BIST 9.916
DOLAR 32,44
EURO 34,74
ALTIN 2.438,67

Gözünüz aydın!, 2017’de ezan; makamlarıyla okunacak!..

Demek ki, ezan; yıllardır makamla okunmuyormuş…

GÜNCEL/ÜNİVERSİTE: “Üniversiteler; birer bilim/sanat, buluş ve yenilik merkezi olmalıdır.” sözlerini sevmiyorum…Ne demek olmalıdır? 21.yy girdik, hala aynı söylemler? Üniversite kurulduğu anda; bilim/sanat, buluş ve yenilik merkezi’dir ve bu amaçla  çalışmalarını yoğunlaştırmalıdır. Sorular çok;  Sayıları 193 olan üniversitelerde işler nasıl gidiyor? Yeni kurulanlar gelişiyor mu? Yeni buluşlar/patentler var mı? Üniversiteler, yerel kurum ve kişilerle ortak çalışmalar yapıyor mu? Akademik teşvikten, %? öğretim elemanı yararlanabilmiş? YÖK, teşvik kıstaslarında “sempozyum bildirisine” 3 puan, “konsere” 15 puan verince-bu maddeyi kim hazırlamış merak ediyoruz-, bildiri veren akademisyenler bıçak gibi kesildi!.. Her sanatçı akademisyen şimdi konser peşinde…(Olacağı buydu) Bakınız;  “Harvard Üniversitesi (kuruluş 1636)  binlerce patent üretmiş ve  milyarlarca dolar gelir elde etmiş. Mezunların bağışları, projeler, danışmanlık gelirleri toplamı milyarlarca  doları buluyormuş. Ve bunları, devletten kaynak almadan yapıyormuş v.b.…” Hemen, “ama orası Harvard” kolaycılığına kaçmayalım lütfen… İstanbul Üniversitesi’nin  kuruluşu 1453… İTÜ; kuruluşu -Mühendishane-i Bahrî-i Hümâyûn- 1773… Bizim saygın  üniversitelerimiz bile; kendi içinde yetişen akademisyenleri ön plana çıkarıp/yarıştırıp  ödül vereceğine, popüler isimleri ön plana çıkarıp üniversitelerinin basında yer almasını sağlıyorlar!.. Sonra da “basında en çok biz konuşulduk/yer aldık” diye reklam yapıyorlar. Akademisyenler kurum içinde, kimi örnek alacaklarını bilmiyorlar… Ah…ah… Sorunlar devam ederken, TBMM de komisyonda bekleyen 10 üniversite teklifinin daha olduğunu gördük ve gururlandık!!!  

Niye mi? Elbette; milletvekillerimizin  bilim/sanat  aşkına!…

Konumuza girelim…

Haber şöyle: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü bünyesinde düzenlenen 'Ezan ve Cami Odaklı Din Hizmetleri Çalıştayı'nda konuşan Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Yavuz Ünal ses düzeyi, okuma biçimi, estetik, mimari gibi konuların birlikte ele alınması gerektiğini söyledi. Din Hizmetleri Genel Müdürü Yaşar Yiğit ise ülkede merkezi ezan sisteminin hakim olduğunu, ancak kaldırılması noktasında adımlar atılmaya başlandığını belirtti. Çalıştayda şu öneriler yapıldı: "Yeni camilerde profesyonel ses teknisyenlerinden destek alınacak. İmam-hatip liseleri ile ilahiyat fakültelerinde dini musikinin zorunlu ders olması için girişim başlatılacak. Dini musiki ve ses eğitimi ile ilgili sertifika programları geliştirilecek. Camilerdeki ses sistemleri için bir şirket kurulması sağlanacak. Din görevlilerine yönelik ezan portalı oluşturulacak.”  

Kaynaklar ilk ezan konusunu şöyle tesbit etmiştir; Mescid-i Nebi inşa edildikten sonra, namaz vakitlerinde, vaktin girdiğini belirtecek ve Müslümanları camiye davet edecek bir usül yoktu. Sadece; "Essalatü Cami'a" denilirdi. Resulullah Efendimiz, bir gün ashabıyla istişare ederek, namaz vakitlerinde, müminlerin camiye nasıl davet edilmesi gerektiğini sordular. Kimisi, namaz vakitlerini bildirmek için, nasara gibi, nakus yani çan çalalım; kimisi, Yahudiler gibi boru çalınsın dediler. Kimisi de; "Namaz vakti ateş yakıp yukarı kaldıralım" diye fikirlerini söylediler. Resulullah Efendimiz, hiç birini kabul etmedi. Abdullah bin Zeyd bin Sa'lebe ve Hazret-i Ömer (r.a.), rüyada ezan okunmasını gördüler. Hazret-i Abdullah, sevgili Peygamberimize gelip rüyasını şöyle anlattı:"Yeşil bir şal ve peştamal bağlamış, eline çan almış bir kişi gördüm. Ona; "Elindeki çanı satar mısın?" diye sordum. Bana; "Ne yapacaksın?" dedi. "Namaz vakitlerini bildirmek için çalacağım" deyince, o zat; "Ben sana daha hayırlısını öğreteyim" dedi ve kıbleye dönerek yüksek sesle; "Allahü Ekber, Allahü Ekber..." diye okumaya başladı. Bitirdikten sonra da; "Namaza kalkacağın zaman da" deyip, ezanı tekrar etti ve sonuna doğru, "Kad kamet-is-salatü" cümlesini ilave etti. Bunun üzerine, Resulullah Efendimiz (S.A.V.); "Rüya haktır. O kelimeleri Bilal'e öğret, okusun!" buyurdular. Buna  “ezan”  ismi verildi.İlk ezan Peygamber Efendimiz Hz.Muhammed (s.a.v.)'in emriyle Bilal-i Habeşi (r.a.) tarafından 622 yılında (Hicretin 1.Yılı) Medine'de okundu. Hazret-i Bilal (r.a.) Mescid-i şerifin yakınında bulunan yüksek bir dama çıkarak ilk ezanı, öğretilen kelimelerle okudu. O, ezan okumaya başlayınca, herkes büyük bir aşk ve vecd içinde dinleyip, kendinden geçerdi. Ezan okurken herkesi ağlatırdı.
23.İstanbul Türk Müziği Günleri/2016 içindeki  “uluslar arası sempozyumda” yer alan “Türk Din Musıkisi Dersi Üzerine Metodolojik Bir İnceleme” başlıklı bir bildiride, bu konular dile getirilmiş ve bu anlayışla doğru/güzel/makamlı  ezan okumanın “imkansız”  olduğu anlaşılmıştı.

Bir Cumhuriyet Kurumu olan Diyanet İşleri Başkanlığı teşkilat yasası sürekli değişime uğramış. Kuruluşta yer alan ifadelere bakarsanız her şey yerine getirilmiş, hatta iş radyo-TV kurmaya kadar  götürülmüş, ancak, 85.000 camide, 5 vakit okunan  “ezan konusunda”  çözüm bulunamamış!... 

“Bu bağlamda, çağımızda din hizmeti sunmanın bir gereği olarak cami dışı din hizmetlerinin önü açılmış, Başkanlık personelinin hizmet içi eğitimleri için gerekli alt yapı hazırlanmış, radyo ve televizyon kurulması Başkanlığa bir görev olarak verilmiştir. Başkanlık, toplumu din konusunda aydınlatma noktasında her türlü imkândan yararlanmaya memur edilmiştir. Modern yönetimin bir gereği olarak insan kaynakları yönetim sistemi benimsenmiş ve personelin kariyer sistemine göre alınarak yetiştirilmesi sağlanmıştır. Başkanlığın ihtiyaç duyduğu kadrolar ihdas edilerek personelin yıllardır mağdur durumda bulunduğu özlük hakları istenildiği gibi olmasa da iyileştirilmiştir. Özetle, söz konusu Kanun din hizmetlerinin önünü açmış, engel görülebilecek bazı hususları bertaraf etmiş, personelin uygun bir ortamda hizmet etmesini sağlamıştır.”

Bu konuda, çok şikayetler oldu, ama, zamanla unutuldu. Elbette; her şartta ezan güzel okunmalıydı, bizde 9 yıl önce iki yazı yazmış, konuya dikkat çekmiştik… ,

Şimdi; Diyanet, yeni bir buluş gibi açıklamış ve  gazetelerde birinci sayfadan  verilmiş…Günaydın diyelim!...  Ancak; liyakatla aldığınızı belirttiğiniz kulak/ses/okuma yeteneği olmayanlar nasıl düzelecek?..Merak ediyoruz!... …

Mecidiyeköy’de bir mescitten -yıllar önce- bahsetmiştim, camiye atanan hoca yüzünden erken gelenler azalmış, müminler namaz saatinde gelmeye başlamıştı...O zamanki müftüye gitmiş, “nasıl alıyorsunuz bu arkadaşları?” diye sormuş ve gerçeği öğrenmiştik!…

Ülkede  40 konservatuar, 25 müzik bölümü var, ama yararlanma yok!…Pes doğrusu…Bu ülkede değerler ve zaman o kadar kolay harcanıyor ki!....

“Ezanın, Türkiye’de artık gittikçe bozuk şekilde okunduğunu kimse inkâr edemez. Bize mahsus olan ve dinleyene asırlar boyunca ruh sükûnu veren ezan üslûbu, özellikle de “Üsküdar tavrı” çoktaaan tarihe intikal etti; İstanbul ezanının yerini makamdan da tavırdan da bîhaber müezzinlerin detone, yani bozuk perdeden falsolu bağırtıları aldı, üstüne üstlük ortalığı bir de Arap tavrının taklidleri kapladı ve neticede Türk ezanına el-Fatiha! Ama, bozulmanın sebebini başka yerlerde aramaya lüzum yok, tek bir sorumlu vardır, o da Diyanet’tir! Müezzin kadroları için seneler boyunca gelen eş-dost tavsiyelerine, milletvekillerinin tavassutuna yahut değişik cemaatlerin kadrolaşma heveslerine riayet edilir ve müezzinler musiki yeteneği ile müzik kulağına sahip olup olmadıklarına bakılarak değil de “torpil” esasına göre tayin edilirlerse netice işte böyle olur!  Peki, şimdi ne yapılacak? Çalıştayların kararları uygulandığı takdirde ne elde edilecek? Hiçbirşey! Zira, kerih sesi güzelleştirmek mümkün değildir; hele ses hem kerih, hem de detone ise daha bir felâket! Böyle bir sesi dinlenebilir hâle getiremezsiniz ve her camiye ve mescide bir Kâni Karaca bulabilme merakı, sadece hayalden ibarettir!

2006-2009 yılları arasında, İTÜ TMDK Müd.Yard. iken; MEB ile bir protokol yapılmış; ülke çapında halk oyunları dersi veren eğitmenleri bilgilendirmek, standart hale getirmek için, ülke çapında 90 saatlik kurslar açmış, bu kursları başaranlara göreve devam demiş, üniversiteler TMDK Öğretim Elemanları ve mezunlarıyla başarılı işler yapmıştık. “İsteyince, alana hizmet duygusu olunca, her şey olabiliyor” demek istiyorum. (Sonra devam etti mi? diye sormayınız)  Yeterki; göreve gelince yan gelip yatılmasın!….

Not:  Diyanethaberler’de, ismiminde geçtiği imzasız bir yazı varmış. “Diyanet düşmanı solculardan sonra inançlara saygılı gördüğümüz medyada bir Diyanet takıntısı ve eleştirmenliği modası aldı başını gidiyor. Kalemi eline alan Diyanet’i eleştiriyor…İnternethaber adlı sitede de bu gün Yrd. Doç.Dr. Göktan Ay isimli kalem sahibi “Görevini yapmada Diyanet arkadan gelmemeli” başlıklı bir yazı ile Diyanet’e vermiş veriştirmiş…. Bu akıllıların hesabına göre kendileri oturacak Diyanet’te cemaatlerle can hıraş bir mücadele içine girecek. Kendileri de tribünlerden oturup amigoluk yapacaklar…” şeklinde devam ediyor.

Yazıda “verip veriştirdiğim”  bir şey yok…O nedenle bu ifadeleri kabul etmediğimi kendilerine yazdım. Ben akademisyen/sanatçıyım, başkaları ile karıştırılmasın, bilimsel analizlerle yazı yazıyoruz. Yazıyı başka yerlere çekmeyin lütfen…İnşallah bu yazıyı da doğru okurlar. 

Elif Çağlar’ın ‘Mrs. Elo’ elektronik müzik albümü…

“Türkiye’de caz müziğin önemli temsilcilerinden Elif Çağlar’ın ‘Mrs. Elo’ adlı elektronik müzik albümü dijital platformlarda.Çağlar şunları söyledi: Samimi olduğunuz sürece derdinizi anlıyor kulağı açık olan dinleyici. İyi ki varlar da devam edebiliyoruz heyecanla. Beni asıl şaşırtan, müzik sektörünün içindeki bazı insanların tepkisizliği oldu. Kadın aranjör, kadın prodüktör fikrine diğer albümlerimde de duyarsız kalan platformlar ve yazarlar gözlemlemiştim gerçi. Yenilikçi projeler yapan, işin erkek egemenliği altında, arka planında var olmaya çalışan kadınları kim destekleyecek peki?..Maalesef Türkiye’de ‘eller havaya’ diye tabir edilen müzikler geliyor çoğunluğun aklına. İçinde gerçek kompozisyon ya da incelikle tasarlanmış sesler barındıran müzikler pek tanınmıyor. Eller havaya algısı, kolay algılanan basit, armoni, melodi, ve ritme sahip parçaların radyodan televizyona birçok platformda yayınlanmasından kaynaklanıyor. Ne kadar çok duyarsanız o kadar kodluyor beyin. Bu maalesef bugünkü sektörün gerçeği, son dönemde çıkan bağımsız iyi kayıtlar, bu algıyı yıkabilecektir.”  

HANGİ PADİŞAH?!...

Yazar Ahmet  Tan yazısında sormuş;

“…..Sorular:
1- Tarihte, babası ilk kez kravat  takan padişahımız kimdir?

2- En büyük zevki kızlarının piyanoda çaldığı klasik Batı müziği eserlerini dinlemek ve “icra ettikleri bale ve Ispanyol danslarını seyretmek olan” padişahımızın adı? 
3- Saray’da kızlarına küçük bir orkestra ile temsil grubu kurduran ve hayranı olduğu  Fransız sahne  yıldızı matmazel Sarah Bernhardt’ın oyunlarını oynatan padişahımızın adı nedir? 

4-Kızlarına klasik müzik orkestrası kurduran, bale yapmalarını teşvik eden ve bale temsilleri icra ettirten kimdir?
5 - Saray’ına yazlık ve kışlık olmak üzere iki ayrı tiyatro salonu yaptırtan ve bu salonlarda temsil vermeleri için Avrupa’dan tiyatro kumpanyaları getirten hangi padişahtır?...”

Cevaplar:

1/ Sultan Abdülmecid

2/ Sultan 2.Abdülhamid

3/ Sultan 2.Abdülhamid

4/ Sultan  2. Abdülhamid

5/ Sultan  2. Abdülhamid 

Sinirbilimciler; bu sempozyumda buluşuyor…

"Düşünbil Akademi'nin bu yıl dördüncüsünü düzenleyeceği Zihin Sempozyumu'nun teması “Sinirbilim ve Felsefe” olacak. Türkiye'de sinirbilim alanında çalışan önemli akademisyen ve yazarların biraraya geleceği bu sempozyum 25-26 Mart 2017 tarihlerinde Ankara Raymar Otel'de gerçekleşecek.Sinirbilim ve felsefe, günümüzün en önemli buluşmalarından biri. Sempozyumda insanlık tarihinin en eski meselelerinden biri olan zihin konusunu, günümüzdeki bilimsel bulgu ve felsefi gelişmeler ışığında tartışmaya açılacak. Zihnin karanlık dünyasına iki farklı açıdan, bilim ve felsefe gözlükleri ile bakılacak ve özgür irade, inanç, duygu, davranış ve varlık gibi merak edilen konular dinleyicilerle birlikte soru-yanıtlarla ele alınacak. Ankara'nın her sene heyecanla beklediği Zihin Sempozyumu'nda bu yıl, zihin üzerine kitapları ile tanınan yazar ve psikiyatrist Saffet Murat Tura, Orta Doğu Teknik Üniversitesi'nden Aziz Zambak, Tolga Özkurt, Didem Gökçay ve Serdal Tümkaya, Boğaziçi Üniversitesi'nden İlhan İnan, İstanbul Üniversitesi'nden Barış Korkmaz, Üsküdar Üniversitesi'nden Oğuz Tanrıdağ, Özyeğin Üniversitesi'nden Emrah Aktunç ve Bülent Ecevit Üniversitesi'nden Tuğrul Atasoy konuşmacı olarak katılacaklardır. Düşünbil Akademi'nin düzenlediği bu sempozyuma katılım için  adresinden bilgi alabilir ve detaylı programa ulaşabilirsiniz."