BIST 9.717
DOLAR 32,52
EURO 34,93
ALTIN 2.432,84

Fethullah Gülen ne yapmalı?...

Bu soru en çok da; Camianın içine bir “Truva Atı gibi” girmiş Mustafa Özcan’a sorulmalı...

“Paralel yapı” denilmesini sevmiyorum…

Hoş değil…

“Paralel” denildiğinde akla “Eşitlik, koşutluk ve sonsuzluk” geliyor…

Eğer amaç devletin içinde illegal bir yapılanma olduğunu söylemek; devletin anayasal kurumlarının anayasal ve yasal olmayan kişilerce ele geçirildiğinden söz etmekse “Devlet içinde Devlet” deyin şuna…

Ve…

Sonra da faraziyelere başlayın…



Henüz on yaşımda yoktum…

27 Mayıs 1960 askeri darbesi yapılmamıştı…

Hâkim Cemil Bey’den, domino oynadığı dedeciğime (babamın babası) anlatırken duymuştum…

(Herhalde öyle olmalı) DP iktidarının ilk günlerinde Romanlardan birini cürmümeşhut halde yakalayıp Cemil Bey’in huzuruna çıkarmışlar.

Adam güpegündüz komşusunun karısına tecavüze yeltenmiş...

Kadının çığlıkları üzerine yetişen diğer komşular kadını kurtarıp, adamı da bir güzel dövdükten sonra polise teslim etmişler…

Polisten de belli ki (Elbette önce savcı faslı da vardır) Cemil Bey’in karşısına çıkarılmış adam…

Cemil Bey’in o Davudî sesi halen kulaklarımda:

“Demokrasi geldi ya Hâkim Bey” demiş adam, “ben komşumun karısını bir kerecik bile öpemeyeceksem bu demokrasi ne işe yarar?”

Cemil Bey bunu söyledikten sonra kocaman bir kahkaha atmıştı…

O yaşımda espriyi, karşılıklı neden gülüştüklerini anlamamıştım…

Ama…

İlerleyen yıllarda o kahkahayı ve “ben komşumun karısını bir kerecik bile öpemeyeceksem bu demokrasi ne işe yarar?” repliğini hiç unutmadım…

Bugün bile hiç aklımdan çıkmaz…

Zira…

1950 yıllarının ortasında yaşandığını tahmin ettiğim o olayın kahramanının demokrasi anlayışı hiç değişmedi…

Rahmetli dedeciğimin ihtilalden sonra CHP zihniyetini tenkit etmek için “ben demokrasiyi severim bizim parti kazanırsa” dediğini de çok net hatırlıyorum…

Bugün bile o deyiş halen kullanılmıyor mu?..

Tek farkla…

Bugün o deyiş bütün siyasi partilerimiz ve bütün seçmenlerimiz için geçerli…

Demokrasiyi çok seviyorlar…

Tek şartla: kendi oy verdikleri partinin kazanması şartıyla…

Amaaaaa…

Tuttukları parti kazanamamışsa, seçilmiş iktidarı her türlü yoldan alaşağı etmek de “Demokratik Hak”tır halkımıza göre…

Sahi ya…

Enaniyet, bencillik, yüksek ego demokratlık mıdır sahi?...

Sanki öyleymiş gibi anlatılıyor da…


Deyin ki Hizmet/Cemaat/Camia devlet içinde devlet kurmuş…

Deyin ki Hizmet/Cemaat/Camia yargıyı ve emniyeti ele geçirmiş…

Deyin ki Hizmet/Cemaat/Camia TSK’nin “En Güzide” komutanlarına “Kumpas” kurmuş, hepsini tutuklayıp hapse atmış…

İyi ama…

Bütün bunlar olurken anayasal devlet neredeymiş?..

Ne yapıyormuş?..

Uyuyor muymuş?..

Hiç mi fark edememiş?..

Ya 17 ve 25 Aralık “Yolsuzluk ve Rüşvet Operasyonu” denilen o yargı sürecinin başlamasına sebep olan o “Yasa ve ahlâk dışı eylemler” savcılık ve polis takibine alınmasaymış?..

Ya Üç bakanın oğlu, bir bakanın bizzat kendisi emniyet tarafından izlenmese, dinlenmese ve hatta suçüstü halde görüntülenmeseymiş ne olacakmış?..

Allah korumuş devletimizi…

“Devlet içindeki Devlet” örümcek ağı gibi her yanımızı saracakmış…

Düşünüyorum da…

Üç bakanın oğluna…

Bir bakanın bizzat kendisine…

Henüz 30 yaşını bulmamış sonradan olma Türk İşadamına

Ve…

Aldığı rüşvetleri ayakkabı kutuları içinde istifleme yaratıcılığını gösteren o kamu bankası genel müdürüne milletçe teşekkür edip…

“Allah sizlerden razı olsun… İyi ki o yolsuzluklara bulaştınız da gözümüzü açtınız” diye minnet duygularımızı mı ifade etsek acaba?..

 

EY GÜZEL İNSANLAR!..

Az önce anlatmaya çalıştığım işin bir boyutu…

İroniyle baktığınızda şükredeceğiniz boyutu…

Ama…

İşin bir de Mustafa’nın (Akyol) dün sitemizde başlığı altında yayımlanan makalesinde dikkat çektiği “Çok acı ve vahim” boyutu var…

“Hükümet, ilk başta ‘Gülen cemaatinin devlet içindeki organizasyonu’nu hedef alırken, namluyu çok geçmeden ‘Gülen cemaatinin tümü’ne çevirdi” diyor Mustafa makalesinin bir yerinde ve devam ediyor:

“Öyle ya, ‘paralel devlet’, ana devletin içindeki yan bir hiyerarşiyi ima ediyordu ki, bu Gülen cemaatinin ancak yargı, polis ve bürokrasi içindeki mensuplarına denk gelebilirdi. Oysa bakıyoruz bugün ‘paralel örgüt’ kavramıyla, aynı cemaatin; eğitim kurumları, sivil toplum kuruluşları, gazeteleri, televizyonları, bankaları, şirketleri, ticari dernekleri, kısacası her şeyi kast ediliyor.”

 

ACI VE VAHİM OLAN İŞTE BU TABLO…

İnsanın düşünürken tüyleri ürperiyor…

İçi acıyor…

Ama…

Bir yandan da “işi buraya getirenlerin hiç mi suçları yok?” diye sormadan da yapamıyorum…

Meselâ Camiayı çok yakından tanıyan; varsa eğer içinde çeteleşme şiddetle karşı çıkanlardan duyduklarım ciğerlerimi yakıyor…

Nefes alamayacak gibi oluyorum…

Yurt dışı okullarda görev alan binlerce eğitmen, belletmen ve diğer vazifelilere yazık olacağını düşündükçe bu durumun müsebbiplerine ister istemez ben de “Mülâane” okuyorum…

Neden mi?..

Lütfen, yüzlerce öğrenci yurdu ile dershanelerde idarecilik, öğretmenlik yapanların, mütevellilerin, sohbet guruplarının işsiz kalacaklarını bir düşünün…

Belki de evlerine ekmek götüremeyecek durumlara düşürülecek olmalarını getirin gözlerinizin önüne…

Hiç mi içiniz sızlamıyor?..

Bu soru en çok da; Camianın içine bir “Truva Atı gibi” girmiş Mustafa Özcan’a sorulmalı...

Neden Mustafa Özcan?..

Çünkü kime sorsam onun adı çıkıyor karşıma…

Çünkü Gülen’in konuşmalarının kaydedildiği kasetlerde hep onun sesi var…

Gülen’i dolduruşa getiren hep o ses…

“Hükümetle kavga etmeyelim, işi suhuletle çözelim” diyen kim çıkmışsa ortaya; o çelebi kişiyle ilgili en olmayacak dedikodular hep Mustafa Özcan tarafından aktarılmış Gülen’e…

Daha öte iddialar var…

Ama: İddia…

O nedenle daha fazla gitmek istemiyorum üzerine…



DİYECEKSİNİZ Kİ:

“Gülen gibi bir din âlimi Kuran’da ‘sadece taraflardan birini dinleyerek hüküm vermeyin’ buyurulduğunu bilmez mi?”…

Elbette haklısınız…

Sanki Gülen de Mustafa Özcan’a inanmak istermiş gibi davranmış…

Sanki iki tarafın çektiği ip daha rahat gerilsin diye balmumu sürmüş gibi…

Sonunda geldiğimiz nokta işte burası…

Neredeyse 50 yıldır ilmek ilmek örülen o güzelim elbise (Yurt dışındaki okullar, Türkiye’nin gelecekteki ekonomik ve kültürel gücünün lokomotifi olacaktı) bir ucundan tutularak sökülmeye çalışılıyor şimdi de…

Çekip sökmeye çalışan da Hizmeti son on iki yılda en çok büyüten siyasal iktidar

Bana halen her şeyi bitmemiş gibi geliyor…

İpi geren taraflardan birinin artık balmumu ile ipin daha gerilmesini sağlamak yerine, elinde tuttuğu ucu bırakması gerektiğini düşünüyorum…

Bunu biri mutlaka yapmalı…

Ama bunu yapacak taraf asla Devlet/Hükümet olmamalı…

O halde?..

O halde bunu Gülen bizzat kendisi yapmalı…

Hem de ne medyasına bırakmalı…

Ne de Mustafa Özcan gibi “İmamlara” imkân vermeli…

 

FETHULLAH GÜLEN NE YAPMALI?

Bence, son dokuz on aydır yaşanılan gerginliği ortadan kaldırmak için Gülen’in de samimiyet testinden geçmesi gerekiyor…

Bir insanın samimiyetini kanıtlamak istemesi yanlış olmadığı gibi, insan onurunu zedeleyici bir tavır da sayılmamalıdır.

Ve unutulmamalı ki Gülen elbette Gönüllüler Hareketi’nin manevi lideridir ama tek başına Hizmeti temsil etmemektedir…

O halde…

Gülen bizzat Başbakan’a çağrı yapmalı...

Hizmetin bir gönüllüler camiası olduğuna, katılımın resmi evrak karşılığı değil gönül bağıyla yapıldığına dikkat çekip şunları söylemeli:

*

“İçimizden birileri gibi görünüp çeteleşmiş olabilirler...

Böyleleri yoktur diyemem…

Ama…

Camiamızın sorumluluk alanına girmediğinden de eminim...

Hizmet Hareketi devletimiz kadar güçlü değildir olamaz da...

Yani…

Bizim polisimiz, savcılarımız, yargıçlarımız yok...

Hizmet gönüllülerinden oldukları iddia olunan savcı ve yargıçlar var sadece…

Devletimiz güçlü anayasal kurumlara sahip...

Sayın Başbakan da sahip olduğu makam ve mevki itibariyle devletin bu güçlü, güvenilir ve saygın kurumlarını görevlendirme yetkisine sahip...

Benim ve arkadaşlarımın Sayın Başbakan’dan beklediğimiz; varsa eğer böyle bir çeteleşme ve bu kişiler eğer camiamızın adını kullanmış veya camiamızın bilinen kişileriyle ortak bir takım yasa dışı eylemlere ve hatta hükümetimize karşı bir yargı darbesi teşebbüsünde bulunmuşlarsa…

Kim ya da kimler olduğunun derhal tespit edilerek yargılanmaları Sayın Başbakanımızın camiamıza lütfu olacaktır…

Ben ve arkadaşlarımız üstümüze atılı suçlardan arınacak, aramıza karışmış yasa dışı bu günahkârların yargılanmalarından ancak mutluluk duyacağız.

Aylardır sayın Başbakan'ımızı da üzen yeise kaptıran bu elim ve vahim hadiselerden dolayı bizim de çok üzüldüğümüzün bilinmesini istiyor; kendisini üzdüğümüz, bilmeden ve istemeden de olsa devletimize zarar verilmiş olmasına vesile olduğumuz için hem milletimizden ve hem de Sayın Başbakan'dan özür diliyoruz...

*

Evet…

Bence bu ortamda yapılması gereken budur…

Başbakan da tabii ki devlet içinde devlet kurmuş olanlar varsa onlara hadlerini bildirmeli…

Ama…

Mustafa’nın dediği gibi; “eğitim kurumları, sivil toplum kuruluşları, gazeteleri, televizyonları, bankaları, şirketleri, ticari dernekleri, kısacası her şeyi” suç işlemiş veya suça teşebbüs etmiş çetelerle aynı kefeye koymamalı…