BIST 9.717
DOLAR 32,55
EURO 34,93
ALTIN 2.445,03

Haziran 2016 Rektörlük Seçimleri ve Konservatuarlar...

DURUM: 2002-2003’te 1 milyon 918 bin olan üniversite öğrencisi sayısı 2015’te 6 milyon 62 bine ulaştı. 2002’de 76 olan toplam üniversite sayısı, yeni üniversitelerin kurulmasıyla 193’e çıktı.

DURUM: 2002-2003’te 1 milyon 918 bin olan üniversite öğrencisi sayısı 2015’te 6 milyon 62 bine ulaştı. 2002’de 76 olan toplam üniversite sayısı, yeni üniversitelerin kurulmasıyla 193’e çıktı.

Akademik zam ve teşvik öğretim üyelerine (maalesef, sanatçı akademisyenler hariç tutuldu) önemli bir destek oldu…

“Bilim Sanayi ve Teknoloji Bakanı Fikri Işık, TÜBİTAK tarafından yürütülen yurtdışı doktora ve doktora sonrası araştırma programları hakkında bilgi verdi. TÜBİTAK tarafından yürütülen Yurtdışı Doktora Sonrası ve Yurtdışı Doktora Sırası Araştırma Burs programları kapsamında yapılan başvuruların bilimsel değerlendirmesinin 'panel' yöntemiyle yapıldığını belirten Bakan Işık, başvuruların TÜBİTAK Bilim İnsanı Destekleme Daire Başkanlığı'nca incelenerek TÜBİTAK Başkanlığı onayına sunulduğunu kaydetti. "Bilim İnsanı" destekleme çalışmaları kapsamında 2014 yılında 104 milyon 768 bin lira, 2015 yılında da 125 milyon 758 bin lira ödenek ayrıldı. Bakanlığın verilerine göre 2 yılda yurtdışı doktora ve doktora sonrası araştırma programlarına başvuran sayısı ise 4 bin 576 oldu. 

Işık, programlara en çok başvuru yapılan üniversiteleri sıraladı. Buna göre doktora programlarına en çok başvuru Ankara, 9 Eylül, Ege, Gazi, Hacettepe, Karadeniz Teknik, Marmara, ODTÜ, Yıldız Teknik, İTÜ ve İstanbul Üniversitesi'nden yapılıyor.” (Evrin Güvendik/Star/28.03.2016)

Haziran 2016’da, birçok üniversite, rektör seçimlerinin olması nedeniyle kampanyalara sahne olacak. Mensubu olduğum İTÜ’de bunlardan birisi…

GENEL TESBİT

Hala; seçimlerin yapılmaması gerektiği, siyasi erk karar verdiği için öğretim üyelerinin oylarının hiçbir geçerliğinin olmadığı, Öğr. Gör. ve Arş. Gör. lerin oy vermemesinin yanlış olduğu, seçimlerin üniversite içinde kamplaşmaları artırdığı v.b. tartışmalar devam ediyor. Özellikle kurum içini çok iyi tanıyan öğretim üyeleri tercihlerinin, YÖK tarafından değiştirilmesine tepkiler verilmektedir.

Aslında; seçimler sadece tamayül olarak alınarak, ilk 3’e/6’ya giren adaylar doğrudan Cumhurbaşkanı’na gönderilip, atamanın yapılması gerekir. Dekanların, temayülden sonra YÖK tarafından atanması da kaldırılmalı, YÖK’ün gündemi bu küçük işler için meşgul edilmemeli, onlarla çalışacak olan rektöre bırakılmalıdır. Müdür atamaları da, temayülden sonra rektör tarafından yapılmalıdır. Kısaca temayül güzel bir şeydir, birimlere aday olanlar kendilerini ifade etmeli ve 3-4 yıl için ne yapacaklarını birimlerine anlatmalıdırlar ki, görev bittiğinde başarılı/başarısız oldukları anlaşılabilsin.

Ayrıca; rektörün görev süresi 4 yıl iken, dekanların ve müdürlerin 3 yıl olması sorun yaratmaktadır. Ya; hepsi 4 yıl olmalı, ya da dekan/müdürlerin görevi, yeni rektörle sona ermelidir.

Ülkenin, üniversitelerin bu kadar sorunu varken, bu küçük konuları kırtasiyeye boğdurmak, araya birilerinin girmesine/dedikodulara imkan vermek doğru değildir.

Yine; Dekanların Prof. olma şartı vardır. (Prof., yoksa Doç., yoksa Y.Doç.Dr.). Müdürler de “öğretim üyeleri arasından atanır” denilmektedir. İTÜ v.b. üniversiteler müdürler için Prof. tercih etmektedir. Bu yetki/görüş meselesidir. Ama, madem üst- alt düşünülmektedir. Dekan ve müdür yardımcıları arasında Doç., Y.Doç. ler görülmektedir ki bu bir tenakuzdur. Biliniyor ki; ünvanlar çalışmanın bir sonucudur ve karşılığı vardır. İdarecilik ise ayrı iş/yetenektir. Bu konu, yönetmeliklerle serbest bırakılmalı; “çok iyi çalışacak, idealist, projeleri ve isteği olan öğretim elemanlarına” da şans verilmelidir. Soru: unvan önemli ise, YÖK üyeliğinde ünvansız ve eğitimle doğrudan ilgisi olmayanlar neden atanmaktadır?!...Çelişkiler ülkesiyiz… Oysa, kanunlar bir bütün olmalıdır…Bu söylediklerimin anayasa değişikliği ile de ilgisi yoktur. Sn. Y.Saraç; YÖK’e verilen bazı görevlerden rahatsız olduğunu ve devretmek istediğini belirtmektedir.

Rektör adaylarının, Cumhurbaşkanının hassasiyeti nedeniyle, “paralelle mücaledeyi” ön plana aldıkları yada söylemlerde bulundukları görülmektedir. Küçük/yeni üniversitelerde olanlar/yapılanlar,mağduriyetler sınırları aşmıştır.

“Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Cumhurbaşkanlığı Külliyesi'nde TBMM Dışişleri ve AB Uyum komisyonları üyeleriyle kahvaltıda bir araya geldi. Erdoğan, terörle ve paralel devlet yapılanması ile mücadele konusunda, "Bölgedeki operasyonlar kararlılıkla devam edecek. Geri adım söz konusu olmaz. Paralel'le mücadele bizim vazgeçilmezimizdir. Bu konuda en yakınım bile olsa taviz vermem. Mücadele bir aksaklık olursa, buna neden olanla ilgili gereğini yaparım" dedi. (Basından,25.03.2016)

Evet, İTÜ’de de 4 yıl çabuk geçti, rektör Sn. M. Karaca, son dört yıl daha görev için aday oldu. Adayların görüşlerine yer vermeden önce birkaç düşüncemi sizinle paylaşmak isterim.

Rektör/rektör yard. danışmanlığı müessesesi iyi düşünülmeli. Danışman, rektörün; emirlerini, yapmasını istediği işleri yapan kişidir. Danışman, hiçbir zaman kendi birim amirinin üstü değildir ve protokolde yeri amirden geridir. Danışman; hava atılacak bir görev de değildir. Amirin ilgilenmesi gereken, yetişemediği/bilmediği işleri yapan bir hizmet birimidir. Danışmanlıkla ilgili görüşlerimi yazmıştım.

Danışman, o birimi dış dünyayla bağlayan kişi olmalıdır. Yoksa; kendi kitaplarını bastırmaya çalışmak, uçak biletlerini bedavaya getirmek v.b. şahsi işlerin yeri olmamalıdır.

İdareci olanların, bir bölüm başkanlığını uhdelerine almaları da moda olmuştur..Hiç bir rektör de; herkes kendi görevine odaklansın, biriminizde öğretim elemanı mı yok? dememektedir.. Mensubu olduğum İTÜ TMDK’da bu yapı hep egemen olmuş, bütün müdürlerin gözü bölüm başkanlığında kalmıştır!... (Mesela biri müdür, Ses Eğitimi Bölüm Başkanlığı’nı da üzerine almış, okulda sınıf ihitiyacı varken; müdür odasının yanısıra, bölüm başkanlığı odası, bölümde ünvan odası, özel sınıf odası olarak 3 dersliği daha işgal etmişti.) Hey hat…

Yeni kurulanlarda kadro olmadığı için geçici bir süre ile olabilir ama, eski/köklü konservatuarlarda kesinlikle görev bir kişide olmalı, sorumluluk paylaşılmalıdır. (Unutmayalım makamlar, odalar, arabalar v.b. geçicidir, aslolan akademisyenliktir.) Rektörse rektörlük, rektör Yard. ise yardımcılık, Dekansa dekanlık, müdürse müdürlük yapılmalı…Ve, rektörler, bunu kesinlikle uygulamalıdır.

Konservatuarlar üniversitelere bağlandığı halde, sanatçıların en kolay meseleleri bile hala çözülememiştir. YÖK’te “çok sık hale gelen başkan ve yönetim kurulu üyeleri değişiklikleri, YÖK’te sanatçı öğretim üeyelerinin üst makamlara getirilmemesi” nedenler olarak görülmektedir.

Anayasa’nın başlangıç bölümünde; “Her Türk vatandaşının bu Anayasadaki temel hak ve hürriyetlerden eşitlik ve sosyal adalet gereklerince yararlanarak milli kültür, medeniyet ve hukuk düzeni içinde onurlu bir hayat sürdürme ve maddi ve manevi varlığını bu yönde geliştirme hak ve yetkisine doğuştan sahip olduğu belirtilmiş, 64.maddesinde;Devlet, sanat faaliyetlerini ve sanatçıyı korur. Sanat eserlerinin ve sanatçının korunması, değerlendirilmesi, desteklenmesi ve sanat sevgisinin yayılması için gereken tedbirleri alır.” denilmesine rağmen, 03.01. 1987 yılı sonuna kadar (Değişik:2/6/1986-3295/1 md.), geçici 10. Maddedeki şartlara  sahip oldukları, yapılan  “yabancı dil sınavını” verdikleri halde,  geçici 10. maddenin uygulanmasında  “unvanların verilmesinin geciktirilmesi” nedeni ile  “bir üst süreyi doldurduğu halde” karşılığını alamayan ve sehven “Yrd. Doç.” olanların hakları iade edilmemiş, devletin devamlılığı ilkesi zedelenmiştir. Bu sanatçıların bir kısmı rahmetli, bir kısmıda emekli olmuş, çok az sayıdasanatçı akademisyen İTÜ TMDK’da kalmıştır.

Konservatuarlarda, yetenek/sanat önde gelmekte olup, kesinlikle “yabancı dile” kurban edilmemelidir. Alınan “unvan” yapılan çalışmanın bir sonucudur. Y.L., San.Yet., Dr.,Y.Doç., Doç. gibi hepsinin bir maddi karşılığı ve ünvanı vardır. “Ben Prof. benim görüşüm geçerlidir” anlayışı sanatta olmamalıdır. “Unvanı” olan/olmayan bir çok başarılı/üretken arkadaşımız olduğu gibi, “unvan” alan ama, sanatta bir yeri olmayanlarda maalesef vardır. Bu, belki de her birim için geçerlidir. Ama, sanatçı; yerini, haddini, çapını bilmeli, “eksiklerini”, “makamı/idarecilik yetkilerini kullanarak” kapatmaya çalışmamalıdır. Kapatmaya çalışırsa bir çok kurumda olduğu gibi; üretkenlik durmakta, saygınlık azalmakta, kurum çok hızlı kan kaybetmektedir.

40’a yakın konservatuar kurulmuş, lisansüstü programlar açılmış, ama, hala “Sanatta Yeterlik” programlarını bitirenlere unvan kullanma hakkı -YÖK tarafından- verilmemiştir!... İlgili rektörler, bu konuda YÖK’e karşı güç birliği yapamamışlardır. Çünkü, üniversitelerde sanat kurumları en son kurumlardır, tıpkı bakanlıklar sıralamasında Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın –bütçe olarak ta- en sonda yer alması gibi…

Zaten ülkemizde, çoğu rektör ve yardımcıları, dekan; sanat/müzikten uzaktır. O nedenle rektörlerden; konservatuarlardan/müzik/sanat bölümlerinden gelecek kurul kararlarına saygı göstermeleri beklenmelidir. Sanat birimi müdürleri de, kurum içinde paylaşımcı/görüşlere saygılı, çoğunluğun aldığı kurul kararları ile, sanatın/müziğin toplumdaki gücünü üst makamlara anlatabilmelidirler.

2008’de seçimlerle ilgili bir toplantıda şöyle konuşmuştum; Ben Prof. olsaydım, kesinlikle rektör adayı olurdum!..Elbette, seçilmek için değil, sadece “diğer öğretim üyelerinin kendi branşları dışında, başka bir sosyal hayatın olduğunu anlatmak için. Bu şekilde, toplantılarla üniversite mensuplarının müzik/sanat konusunda bilinçlenmesini/uyanmasını sağlar; “uçak, işletme, mimarlık, maden, elektrik v.b. mühendislerine” ulaşmış olurdum.

Üniversitesi için; hayırlı olan, gelişmeyi sağlayacak olan, sosyal hayata önem veren, akademisyenlerle-toplumla bütünleşen, ötekileştirmeyen v.b. kazansın diyerek, gelecek yazılarımızda İTÜ’de rektör adaylarının (genel-konservatuar) görüşlerine -arzu ederlerse- yer vermeye çalışacağız.

SUR KAMULAŞTIRMASI!..

“Bakanlar Kurulu'nun kararıyla Diyarbakır’ın tarihi Sur ilçesinin 5 mahallesinde bulunan toplam 368 adadaki 6 bin 300 parselin acele kamulaştırılmasına tepkiler çığ gibi büyüyor. Aralarında Ticaret Odası, Baro, DİSİAD, İHD, yerel yönetimlerin de bulunduğu 310 sivil toplum örgütü bugün basın toplantısı düzenleyerek, karara tepki gösterdi.  Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Gültan Kışanak'ın da katıldığı açıklamayı sivil toplum örgütleri adına Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Ahmet Sayar yaptı; Hükümet karar alırken, sivil toplum örgütlerinden herhangi bir görüş almadı. Kararın 2942 sayılı kamulaştırma kanununa, mülkiyet hakkını koruma altına alan Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'na ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne (AİHS) aykırılık teşkil ettiği inancında olduklarını söyledi.” (Basından)

Sur ile ilgili haberleri okudukça/dinledikçe başımız dönüyor. Müthiş bir spekülasyon yaşandığı anlaşılıyor. Sur’da yapılacak uygulamalar oradaki STK larla görüşülerek yapılmalıdır. AK Parti MV G.Ensarioğlu; “TOKİ buraya girmeyecek” diyor. Nolur, yeni bir sorunumuz daha olmasın. Millet her gün gelen şehit haberleri ile yorulmaya/kızmaya başladı. Sorunlar çıkmadan çözümler paylaşım içinde ve açık olarak yapılmalı, “devlet halkın malına el koyacak v.b.” fısıltı gazetelerine imkan verilmemelidir.

Prof’a. DESTEK, Prof.Dr. A.YAYLA’DAN GELDİ…

“…… İşte ben de söylüyorum, hadi beni de linç edin! Arı ile tamamen aynı fikirdeyim. Tahsil seviyesi yükseldikçe tahammülsüzlüğün, totaliter kafalılığın artığını görüyoruz. Bu sadece Türkiye ‘de karşımıza çıkan bir olgu değil. Başka yerlerde de zuhur ediyor. Bazı bilim insanları bunun sebeplerini araştırmaya çalışıyor. Başka yazılarda bu sebepleri ele almak istiyorum.  Ancak, iddiamı ispatlamanın çok kolay olduğu kanaatindeyim. Örneğim üniversitelerin felsefe bölümleri. İnsanların felsefe çalıştıkça daha açık kafalı ve daha hoşgörülü olmasını bekleriz. Oysa Türkiye’de karşımıza tersi çıkıyor.

Meslektaşlarımı töhmet altında bırakmak istemem, bu yüzden böyle olmayanları tenzih ederim, ama Türkiye üniversitelerinin en bağnaz bölümleri felsefe bölümleridir. En hoşgörüsüz ve totaliter kafalı hocalar da oralarda bulunur.

Arı’nın söylediği de bu. Tahsil seviyesi yükseldikçe kendi aciz aklına dayanarak topluma şekil biçmeye kalkışma küstahlığı ortaya çıkıyor. Oysa o kadar çok tahsil görmeyen insanlar sınırlarını daha iyi biliyor ve topluma şekil vermeye kalkmıyor. Bu yüzden, Türkiye’de özgürlüklerin ve demokrasinin garantisi üniversiteler veya üniversite tahsili almış, doktora yapmış, akademik unvan kazanmış olanlar değil, sıradan, kendi işiyle gücüyle meşgul insanlar. İddia ediyorum, Türkiye’de ‘iyi’ diye bilinen üniversitelerde sadece profesörlerin katılacağı seçimler yaparak siyasî sistemimizi belirlesek ortaya totaliterizm çıkar.”

GÜNÜN SÖZÜ

“ Beşiktaş’ın her taraftında sinema, tiyatro salonlarının bulunduğu bir kültür sanat merkezi olmasını hayal ediyorum. Bunu gerçekleştirerek kültür sanatta lider olacağız. Beşiktaş, Boğaziçi Öngörünüm Bölgesi, Boğaziçi Etkilenme Bölgesi, Kentsel SİT Bölgesi… Dolayısıyla her aldığımız karar birçok yerden onaylanıyor. Ben Atatürkçü bir Müslümanım. Böyle bir aileden geliyorum. Ailem Atatürkçü, modern değerleri sahiplenen bunun yanı sıra dinini yaşayan bir aileydi. Biz 500 yıldır yapılmayan Musevi Bayramı Hanuka’yı Beşiktaş’ta kutladık. Bütün dünya Yahudileri bizi takip etti.

Noel ile Şeb-i Arus’u buluşturduk. Zaman zaman kiliselere, ayinlere giderek konuşmalar yapıyorum. İlk defa bir sinagogta nikah kıydım. Bütün inanç ve farklı kültüre özgürlük alanı açıyoruz. Beşiktaş’ta da Türkiye’de de çok önemli karşılıklar görüyorum.” (Murat Hazinedar/Beşiktaş Belediye Başkanı)

SANATÇI ÖĞRETIM ELEMANLARINDAN MESAJ VAR…

Bir önceki yazımız üzerine, çeşitli kurumlardan bir çok “sanatçı akademisyen” arkadaş aradı.

Hepsi diyor ki; ”Biz devletimize güveniyor, çalışıyor, üretiyoruz. Teşvikleri, 6-12 ay içinde almamıza rağmen mahkeme yoluna gitmiyor, faizini dile getirmiyoruz…Ancak, hak edilenlerin zamanında ödenmemesi bütün yaşantımızı/ödemelerimizi etkiliyor. Kredi kartını kullanmaktan hep zarar ediyoruz.

Zaten devletimiz bu parayı ödüyor, ikramiyeleri maaşa dağıtarak, bir hale yola girilse, gösterge rakamları 6100 yapılsa ve akademik zam listesine sanatçı akademisyenlerde girse kötü mü olur?

Bunun kime zararı var? Ayrıca, Maliye’ye ek bir yük getirmiyecek ki?..Bizler; Başbakanımıza ve Bakanımıza güveniyor, yılan hikayesine dönen bu konuyu düzelteceklerini umuyoruz.Şimdiden teşekkür ediyoruz. Saygılarımızla.”