmesi için imkan verelim….LÜTFEN…

Not. “Herkese Kitap Vakfı”nın çalışmalarıyla, 17 Nisan Pazar günü, ülkemizde “Kitap hediye etme günü” ilan edildi. Güzel bir girişim kutlarız. Alkent Sanatçılar Parkı’nda ve Miniatürk’te kitap şenliği var, unutmayalım, katılalım ve mutlaka çocuklara bir kitap hediye edelim.