Kongre ile Çalıştay Akademisyenleri ne düşünüyor?…(2)
Başbakanlık, MEB, YÖK,1. Müzik ve Dans Kongresi,THO-THM Çalıştayları, Konservatuarlar,Akademisyenler,Sanatçılar,22.İstanbul Türk Müziği Günleri
Söze başlamadan; “doğruların bir ve tek olduğunu, makamların sorunları çözmek için bir olduğunu bir kez daha hatırlatalım”
“1. Müzik ve Dans Kongresi” de diğer kongreler gibi, akademisyenlerin/sanatçıların bilgi paylaşımına imkan sağladı. Elbette o kadar çok akademisyen bir araya gelince sohbetlerde; sorunlar, çözüm yolları ve neden çözüm için bir şey yapılmadığı paylaşıldı/dillendirildi. Peşinden gelen 2 çalıştayda önemli konular ve çözüm yolları aza indirgenerek konuşuldu. Ancak, birinci konu “yabancı dil barajıydı.”
Ortak olan görüşleri şöyle toparlamak istiyorum;
Üniversitelerde mobbing tüm hızıyla devam ediyor. Ve, maalesef, mobbing yapanlar cezalandırılmak yerine ödüllendiriliyor. (Bu kuruma olan güveni ve çalışma şevkini azaltıyor)
Siyaset atamalara tamamen egemen/taraf olmuş. Hangi üniversite kimin elinde rahatça anlatılıyor.
Kadrosuzluk nedeni ile açılan bölümler can çekişiyor. (Y.Dil en büyük etken)
Her üniversite ayrı bir cemaatin etkisinde eğitim yapmaya çalışıyor, bu da “atamaların yanlış yapılmasına ve başarısızlığa sebep oluyor.” (Dolayısı ile gruplaşmalara yol açıyor)
Yabancı dil barajı nedeniyle alanda kaliteli öğretim elemanı bulunamıyor.(y.dil %30, akademik çalışmalar %70, ortak puan %50 olması ağırlıklı görüş) Kalitenin akademik çalışmalarla değil de yabancı dilde aranmasına anlam verilemiyor. Zaten, her akademisyen alanında yeteri derecede yabancı dil bilgisine sahip. Ve, akademisyenlerin çoğu yurt dışına gitmiyor.
Yabancı dilin, “doktora/sanatta yeterlik sonuna kadar öğretilmesi ve mecbur kılınması” isteniyor. Bu konuda ortaokul ve liselerdeki yabancı dil eğitiminin düzeltilmesi, ezber değil “okuma ve konuşma ağırlıklı” sisteme dönülmesinin şart olduğunda birleşiliyor.*
Yabancı dili -herhangi bir şekilde- verenler istisnasız Doç. oluyor.**
Birkaç sene sonra yabancı dil konuşamayan, eserleri olmayan Prof. larla akademik hayatın nasıl kaliteli olacağı merakla bekleniyor.
Doç. ünvanı alanlar kadroya geçmek için aylarca bekletiliyor. Ama, kapıları aşındıranlar/makamlara yakın siyaset yapanlar kısa zamanda Doç. kadrosuna sahip oluyor.
Son zamanlarda Doç. ve Prof. olanların “bir eseri/kitabı ve basılmış ders notları olmaması” ilginç bulunuyor.. (Çünkü, sistemde bildirilerden puan alınması yeterli görülüyor.)
Öğretim elemanları, adeta, akademik çalışmalara küstürülmeye zorlanıyor.
Arş.Gör. lerin birim içinde işlerde kullanılmaması, bağımsız olarak derslere sokulmaması ve alanlarında yapması gereken çalışmalar/tezler için zaman bırakılmasının şart olduğu belirtiliyor.
Öğretim elemanları, eleman eksikliği nedeni ile branş dışı derslere girmeye mecbur kalıyor.
Konservatuarların amaçsızca çoğaltılması ile öğretim elemanı ve öğrenci sıkıntısı baş göstermiş.
Konservatuarların hazırlık sınıflarının kaldırılması yanlış olmuş.
Üniversitelerde, “sanatın bilimselliği ve sosyal alandaki etkinliği” hala anlaşılamamış.
Bazı rektörler’in uygulamalarından şikayet çok fazla, örneğin bir rektör “Y.Doç.Dr. benimle görüştürmeyin, yardımcılarıma yönlendirin” diyebiliyor.
Rektörün kadın veya erkek olması işi çözmüyor, önemli olanın “kafaların değişmesi” olarak görülüyor. (AYM’nin 17 üyesinin erkek olması, 8 kadın rektör olması, TBMM de 550 milletvekilinin 79’nun kadın olması çözüm olarak görülmüyor)
Rektör, Müdür, Bölüm başkanı v.b. olanlar, hemen farklı bir yapıya bürünüp, bazı öğretim elemanlarını ötekileştiriyorlar ve bu görevleri binyıl sürecek zannediyorlar. Bu, kuruma zarar veriyor.
Başarılı öğretim elemanları, kendilerinin görülmesini/fark edilmesini istiyorlar, ama fark edilmiyor.
Üniversitelerde, kapıları aşındıranlar, rektörlere methiye dizenler/taraf olanlar, bir cemaate sırt dayayanlar hep kazanıyor.
Üniversiteler atama ve görevlendirmelerinde, akademik çalışmanın öne çıkması isteniyor. (Olması gerekende bu zaten.)
10 yılı doldurmuş Y.Doç.Dr. lar için acilen “yabancı dil muaf tutularak bilimsel/sanatsal çalışmaların değerlendirileceği bir yönetmelik” isteniyor/bekleniyor.
Hak kaybına uğramış akademisyen/sanatçıların sorunlarının çözülmemesine hayret ediliyor.
Ders ücretlerin komik olması nedeniyle ücretli öğretim elemanı bulunamıyor. Özel üniversitelerde 50 TL olan ücretlerin, devlet üniversitelerinde neden 10 TL lere düştüğü anlaşılamıyor.
Kısaca akademik barış ve üretim için YÖK’ten çok acil çözümler bekleniyor…
Ve, akademisyenlik kan kaybetmesin, aranılan/seçilen bir meslek olsun isteniyor…
*Her yerde örnek veriyorum. İstanbul Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Jeofizik Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Oğuz Gündoğdu hocamız, deprem olduğunda bilgisine en çok başvurulan ve çok net bilgiler veren bir akademisyen. Araştırmaları ile uluslar arası olmuş bir isim. (Zannediyorum benim yaşlarımda.)TV’lere çıkınca –altta- Y.Doç.Dr. yazıyor, inanın komik oluyor.
**Gaziantep’te arkadaşlar anlattı; Geçtiğimiz aylarda Burdur’da üniversiteyi ziyarete gelen Kazakistan Devlet Başkanı, çalışmaları ile yakından tanıdığı bir öğretim üyesini görünce, “nasılsın, Prof. oldun mu? diyor. O da “hayır efendim, yabancı dil barajını geçemiyorum” diyor. Başkan, rektöre dönüp; “bu çalışmaları yapan arkadaşları derhal Prof. yapmalı, yoksa gönderin ben yapayım” diyor. Zaten, Türk Cumhuriyetleri buraya gelince şaşırıyorlar, çalışmaları boyunu aşmış akademisyenlerin yabancı dil barajı altında ezilmelerine anlam veremiyorlar. Ve, “Türkiye bir müstemleke memleketi mi ki bu derece yabancı dile ağırlık veriliyor” diyorlar… Özellikle, uluslar arası sempozyum/kongrelere Prof. diye gelenleri de zaten camiamız görüyor, ama elden bir şey gelmiyor/çözüm bulamıyoruz…Bu, akademisyenlerin üzerindeki bir vesayet değil mi?..
MÜJDE: “12 aydan fazla borcu olan Bağ-Kur'lu 3 ay beklemeden dilekçeyle borcunu sildirebilecek. Borcu bitirip emekli olmak isteyenler için ise büyük bir kolaylık bulunuyor.” (Basından)
AY: Yazının altına müjde deyince yanlış anlamayınız, akademisyen ve akademisyen/sanatçılara bir müjde yok…Sanatçı akademisyenler hala 2013 Aralık ve 2014 Haziran teşviklerini alamadılar… Her kesime, son yıllarda sürekli müjdeler geliyor, ama akademisyenlerin sorunlarına/özlük haklarına, hak ihlallerine –seçim üzeride olsa- müjde yok. Kırgınız ve üzgünüz!...
sonrada; Söyleşilerde, konuşmalarda, sanattan/kültürden bahsediyoruz ve bildirilerde TV lerdeki programlarda yıllardır/hala şu VECİZELERİ duyuyoruz; “Avrupalılar ve diğer ülkeler bizim ülkemizin zengin kültüründen haberdarlar, derleyip öğrenmek istiyorlar, ama biz kendi kültürümüzün zenginliğinden haberdar değiliz. Kendimizde haberdar değiliz, başkaları aldığı/sahip çıktığı zaman haberdar olacağız” Neden acaba?... Veya “niye” acaba?! YOKSA; 2015 türkiye’sinde hala, sanatın adı MI yok?!...
Yazımızı Can Yücel’în anlamlı ve güzel bir şiiri ile noktalayalım; “Farkında olmalı insan, farketmeli”
Farkında Olmalı İnsan…
Kendisinin, Hayatın Olayların, Gidişatın Farkında Olmalı.
Farkı Farketmeli, Fark Ettiğini De Fark Ettirmemeli Bazen…
Bir Damlacık Sudan Nasıl Yaratıldığını Farketmeli.
Anne Karnına Sığarken Dünyaya Neden Sığmadığını Ve En Sonunda Bir
Metre Karelik Yere Nasıl Sığmak Zorunda Kalacağını Farketmeli.
Şu Çok Geniş Görünen Dünyanın, Ahirete Nispetle Anne Karnı Gibi
Olduğunu Farketmeli.
Henüz Bebekken ‘Dünya Benim!’ Dercesine Avuçlarının Sımsıkı Kapalı
Olduğunu, Ölürken De Aynı Avuçların ‘Her Şeyi Bırakıp Gidiyorum
İşte!’ Dercesine Apaçık Kaldığını Farketmeli.
Ve Kefenin Cebinin Bulunmadığını Farketmeli.
Baskın Yeteneğini Farketmeli Sonra.
Azraillin Her An Sürpriz Yapabileceğini, Nasıl Yaşarsa Öyle
Öleceğini Farketmeli İnsan
Ve Ölmeden Evvel Ölebilmeli.
Hayvanların Yolda Kaldırımda Çöplükte, Ama Kendisinin Güzel
Hazırlanmış Mükellef Bir Sofrada Yemek Yediğini
Farketmeli.
Eşref-İ Mahlukat (Yaratılmışların En Güzeli) Olduğunu
Farketmeli.
Ve Ona Göre Yaşamalı.
Gülün Hemen Dibindeki Dikeni, Dikenin Hemen Yanı Başındaki Gülü
Farketmeli.
Evinde 4 Kedi 2 Köpek Beslediği Halde, Çocuk Sahibi Olmaktan
Korkmanın Mantıksızlığını Farketmeli.
Eşine ‘Seni Çok Seviyorum!’ Demenin Mutluluk Yolundaki Müthiş
Gücünü Farketmeli.
Dolabında Asılı 25 Gömleğinin Sadece Üçünü Giydiğini, Ama Arka
Sokaktaki Komşusunun O Beğenilmeyen Gömleklere Muhtaç Olduğunu
Farketmeli.
Zenginliğin Ve Bereketin, Sofradayken Önünde Biriken Ekmek
Kırıntılarını Yemekte Gizlendiğini Farketmeli.
FARK ETMELİ.
Ömür Dediğin Üç Gündür,
Dün Geldi Geçti Yarın Meçhuldür,
O Halde Ömür Dediğin Bir Gündür, O Da Bugündür. ()
ÖZEL NOT: “22.İstanbul Türk Müziği Günleri” tüm hızıyla, seyirci
rekorları ile devam ediyor. Mayıs boyunca (19 konser) 2000
korist ve saz ekibi ile 10.000 seyirciye ulaşıyoruz. Ama,
protokolün ilgisi yok, varsa yoksa siyaset!...
Siyasilerimize, köşe yazarlarına; “Biraz siyasete ara verin,
kendinizi ödüllendirin, salondaki heyecanı duyun, biz bir ay sonra
yokuz” dedik şu ana kadar olmadı…
Bu akşam (20 Mayıs) Büyükçekmece Atatürk Kültür Merkezi’ndeyiz. ASM
Özel Arif Sağ Müzik Kursu topluluğu, solist Emre Saltık ile
birlikte sizlerle olacak. Uluslar arası Sanat ve Müzik Sempozyumu
yarın (21Mayıs) Medipol Ün. Kavacık’ta başlıyor,
Sempozyum özel konseri (21 Mayıs) “Nağmelerle Türkiye
Mozayiği” Burhaniye Kültür Merkezi’nde (Üsküdar) 23 Mayıs’ta Fulya
Sanat Merkezi’nde Karadeniz rüzgarı estirecek. “Sevdam Türkülere”
nin solisti, Volkan Arslan. Aynı akşam Üsküdar Bağlarbaşı Kültür
Merkezi’nde Çamlıca Musıki Derneği, solist İhsan Güvenç ile
birlikte “Bestelerden…Türkülere” repertuvarı ile sizlerle
olacak. Müzikseverleri bekliyoruz…