BIST 9.931
DOLAR 32,44
EURO 34,73
ALTIN 2.440,99

Bir sanatçı-akademisyen olarak; ‘sanat alanında bir çözüm’ beklemek hakkım değil mi?!...

Sanatta en büyük sınav, yetenektir. Nokta.

KISIR DÖNGÜ; KONSERVATUAR SANATÇI ÖĞRETİM ELEMANLARI (TİP SÖZLEŞME) ARALIK 2017 TEŞVİKLERİNİ HALA ALAMADILAR. BAŞBAKANLIK NEDEN BUNU YAPIYOR, YÖNETMELİĞİ DÜZELTMİYOR?!..ENERJİLERİ BOŞA AKITIYORUZ VESSELAM!...

GÜNCEL/TOPLUMSAL ARAŞTIRMA: “…Vicdan ve akıl tutulması yaşayan, başkalarının yaşam sevincine ve başarılarına ya da acılarına yabancı bir toplum yengeç sepeti gibidir: Sepetten biri çıkacaksa, başaracaksa, farklıysa tutup bacağından aşağıya çekmemiz bundan…Peki, ne yapmalıyız? Medyada su-i misal emsal olmaz. Linç kültürüyle beslenmiş, yağmacı bir zümrenin; kendisi gibi olmayanların mahvolmasından, onların acısından, kederinden zevk alması, başkalarının başarılarına ya da yaşamına hasetle kinlenmesi, ölüm karşısında bile benliğini kirletmesi toplumsal bir sorundur. Böyle bir sorunu bu zihniyetteki insanlarla çözmek mümkün olmayabilir ama böyle bir sorunun ilerde her birimizin “geleceği” üzerindeki rolünü anlamak ve araştırmak zorundayız….”  (B.Akcura/Milliyet/18.03.2018)

Ülkemizde sanat...

Ülkemiz de bir konuyu yazayım diye düşünürken, gündem bir anda değişiyor. Eğitim konusunda, özellikle akademik hayat üzerine yoğun bir çalışma yapan/yazan,38 yıllık akademisyen/sanatçı  bir kişi olarak; alandaki çeşitli konulara değinmekte, çözüm yollarını da birlikte önermekteyim. Bu yazımda da (Mart/2018) durum tespiti yapmak istiyorum;
Son yıllarda, üniversitelerde açılan o kadar çok sanat kurumu/bölümü var ki, Ya; a) Mezunların nerde istihdam edileceği bilinmiyor,

b) Bir program ortaya konuyor, pilot uygulama yapılmıyor, başarısızlık/şikayet varsa bile  yeniden değiştirilmiyor, ya da uzun zaman alıyor,

c) Bizde de olsun diye fakülteler/konservatuarlar  kuruluyor.

d) Kişiler de; dekan/müdür  olmak için koşturuyor!..

Ama, kurulan bölümlerin; hangi insan gücünü yetiştireceği dikkate alınmıyor.
“Sanat kurumları” alanımız olduğu için bir kere daha hatırlatmayı görev biliyoruz; 
1/ Eğitim Fakülteleri “Müzik Eğitimi ABD’lerde” 2000’ li yılların başında, bir program uygulamasına gidildi, programla ilgili çok eleştiri yapıldı, ama YÖK; bu merkezi programı “uygulayalım sonra bakarız” dedi, başarısız olundu, programları hazırlayanlar bir türlü anlaşılamadı. 2006’da  yeni program devreye girdi, yine eleştiriler yapıldı, Türk müziği-çoksesli müzik tartışmaları ve uygulamalar devam ediyor. Yeni müfredatta (2017);  “Türk müziği eğitimi ve çalgıları eğitime kondu” diye, tepkiler verildi!.. Peki geçen zaman, öğrencilerin hayatları-gelecekleri-sanattaki yeterliliği ne olacaktır? Önemli değil, nasıl olsa binlerce genç arkadan geliyor düşünülüyor olsa gerek!...
Çözüm: Ders programları, bu alanda çalışan uygulama ve teoriyi bilen kişilerden oluşacak kişilerle yapılmalı, Türk müziği-çoksesli zıtlığı değil birlikteliği sağlanmalıdır.
2/Konservatuarlarda ve müzik eğitimi bölümlerinde ve sanat eğitimi bölümlerinde, lisans sonrası gençler yükselmek için, “sanatta yeterlik” yapıyorlar, ancak, yaptıkları çalışma “doktora” karşılığı olduğu halde, unvan olarak kullanamıyorlar. Çok yazılmasına, başvurulmasına rağmen bir “titr” belirlenemiyor. 
Çözüm: 7100 Sy. yasa çözüm olmadı, her halde hepsine Dr. denecek, çünkü kanun öyle çıktı. Sy. yapan akademisyen, Dr.Öğr.Üy. kadrosuna geçince otomatik olarak Dr. kullanılmış olacak…Ya, Dr./Sy. olmayan akademisyenler nasıl  Dr.Öğr.Üyesi olacak?

 3/ LES çıktı, bu “sanat okulları için geçerli olamaz” dedik, yazıldı/çizildi, “olur dediler, kalite yükselecek dediler”, senelerce gençler yeterli puan alamadıkları için, akademik hayata atılamadı. Sanırım 2005 yılında puan yerine, sadece Les’e girme şartı getirildi (komik-para için olsa gerek). Çözüm için! adı değişti “ales” oldu, nihayet 2007 yılında, sanat eğitiminde “les-ales” şartı kaldırıldı. Geçen zaman, kaybedenler, gelecekler ne oldu? 
Çözüm: Sanat okullarında, öğretim elemanı alımında  “ales” şartı kaldırılmalıdır. “Çünkü, sanatta en büyük sınav yetenektir.” 7100 Sy.yasada sanat alanına ilişkin pozitif bir ayrımcılık yapılmamıştır.
4/ Sanat okullarında “ÜDS/YDS” barajı nedeni ile, yeterli eleman yetiştirilememektedir. ÜDS/YDS ile “kalite yükselecek” dediler, olmadı… ÜDS;  “ bilgiyi ölçmeyen, sürekli eleştirilen yapısı ile bir an önce terk edilmeli, ÜDS nedeniyle yığılmış-sorun haline gelmiş öğretim elemanlarının sorunları, geçici maddelerle çözülmeli, bilimsel çalışmalar öne çıkarılmalıdır” dendi, yazıldı/çizildi; “haklısınız, olur dediler.” 7100 sy.yasada teklif bile edilmedi, sonuç; olmadı!.... Sanat alanında, sanatını icra edemeyen, üds/yds’yi -bir şekilde- aşmış, ünvanlı öğretim elemanları arttı. Sanat, yine geri planda kaldı. Aslında; sanat alanında yabancı dil bilgisi (Müzikoloji  Böl. hariç) baraj olması yanlış. Bir sanatçı için,  çok elzem değildir. AGSL’lerde dahi öğretilemeyen, alt yapıdan yetişmiş gelmeyen gençlerle bir yere varmak mümkün olmamaktadır. 
Çözüm: Özellikle sanat kurumlarında, yabancı dil; “bilgi, üretim ve yeteneğin” önüne geçmemelidir.
5/Yukarda saydığımız olanaksızlıklar bilindiği halde “Sanatçı Öğretim Elemanı” olmadan, Müzik bölümü, Konservatuar ve Güzel sanatlar Fakülteleri açılmaya devam ediyor. Özellikle yeni kurulan üniversitelerde hızla kurulmaya başlanan bu G.S.F.de müzik alanına, hangi müzik insan gücü yetiştirilmesi amaçlandığı belli değildir. Buradaki öğrenciler ne sanatçı, ne öğretmen, ne icracı, ne müzikolog olabilmektedir. 
Çözüm: Müzik Eğitim Bölümleri/Konservatuarlar/GSF’deki Müzik Bölümleri yeni anlayışa göre tekrar gözden geçirilmelidir.
6/ Ülkemizde, her büyüme, “gelişme” diye adlandırılmak isteniyor, ancak, nedense; yozlaşmayı getiriyor. Anadolu Güzel Sanatlar Liselerinin belli merkezlerde olması gerekirken, siyasi nedenlerle, günümüzde sayısının 55’e yaklaşmasında, eğitimin çoksesli müziğe kaydırılmasında  olduğu gibi. Peki sayıları arttı da sanatta gelişme sağlandı mı? Verilecek cevap, koskocaman bir  hayırdır.
Çözüm: Sanat kurumları açılmasında dikkatli davranılmalıdır.
7/ İcracıların en önemli işi; saatlerce alanında çalışmak, kendini geliştirmektir. Ama, siz; genel kuralları ve yönetmelikleri icracı sanatçılara da uygulayıp, onlardan makale-yazı-kitap-bildiri yazmalarını isterseniz, sonuç gelişme olmaz, kaos olur. İcracı kişi zor durumda kalır, ortaya komik sonuçlar çıkar. 

Çözüm:  Sanat okullarında unvan kriterleri; icra-uygulama ve müzik teorisi/müzikoloji diye ayrılmalıdır. 
8/ Sanat kurumlarında idarecilik çok önem kazanmaktadır. Unvan sıkıntısı çeken bu kurumlarda, diğer fakülteler genel kararları uygulanmamalıdır. Sanat alanında, Doç./Prof. diye unvan öncelenip,  kişiler  idari görevlere atanmamalıdır. İdarecilik ve sanatçılık çok farklıdır. Görev istemeyen bir kimseye; ünvanın var diyerek; lojman-araba-makam cazip gösterilip  görev verilmemelidir. İdareciliği seven ve isteyen, sosyal olan, bu konuda tecrübesi olan, kendini ispat etmiş akademisyen sanatçılardan faydalanılmalıdır. Eğer yoksa; kurumu yakından tanıyan, asosyal olmayan, yakın bilim/sanat disiplinlerinden veya asıl branşı dışında sanat alanında çalışmaları olanlar arasından idareci atanmalıdır. Müzik Bölümleri ve Konservatuar  atamalarında; kadrolu öğretim elemanlarının görüşleri, eğilimleri mutlaka alınmalıdır.

 Çözüm; Rektörlerin sanat kurumları idareci atamalarında, kurumların gelişmesini sağlamak için, ince eleyip, sık dokumalarında yarar vardır.
Yeni anlayış ve yapılanma ile; üniversitelerin vurucu/tanıtıcı/sosyal gücü olması gereken sanat kurumlarının ve sanatçıların sorunlarının giderileceğini –umutsuzca-  beklemekteyiz.


TANRI TANIMAZLAR ÇOĞALMIŞ!...

Haber şöyle: “İstanbul Medeniyet Üniversitesi Öğretim Görevlisi Profesör Dr. İhsan Fazlıoğlu, Teknik Elemanlar Derneği (TEKDER) İstanbul Şubesi’nin düzenlediği bir panelde konuştu. Fazlıoğlu, yanına gelen başörtülü öğrencilerin “tanrı tanımaz/ateist” olduğunu söyledi. Profesör Fazloğlu, bunun nedeni olarak da “Ortak neden sahnede dini temsil ettiğini söyleyen insanların eylemlerinin sonucudur” dedi.Prof. Dr. Fazlıoğlu şöyle konuştu: 15 Temmuz'dan bu yana benim odama 17 tane başörtülü deist bile değil tanrı tanımaz öğrenci gelip benimle bu konuları konuştular. Başörtülü öyle geleneksel de değil bildiğin başörtülü. Aileleri de örtülü aile. Ortak neden sahnede dini temsil ettiğini söyleyen insanların eylemlerinin sonucudur. Mesele bu kadar ciddidir. Bu sonuçlarla yüzleşmezsek 30 yıl sonra çok farklı şeyler konuşuyor oluruz.”

Hocamızı açık sözlülüğünden dolayı tebrik ediyoruz. Çünkü, çoğu akademisyen susuyor, sadece aralarında konuşuyorlar. Çok önemli bir tehlike bu!. Sosyologları  -bir kez daha-  toplumun içine girmeye, araştırmalar yapmaya çağırıyoruz…Ve soruyoruz; namaz kılan/başıbağlı/inançlı insanlardan, namaz kılan/başıbağlı/inançsız cambazlara nasıl  geldik?...

RESİM: 20 Mart, saat 15.00 de güzel bir resim sergisi etkiliğine ve söyleşiye katıldım. Ressam Süleyman Saim Tekcan’ın hazırladığı özel sergi ve söyleşiyi Suna Akın yönetti. Sevgili konservatuar mezunu arkadaşım Ayla Karacan’da, sazı ve sesi ile renk kattı. Salon dolu ve heyecanlıydı. S.S.Tekcan, güzel anektodlarla nasıl ressam olduğunu anlattı. MSÜGS Üniversitesin’de de yıllarca dekanlık yapan, Güzel sanatlar Anadolu Liseleri’nin kurulması için çalışan hocamız, eğitimde/sanatta  gelinen noktadan –maalesef- memnun değil. Sağlıklı yıllar diliyoruz.