BIST 9.717
DOLAR 32,50
EURO 34,91
ALTIN 2.440,05

Herkes başarılı ise; müzik alanı sorunları niçin çözülmüyor?!.

6 günlük dizi yazımız sona erdi. Şimdi bu yazılardan yola çıkarak düşüncelerimizi belirtelim. Sadi Şirazi demiş ki; “Akıllı insana hatasını göster, sana teşekkür eder. Cahil kişiye hatasını göster, sana küfür ve hakaret eder” Şimdi...

6 günlük dizi yazımız sona erdi. Şimdi bu yazılardan yola çıkarak düşüncelerimizi belirtelim.

Sadi Şirazi demiş ki; “Akıllı insana hatasını göster, sana teşekkür eder. Cahil kişiye hatasını göster, sana küfür ve hakaret eder” Şimdi, bizde ironi yaparak konu ile ilgili görüşlerimizi dile getirmek istiyoruz. Önce belirtelim ki, özellikle üniversitelerde; “her fikir önemlidir ve dikkate alınmalıdır.”

Yazılarımızın amacı; müzik kurumlarımızın  amaçları -kişisel değil- doğrultusunda gelişmesi, ortak projelerle büyük işler yapması, mezun olacak gençlerin  donanımlı bir şekilde alana kazandırılmasıdır. Bu da ancak; “paylaşımla, her akademisyeni dolduracağı/başarılı olacağı kalıplarla değerlendirerek” olabilir. Valery; “Düşüncelerle baş edemeyenler, düşünenlere saldırırlar” diyerek, tam ülkemiz gerçeklerini dile getiriyor. O nedenle; dışlanma/ötekileştirme, mobbing,intihal v.b.  kesinlikle “akademisyenlikte olmaması gereken” olgular. Ama, eleştirilerden ders almak, “akıllı olmak” şartıyla!…

Gördüğünüz gibi, 2007’de, TSM ve THM alanında bir çok sorun dile getirilmiş ve 2016’da nelerin değişmediği ortaya konmuş oldu. Olay sadece konser vermekle bitmiyor. Müzik STK’ları da konser veriyor. (İstanbul Türk Müziği Günleri’ni takip edin ve görün lütfen) Konservatuarların, üniversitelere neden bağlandığı hala anlaşılamamış gözüküyor. Varsa yoksa projelerle/ ödeneklerle yurt dışı bildiriler/konserler yapılıyor…Ünvanlılarımıza rağmen müziğin bilimsel gelişmesinde bir adım atılmaması düşündürücü… Hiç kimse/amir; yazılanlardan, raporlardan, sempozyum/çalıştay sonuçlarından üzerine görev almıyor…

Oysa ki, geçmişten günümüze;

Başarılı Kültür ve Turizm Bakanlarımız,

Başarılı Kültür ve Turizm Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel Müdürlerimiz,

Başarılı Kültür ve Turizm Bakanlığı Devlet Korolarımız/Topluluklarımız/Orkestralarımız,

Başarılı TRT Müzik Dairesi Başkanlarımız,

Başarılı TRT  TSM/THM Şube Müdürlerimiz/ Ses ve Saz Sanatçılarımız,

Başarılı Rektör Danışmanlarımız,

Başarılı (38) Konservatuar Müdürlerimiz,

Başarılı Konservatuar Bölüm Başkanlarımız,

Başarılı (17) GSF Müzik Bölümü Başkanlarımız,

Başarılı (7) Sanat ve Tasarım Fakültesi Müzik Bölümü Başkanlarımız,

Başarılı (1) Müzik ve Sahne Sanatları Fakültesi Dekanlarımız,

Başarılı (4) Güzel Sanatlar ve Mimarlık Fakültesi Müzik Bölümü Başkanlarımız,

Başarılı (25) Eğitim Fakülteleri Güzel Sanatlar Bölümü Müzik Öğretmenliği ABD Başkanlarımız,

Başarılı (55) Anadolu GSL Müdürlerimiz var….

Hepsinin başına “başarılı!” kelimesini  koyduk, çünkü öyle diyorlar!...

Öyle olmalı ki!, görevden alınınca ortalığı birbirine katıyorlar…

Çünkü, başarının kıstası yok, maalesef müzik/sanat alanında “başarı” ölçülemiyor!…Daha önce yazdığımız gibi “gelenin projesi ve ne yapacağı bilinmediği” için kendine göre başarılı!...

Tabii, bu arada ünvanlı sanatçı/akademisyenlerimizi de unutmayalım…Eseri/makalesi  olmayan, ama burnu kaf dağlarında gezinen, tecrübeye/tecrübelilere önem vermeyen bir yeni grup oluştu müzik kurumlarında… Ve, bu anlayıştakiler, kendilerini  eleştireni çiziyorlar, şimdide iller arası kol kola girmenin/birlikte hareket etmenin, kimilerini dışlamanın  tatbikatına geçmişler… Bu isimler biliniyor…Sayısı çok az ama etkin olmaya çalışıyorlar..

Kısaca,  bazı akademisyen sanatçıları; ötekileştiren, kurullara almayan, Prof. lardan oluşan bir zihniyet… Bu durumun kuruma getireceği de; olumsuzluk, samimiyetsizlik, birlik/saygınlık kaybı…

Kendisi amirken her toplantıya/etkinliğe katılım isteyenler, rektör ziyaretlerinde mesaj üstüne mesaj atanlar, görevden ayrılınca toplantılara/etkinliklere katılmıyorlar, rektörü bile –tabiri caizse- sallamıyorlar…

“Ben” varsam, konservatuar/koro/müzik bölümü v.b. var, “ben yoksam” yok anlayışı… Bu da ülkenin “yanlış uygulanan” bir “gerçeği” olsa gerek…Onun için dile getiriyoruz ya; “Prof.” olan değil;  “projesi olan, sosyal, psikolojik sorunu olmayan”  kişiler  üst makamlara  getirilmeli…

“Ben hoşlaşmadığım şeyleri sana söyleyeyim; sen onlara yaklaşma, temiz olmağa çalış. Benim beğenmediğim şeylerden biri yalandır; ondan sonra zulüm edenler gelir. Sonra da haris tabiatlı ve olgun olmayan insanlar ile aceleci huylu ve gözü doymaz olanlar. Her işte hiddet gösterenler, içkiye düşkünler veya çalıp çırpanlar. Bu gibi insanlar bana yaramaz; işte sana bunları açıkça döküp saydım. Sen benim gerçekten işime yaramak istiyorsan, bu birkaç şeyi kendinden uzak tut; ey namlı insan. Böylece sen her gün bana daha yakın olacaksın ve benden sana karşı itibar ve ihsan artacaktır.” (Kutadgu Bilig)

O zaman soru şu:

Mademki her yönetici başarılı, 20-40 yılı geçmişi olan kurumlarda,   6 yazıda yer verdiğimiz sorunlar neden çözülememiş?

Bir adım atılamamış?

Bunlar şahıslarla ilgili değil; ülkemiz kültür ve sanatıyla, kurumlarıyla ilgili…

Ne yapmış bu başarılı kişiler?!...

Neyi çözmüşler?!...

??????????

Ne demiştik;

Her kurum müzik alanında kendine bir görev biçmeli ve o konuda çalışmaları kısa zamanda başlatmalı. 3 yıllık planlarla sonuca ulaşılmalı.

Artık; “günlük işler, idarecilikte ayak oyunları, akademisyenlerle uğraşma, müdürlüklere büyük boy resim astırma, bölümlere kendi resmini kurucu diye astırma, kurulan jürileri arayıp etkileme, jürilerde istemediği/kendisine  biat etmeyen kişiyi engelleyip  biat edeni yükseltme, akademisyenleri maddi/manevi hak kaybına uğratma, kurumun logosunu değiştirme, içi doldorulmamış ünvanlarla ünvansız öğretim elemanlarına mobbing yapma,  öğretim elemanlarının haberi olmadan kurum  marşı ısmarlama/kabul etme, idareci olunca kendi eserlerini çaldırma/marşlarını okutma, etkinliğini devam ettirmek için kendine yakın olanları idari görevlere getirmek için kulis yapma, istemediği kişiler için dedikodu üretme, sürekli ders planları değiştirme v.b.” yerine, “gerçek akademisyen/sanatçı  idareci” gibi davranıp, önce; “ kurumsal insan”  olunmalı ve  “paylaşımla” kalıcı çözümlere gidilmeli…

Bee…. arkadaş;

Neyiniz eksik!…

Devlet  her türlü desteği verdi/veriyor…

Yabancı dil konuşamadığınız, eser yazamadığınız, bir çalgı çalamadığınız halde genç yaşta unvan/makam sahibi oldunuz!...

Hazmediniz, eksiklerinizi  gideriniz…

Bitsin artık konservatuarlardaki; ihtiraslar, ötekileştirme, mobbing, ayak oyunları, makam kavgaları!..

(Sn. B. Arınç, kendilerine yapılanları/yeni yetmeleri  sadece siyasette var sanıyor galiba, sorun bütün kurumlara sıçramış durumda, üst makamlar  kolunu kıpırdatmıyor  ve enerjiler boşa akıyor,  kan kaybı devam ediyor.)

Bittiyse, ben varım…

Yoksa, kusura bakmayın!....


Bir gerçek hikaye;

“Önemli bir devlet büyüğü uzunca bir resmi görevin sonunda emekli olur.

Emekliliğe alışmaya çalışırken bir konferansa konuşmacı olarak davet edilir.

İlginçtir;

Geçen yıl aktif görevdeyken de bu konferansta konuşmacı olmuştur.

Konferansa gider, bir köşede kahvesini yudumlarken katılımcılardan biri yaklaşır, tanışır ve bir soru sormak istediğini söyler. Soru şöyledir;

“Artık bir emekli olarak bu hayattan edindiğiniz en büyük ders nedir?”

Emekli devlet adamı önündeki plastik bardağı gösterir. Soruyu soran genç şaşırır.

“İşte bu bardak” der; “Bana en büyük dersi bu bardak verdi.”

Soruyu soran genç şaşkınlıkla bakarken devam eder emekli devlet adamı;

“Geçen sene buraya gelirken beni havaalanında bir görevli karşılamıştı. Business Class biletimi de organizasyon ödemişti. Şoförlü, lüks bir araçla aldılar  ve beni otele getirdiler, geldiğimde oda işlemlerim yapılmıştı. Bana konuşma yapacağım salona kadar başka biri refakat etti ve içecek bir şeyler sorduğumda bana porselen bir fincanda kahve getirdiler. Ben de konuşmam sırasında onu içtim.

Bu yıl yine aynı organizasyona davet edildim ama artık geçen seneki makamda değildim. Bu kez kendi paramla ekonomi sınıfında uçtum. Havaalanında beni kimse karşılamadı. Bir taksi tutup oteli buldum. Otele geldiğimde check-in işlemleri için sıramı bekledim. Sonra toplantının olduğu salonu kendim arayarak buldum. İçecek bir şeyler sorduğumda oradaki görevli bana ilerideki otomatı işaret etti ve şimdi sizinle konuşurken o otomattan aldığım plastik bardaktaki kahvemi içiyorum.

İşte hayattan aldığım en büyük ders bu; porselen bardaklar aslında bizim makamımıza, mevkilerimize ikram ediliyor, bizim hakkımız gerçekte plastik bardak...” 

Son söz: “Sana beylik ve büyüklük erişirse, bu devlet içinde saç ve sakalının ağarması  için, kendini küçük tut ve mütevazı ol. Dönek ve deli saadete gönül bağlama; saadet dolunay gibidir, tekrar küçülür.” (Kutadgu Bilig)

TERÖRÜ BİR KEZ DAHA LANETLİYORUZ..

Terör 5 ayda 3. kez  Ankara’nın ortasında bomba patlatıp insanlarımızı öldürdü. Kaybettiklerimize Allah rahmet eylesin, yakınlarına sabır diliyoruz. A.Selvi; “Terörle yaşamaya alışmalıyız” demiş. Kusura bakmasın ama kimse alışmak istemez. Can güvenliği devletin birinci sorumluluğudur. Niye terör örgütlerinin at koşturduğu bir ülke olduk? MİT ve İstihbaratcılarımız nerdeler? 8 örgüt ülkemize karşı birleşme kararı almış… Ortadoğu’ya batmış vaziyetteyiz… Bu patlamadan sonra kim sorumluluğu alacak? İçişleri Bakanı, halkın gözünde  güveni yitirmiş durumda, konumunu acilen düşünmeli…

SULTAN ABDÜLAZİZ Resim Sergisi,

Viyana Yunus Emre Merkezi (16 -30  Mart 2016)

Kunstausstellung Von der Skizze zum Gemälde “Eskizlerden Tablolara”

Mustafa Hilmi Baş, UKSD Vorsitzender - UKSD Başkanı

Kâmil Engin, Projekt Koordinator - Proje Koordinatörü 

Mehmet Lütfi Şen, Kurator - Küratör

Abdüsselam Ferşatoğlu, Fotografie - Fotoğraf

Mapping Anwendung - Mapping Uygulama, İllusionist


GÜNÜN SÖZÜ

“Ben genetik olarak da multi kültürel bir insanım ve ruhumun da evrensel olduğuna inanıyorum. Kısaca; duygularım sadece birkaç dilden ibaret değil, sanırım bu da müziğime yansıyor ve insanlar da kendilerine dair bir şeyler buluyor. Çok farklı, çeşitli müzik ve sanatçılardan etkilendim; klasik ve makam müziklerinden, pop, elektronik müziklerine ve Asya’nın ilahilerine kadar…”,  “Bence benim müziğimin DNA’sı ‘makam’. Makamın temel anlayışı; hepimiz birimiz için. Makam ‘melodi’nin İncil’i yani kutsal kitabı, Avrupa müziği de ‘harmoni’nin İncil’i. Türkçe, Arapça, Azerice ve İran makamlarını çalıştım, çünkü bütün bu kültürlerin beni derinden etkilediğine inanıyorum. Müzikal tecrübelerimi sözcüklerle ifade etmem mümkün değil ama 2000 yılında, ben daha 18 yaşındayken babam ve (Azeri yorumcu) Alim Qasimov ile verdiğim, hayatımın ilk konserini asla unutamam….

Kesinlikle her şey Tanrı’nın planladığı gibi gerçekleşti, oluştu. Ben, bana ait olan şeyi yapıyorum; kısaca ‘sadece üzerime düşeni yapıyorum’. Değişim de bu yaşadıklarımın içinde oluyor zaten…..