BIST 9.717
DOLAR 32,53
EURO 34,92
ALTIN 2.437,91

2007 THM panelinde Dr.Ayten Kaplan ne demiş?.., 2016’da neler değişmiş?!..(4)

Değerli okurlarım, bu “halk kültürü ve Türk müziği” ağırlıklı serinin 4. yazısı…Yeni yetişen, konservatuarda okuyan gençler, ulaşamayacakları bir çok bilgiyi, kafalarındaki soruyu bu yazı serisinde bulabilecekler.

Değerli okurlarım, bu “halk kültürü ve Türk müziği” ağırlıklı serinin 4. yazısı…Yeni yetişen, konservatuarda okuyan gençler, ulaşamayacakları bir çok bilgiyi, kafalarındaki soruyu bu yazı serisinde bulabilecekler.

Prof. Dr. Nevzat GÖZAYDIN: Değerli Dinleyiciler ve saygı değer katılımcılar, 38. ICANAS kapsamında düzenlenen, “Türk Halk Musikisinin Dünü, Bugünü ve Yarını” adlı panelimizde ülkemizin değerli bilim adamları/sanatçıları Sayın Mehmet Özbek, Sayın Serbülent Yasun, Sayın Dr. Ayten Kaplan, Sayın Yrd. Doç. Dr. Göktan Ay ve Sayın Sadettin Köselerli “Türk Halk Musıkisi’nin dününü, bugününü ve yarını”nı ele alan birer konuşma yapacaklardır. Şimdi  Hacettepe Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi Seçmeli Dersler Koordinatörlüğü ve Devlet Konservatuvarı Öğretim Üyesi Sayın Dr. Ayten Kaplan “Türk Halk Müziği’nin Geleceğini Kültürel Yapı Belirleyebilir mi?” konulu bir konuşma yapacaklardır.” Buyurun Sayın Kaplan.

Dr. Ayten KAPLAN: Türk Halk Müziğinin yarını hakkında yapılacak olan tespitler elbette ki birer varsayım olacaktır. Bilindiği gibi varsayımlar gözlem ve bulgulara dayanarak yapılabilir. Etnomüzikolojik araştırmalara baktığımızda kültür-müzik ilişkisinin çok belirgin biçimde ortaya çıktığını görüyoruz. Bu da akla ‘Türk Halk Müziği’nin yarını kültürel yapıda gizli olabilir mi?’ sorusunu getiriyor.

Müzik nedir? Müzik, malzemesi ses olan insan eylemi ve başarısının bir ürünüdür. Ritm ve sesin, tını, şiddet, yükseklik, hız gibi özelliklerini kullanarak belli bir amaç doğrultusunda düzenlenmesidir diyebiliriz. İlk akla gelen onun sanatsal yönüdür. Sanatsal yönünü duygu, düşünce, tasarım ve izlenimlerin belli bir güzellik anlayışında bütünleşmiş olması belirler. Kendine özgülük temel ilkesidir. Büyüsü, farklı olmasındadır. Dolayısıyla sürekli kendini yenilemek zorundadır. Müziğe yalnızca sanat olarak baktığımızda onu somutlaştıran unsurları gözden kaçırma ya da yok sayma eğilimi doğar. Bunlar: armoni, melodi, ritim, form, mod, dizi, nota yazımı, estetik, akustik, kulak ve el fizyolojisi, çalgı, besteci ve yorumcu gibi unsurlardır. Müziği oluşturan bu unsurların birbiri ile ilişkili olarak bir biçim oluşturması sonucu bir eser ortaya çıkar. Bunların herhangi birisindeki değişiklik, ortaya çıkacak eserin biçimine  ve kimliğine yansıyacaktır. Bunların biçimlenişi her toplumda farklı biçimlerde olmaktadır.

Her sanat yapıtı bir kültür ürünüdür. Kültürü somutlaştırır. Bu eserler fiziksel ve duygusal olarak o kültürün bireyleriyle ilgilidir. Her yapıt içinde piştiği ortamın yansıtıcısı hâttâ bir açıklayıcısıdır. Bu anlamda toplumsal tarihsel değer ortaya koyar. Müzik kimliğimizi oluşturan kültürün dışavurumunun, simge ve davranış biçimlerinden biridir. İnsanları müzisyen, dansçı ya da dinleyici olarak özel biçimlerde bir araya getiren toplumsal bir faaliyettir. Toplum ya da toplulukla, yapılan müzik, uyum sağladığı ve birliktelikleri sürekli kılmaya başladığında toplumsal kimliği vurgulayan “belli bir müzik türü” oluşur. (Tasavvuf, Arabesk, Alevi, Kanto, Tango, Roman, Caz, Pop vb.) Bu müzik türlerinden herhangi birisi ile karşılaştığımızda arka plandaki kültürel yapıyı hemen algılarız.

Müzik sosyal yapıya dayalı sosyal bir davranışın sonucunda oluşmaktadır. Bu nedenle yalnız bir ses sistemi değil, etnolojik bir yapının oluşturduğu, belli bir davranışın sonucunu içinde taşımaktadır. Çeşitli ögelerden oluşan kültür sistemi içinde müzik, sadece bir öğedir ve kültürün diğer kurumları ile sıkı bir işbirliği içindedir. Herhangi birinde olan değişiklik, sistemi oluşturan tüm öğeleri ve müziği etkiler. Müzikal kimlik her yönü ile yine kendisini şekillendiren kültürden beslenmektedir. O eseri yaratan kişi yine o toplumda yaşayan kişidir. Deneyimlerini, hissettiklerini, yorumlarını ifade etme yolu olarak müziği seçmiştir. Besteciler ve ozanlar olguları veya olması gerekenleri içinde bulundukları kültürel yapıya dayalı olarak kendi dil örgüleri ile kurguladıkları eserleriyle ortaya koyarlar. Ortak paylaşımı yakalayan eser toplum tarafından benimsenir, davranış oluşturur ve kültürü bir arada tutar. Müziğin toplum ve kişi üzerindeki etkisini Konfiçyus şu sözleriyle vurgulamaktadır. “Müzik devlet kurar, devlet yıkar”. Böylesine etkileme gücü olan müzik neden bir toplumu bilinçlendirme aracı olarak kullanılmasın?

Kültürel yapıdaki düzensizlikler, bilinçli olarak yapılacak müzikle oluşturulan kavramlar aracılığıyla düzenli veya düzensiz davranışlara dönüştürülebilir. Kültürel müziğimizin (Halk müziği, demekten özellikle kaçınıyorum. Çünkü ‘Halk’ kavramının sınırları henüz bilimsel olarak çizilememiştir.) söze dayalı olması davranış oluşturmada bir yarar sağlamaktadır. Dinleyiciye verilmek istenen ileti daha çabuk ulaşacaktır. Belli bir konuda dakikalarca yapılan bir konuşmanın dinleyici üzerinde etkisi ve kalıcılığı ile, aynı konuda yapılan bir sözlü müziğin etkisi ve kalıcılığı arasında fark vardır. Örneğin, bir olaya üzülmenin ağlamanın faydası olmadığı, yaşananın geçici olduğu konusunda birisiyle konuşabilir, teselli edebiliriz. Ama, Aşık Daimî’nin “Ne ağlarsın benim zülfü siyahım / Bu da gelir bu da geçer ağlama / Göklere erişti feryadı ahım / Bu da gelir bu da geçer ağlama” eserinin yarattığı etki kadar güçlü olmayacaktır.  Ancak, bu alıcı ve verici arasındaki kültürel kodlamanın aynı olması ile mümkün olabilecektir. Dolayısıyla değişen kültürel yapı içinde, müziğimizde günümüz insanının, özellikle gençlerin beklentilerine yanıt verici sözlü eserler yaratılıp, hızla topluma ulaştırma yolu ile toplumsal birlikteliği ayakta tutabiliriz.

Unutmayalım ki gelecek gençlerin elindedir. Nasıl bir gelecek istiyorsak öyle bir gençlik yetiştirmeliyiz. Günümüzde hızlı bir değişim süreci yaşamaktayız. Teknolojinin gelişmesi ve, kitle iletişim olanaklarının artmasıyla, kültür ve gelenek daha geniş alanlara, uluslararası alana taşınmaktadır. Bu alanda kültürlerarası etkileşim hızlanmıştır. Alınan ve verilen değerler (ne kadar verebildiğimiz tartışmalıdır) var. Doğal olarak, karşılaşılan başka değerler, kültürel beklentilerde farklılaşmalar oluşturabilir. Bu değişim sürecinde hızı yakalayamayan, kendi kimliğini koruyarak yaşama olanaklarını yaratamayan kültürel değerler, raflarda tozlanmak, sandıklarda çürümek ya da tarihsel belge olmak durumuyla karşı karşıya kalabilir. Öyleyse, başkalaşımlarla devamını sağlamalıyız. Değişimini durduramadığımız kültürel yapı içinde, kendi kimliğini koruyarak yaşama olanaklarını yaratmak zorundayız. Bir kültürel olgunun başkalaşması, onun yok olması değil, bir başka biçimde yaşaması demektir. Örneğin ölen kişinin ardından ölene saygıyı, övgüyü dile getirmek için yakılan ağıt, kent yaşamında biçim değiştirmiştir. Alkışlarla cenaze uğurlamak veya ölen kişiye beste yapma biçimiyle işlevini sürdürmektedir.( Ali Çınar’ın sözlerini yazdığı, Selda Bağcan’ın bestelediği Uğurlar Olsun ile söz ve müziği Volkan Konak’a ait olan Cerrahpaşa kent yaşamındaki ağıta örnektir.)

Başkalaşımlara açık olmak, kültürel değerin hayatta kalmasını sağlayacak yollardan biridir. Ancak, hızı yakalamak adına başka kültürleri taklit etmeyle evrensel kültürde yer alabilme çabalarına sıcak bakılmamalıdır. Bugün dilimizden bile ödün verebilecek boyutlara taşınmıştır. Erovizyon bunun bir örneğidir. Doğum günlerimizi ‘Happy Birthday To You’ile kutluyoruz. Evlenme törenlerinde Fransızların bir marşı ile salona giriyoruz. (Salon düğünleri dışında vazgeçilmez bir eser var Cemil Demirsipahi’nin bestesi Şen Ola düğün Şen Ola. Salon düğünleri için de bir eser yapılamaz mı? Bu kadar zor mu bu özel günler için bir beste yapmak. Bestecilerimizin kültürel duyarlılığı yaşayacakları ve yaşatacakları olanak ve ortamların yaratılması gerekir. Değişen yapı içinde toplumun bireyleri kendi kültürel yapısında ihtiyaçlarını karşılayamazsa; televizyon, bilgisayar, uydu ve internet gibi teknolojik olanaklardan yararlanarak başka kültürlerde arayış içine girecektir.

Günümüzü anlatan, bugünün insanlarının zevkine, isteğine uygun besteler yapılmadığı, topluma sunulmadığı ya da gelenekli deneysel çalışmalara kapılar kapatıldığı, gelenek fanus içine hapsedildiği takdirde gelecek ve bugün arasında bir ‘kültürel boşluk’ oluşacaktır. İlerleyen yıllarda bunun sorumluluğunu kim üstlenecek?... Bugün var olan malzemeyi kullanarak, gerçekte kültürel gelecek için hiçbir çaba sarfetmeyen, yalnızca bugünü yaşayan; kültürel müziğimizin malzemesi ile prestij ve maddi çıkarlar sağlama çabasında olan kişiler mi;?... Elbette hayır. Topu Devlete ve kurumlara atacaklardır. O zaman ‘kültürel boşluk’un sorumlusu Devlet mi olacaktır? Yorumu sizlere bırakıyorum.

Dünya küreselleşme sürecine girmiştir. Tarihsel açıdan baktığımızda küreselleşme, bugünkü anlamıyla olmasa da bir süreç olarak eski çağlardan beri var. İlk dönemlerde yalın toplumlar, koşullara göre gerek niceliksel gerek kültürel anlamda başka topluluklarla birleşerek, benzeşerek giderek daha geniş ve karmaşık kültürler hâline gelmişlerdir. Bütün bunlar olurken toplum/kültür, özetle yaşam tarzı, içerik ve biçimsel anlamda değişmiştir. Neolitik ve daha sonraki dönemlerde ticaret, belirli kaynakların, toprakların, otlakların, av alanlarının ele geçirilmesi adına yapılan savaşlar, kentlere göçler sonucu, kültürel temasların artmasıyla etkileşim sonucu çeşitli yapı ve kurumlarda benzeşmeler başlamıştır. Etnolojik yaklaşımla küreselleşme; egemen olan ülkelerin güdümünde olan gelenekseli/yerel’liği alt üst edebilecek bir kültür değişmesi ya da kültür değiştirme sürecidir. Kavram, aynı zamanda ulus-devletin rollerine ilişkin dönüşümlere de gönderme yapmaktadır. Devlet, tek güç olma özelliğini yitirmekte, uluslararası ilişkiler üstünlük kazanmaktadır. Genel olarak iktisadî alanda kapitalizmin genişlemesi söz konusudur. Dünya kapitalist sisteminin merkezini oluşturan devletler, diğer ülkeler üzerinde siyasi baskı yapmak ve dünya ticaret ve yatırım düzenini şekillendirmek için zamanla artan ölçüde uluslararası kurumları (BM, NATO; IMF vb.) devletlerin kendi toplumsal kararlarını tek başına vermelerini durdurucu bir mekanizma ve bağlayıcı bir unsur olarak kullanmaktadırlar. Ulusal toplumu bağlayan kararlar bu kuruluşlar tarafından verilmekte ve bu kararların sayısı küreselleşmenin hızına bağlı olarak artmaktadır (G.Şaylan, Postmodernizm, 2002 ,Ank. İmge)

Dünya kapitalist sisteminin merkezini oluşturan devletlerin geliştirdiği küreselleşmenin, içinde ulus-devletlerin ulusal kimlik olgusunu zedeleme ve bölme stratejisini barındırdığı söylenebilir. Milliyetçi unsurların ve duyguların körüklenmesi durumunda, ‘Ulusal birlik duygusu’ ortadan kaldırılarak ulusdevletlerin bütünlüğü ve kitlesel hareket gücü eksiltilebilir. Klâsik söylemde ‘Dünyanın küçük bir köy’haline dönüşmesi olarak dile getirilen küreselleşmede etnik kimlikler, varlıklarını vurgulama gereksinimi duymaktadırlar. Kültürel Müziğimizin de bu dönemlerde daha da güncelleştiği söylenebilir. Küreselleşmeye tepki olarak kimlik vurgulama kaygıları ile gelenekçi tutumlar yaygınlaşmıştır.

Otantik müzik elden gidiyor diye kültürel müziği bütün güçleri ile kollama ve koruma içgüdüsü hisseden sanatçıların yenileşmeye karşı çıkışları, düzenlemeleri ve deneysel çalışmaları yozlaşma saymaları etnik yapıya dönüşü hızlandırmaktadır. Bu bir anlamda bugünün insanını ve kültürünü yok saymak anlamına gelmektedir. Oysa kültürü geleceğe bu insanlar taşıyacaktır. Eğer düzenlemelere ihtiyaç duyuluyorsa ‘o’ beklentiye sahip insanlar var demektir. Karşı çıkmak ya da eleştirmek yeterli değildir. ‘O’ ihtiyaca yönelik müziği yaratarak, ‘yozlaşma’ diye düşünülen müziğin gücü azaltılabilir. Eğer azaltılamıyorsa orada bir başka kültür oluşmuştur. O kültürün düzeyini yükseltecek eserlere ve kültürel koşullarının gözden geçirilmeye ihtiyaç vardır. Bu oluşumu sağlamak disiplinlerarası çalışmayı gerektirir. Geçmişteki sevda türkülerine bakın; buram buram sevgi kokuyor. Bugünün türkülerinde bunu bulamıyorsunuz, çünkü ‘sevgi’ kavramı değişti. Neredeyse günlük ilişkilere dönüştü.

Televizyon ekranlarında halk müziğini yaygınlaştırmak amacıyla yapılan günlerce süren yarışmalara baktığımızda, jüri üyelerinin show’una dönüşmüş durumdadır. Müzik dinleme beklentisinde olan kişileri ekran başından uzaklaştıracak konumdadır. Bu nedenle küreselleşmenin amaçlarını da dikkate alarak neyi, nereye kadar ve nasıl yapacağımızın sınırlarını iyi belirleyebilmemiz gerekmektedir. ‘Halk Müziği anonimdir, sanatsal kaygı taşımaz’ yaklaşımını bir kenara bırakmak zorundayız. Bu yaklaşım bizi hep geride yaşamaya götürecektir. Çünkü bugün yapılan bestelerin türkü kabul edilmesi için anonimleşme sürecini beklememiz ve yıllar sonra onu kültürel müziğimiz olarak değerlendirmeye almamız demek, çağı yakalayamamak demektir. Sanatsal kaygı taşımıyor demek, onu müzik sanatının dışında tutmak demektir. Bu yaklaşımdan vazgeçebildiğimiz oranda müziğimizi sanatsal düzeye çıkarma çabaları artacaktır. Yoksa kendimizi, eksik görme ve gösterme uygulamaları, olması gereken bir durummuş gibi karşımıza çıkacaktır. Bu toplumun gelişmiş insanları ve bestecileri vardır. Kendimizi, başka uluslara, gelişmiş düzeyde tanıtmaktan neden kaçınıyoruz?... Aslında bu düşünce birçok kesimde aşılmış durumdadır. Ancak, bazı devlet kurumlarındaki, ölçütlerin katılığını koruması nedeniyle, o kurumda çalışan bazı sanatçıların çay sohbetlerinde, anlayışın değişmesi gerektiğini savunmalarına karşın, kurumun olanaklarını kaybetme korkusu ile düşüncelerini kuruma karşı savunmadıkları ve sadece ‘ben işimi yaparım, gerisi beni ilgilendirmez’ düşüncesiyle hareket ettikleri de ne yazık ki bir gerçektir. Hızla değişen kültürel yapı içinde, hızı yakalayamazsak, aman değerlerimizi koruyalım diyen kuşak bittiğinde, o kültürel değerler de yok olacaktır.

İlerleyen yıllarda tarihe dönüp baktığımızda ‘kültürel boşluk’la karşılaşmak istemiyorsak, bugünkü kuşağı ‘O’ değerlere, ‘O’ müziğe çekecek yolları bulmak zorunluluğumuz vardır. İnsanlarımızın beğenilerinin sınırlanamayacağı bilinciyle, her tür müzik denemelerini dikkate alıp, kültürün müziği, müziğin kültürü oluşturduğu ilkesinden hareketle, toplumun kültürel beklentilerini ve düzeyini belirleyerek bir kültür ve müzik politikası oluşturulmalıdır. Bu iki politika birbirinden ayrı düşünülemez. Birbirini tamamlayıcı olmak zorundadır. Antropoloji, Müzikoloji, Sosyoloji, Halk Bilimi, Psikoloji, Ekonomi, Arkeoloji, Tarih, Felsefe, Hukuk, vb. disiplinlerarası bir çalışmayı gerektirir. Saygılarımla… (2007/38.İCANAS/Ankara/THM’nin; dünü, bugünü ve yarını panelinden)

ARTVİN ve DOĞA…

Bir Artvin’li olarak söylemek isterim ki; TV’larda izliyorsunuz, ülkemizde okuma oranının en yüksek olduğu ve öğretmenlerin çok çıktığı Artvinlilere; “terörist”, “başkaldırıcı”, “geziciler” demek, bu coğrafyayı ve Artvilileri tanımamak demektir. Yürüyüş yapanların hiç birinin elinde silah yok, taş yok, sadece pankart var, yürüyüş var. Türkiye, madenin yapılacağı şirket sahibinin milleti nasıl gördüğünü söylemlerinden biliyor.Dolayısıyla bu şirkete ve başındakine güvenmiyor. Bölge yeşillerle örülmüş, akarsuları, dereleri, ormanları v.b. ile bulunmaz bir nimet. Yaşayanların en doğal ve demokratik hakkı değil mi; gösteri yapmak, itiraz etmek, karşı çıkmak... İş uzatılıp, teör örgütlerinin Artvinlilerin içine sızması mı isteniyor? Başbakan, nihayet sağduyulu davrandı ve ileri gelenleri dün Çankaya’da kabul etti. “Ağaç kesilmeyecek.” “Doğa kirletilmeyecek, doğaya zarar verilmeyecek” , “alttan tünellerle taşınacak” demek yetmiyor, yerel halkı inandırmak lazım. Başbakan Davutoğlu'nun kabul ettiği heyette, Heyette Yeşil Artvin Derneği Başkanı Nur Neşe Karahan ve Genel Sekreter Bedrettin Kalın, AK Partili Artvin Belediye Başkanı Mehmet Kocatepe, AK Parti ve CHP Milletvekilleri, AK Parti, CHP ve MHP İl Başkanları, Artvin Ticaret Odası Başkanı, Memur-Sen İl Başkanı, Karadeniz Teknik Üniversitesi'nden hocalar yer aldı. Artvin Belediyesi, Başbakan Davutoğlu'nun talimatıyla Cerattepe'de hukuki süreç bitene kadar maden şirketinin çalışmalarının durdurulduğunu açıkladı. Vatanını seven, terörü lanetleyen Artvinlileri yanlış anlatmayalım/anlamayalım. Teşekkürler Sn. Başbakan…

H.C.ÖRTER, SANAT ve SUKUNET…

Shakspeare, "Karakterlerin en güvenli koruyucu meleği sükunettir" demişti. Ama bir toplumun karakteri haline gelirse sükunet, olan biteni sessizce karşılamak, yani herşey bittikten sonra tepki vermeyi beklemek... O zaman o toplum belki az acı çeker, az hırpalanır ancak, geleceğini belirlemekte de geç kalmaz mı? Nietzssche ise  "En büyük olayları, gürültülü değil, en sakin zamanlarımızda yaratırız" diyordu. Nietzsche, çalışma zamanlarında bile zihinsel etkinlikleri gürültüye getirmememizi salık verirken, sükuneti sessiz kalmaktan ayırıyor, sükunetle yaratıcılığı birleştiriyordu... Bense sanatta da, günlük yaşamda da, yarınlara ilişkin çabalarda da, kararlı ama sakin, aceleci ancak düzenli adımlar atmamızı diliyorum. Yönetimlerin sanata ve sanatçıya gereken önemi ve hak ettikleri değeri vermesi çok önemli.

Yıllardır, ilkelerimden ödün vermeden sanat yaşamını sürdüren bir Sanatçı olarak, ülkemizde, sanatın ve sanatçının ve de Değerlerimizin  gereken ilgiyi görmediğini dile getirdim hep. Yıllardır, haberleri bile magazinleştirilen medyanın, topluma, sanat ve sanatçı olarak sunduğu pek çok şeyin gürültüsü arasında, gerçek sanata yer verilmediğini, ya da çok az ilgilendiğini söyledim, haykırdım. ..bunları 42 Üniverste de work shop yaparak  şimdi yaptığım gibi anlattım..bu yüzden binlerce ödül aldım ama….aması var….(……….)  Çocukları ve gençleri birer yarış atına döndüren eğitim sistemimizin de ne yazık ki sanatı anlatma ve sevdirme çabası içinde olmadığını, sanatı sevmeninse ancak tanımakla gerçekleşebileceğini bıkmadan tekrarladık..Yepyeni bir yıla girdiğimiz bu günlerde, hem beklentimizi hem de umudumuzu yeniledik... Bu umutla bugün kimdir sanatçı sorusunu irdelemek istiyorum : Sanat, düşüncelerin, amaçların, durum ve olayların, yetenek, beceri ve düş gücüyle ifade edilmesi ve başkalarına anlatılması olarak tanımlandığına göre; sanatçı, kendine özgü düşünceleri, sanat yaparken bir amacı, yeteneği ve o dalda edinilmiş becerisi olan, tüm bunları düş gücüyle yoğurarak ifade eden kişi anlamına geliyor.. Sanatçı, edindiği  bilgileri, olay yada olgunun iç dünyasında yarattığı duygularla harmanlayan, gerçeklerden yola çıkarak, sanat yapıtı adı verilen yeni bir sanat yapıtı adı verilen insanı anlatan sözcük... Bir kişi, bu tanımın tümüne uymuyorsa, örneğin bir düşüncesi yoksa, ya da yeteneksizse, sanatçı sayılmıyor.. Sanat böylesi zor, sanatçı bu kadar zor yetişiyor.. Ancak tüm halkların, dünyaya bir kalıt bırakmak, yaşamamışçasına yok olup gitmemek için, kendi içlerinden çıkardıkları, sesleri ile kültürleri ile, yaşam biçimleriyle besleyip büyüttükleri sanatçılara ihtiyacı var. Artık uygarlığın tek ölçütü, yetiştirdiği sanatçının niteliği ile, dünya sanatına ve insanlığa katkıları ile belirleniyor... Pek çok ülke, sanat politikasını,hükümetlerin ve ticari magazinleşmiş – popüler medyanın  tasarrufuna bırakmadan, sürekliliği olan bir devlet politikası haline getirmiş durumda... Bizim de böyle bir atılıma, sanata ve sanatçıya,  bin bir sıkıntıyla yetişmiş, Toplumun genelinin maalesef hala tanımadığı değerlerimize gereken önemi vermeye, acilen ihtiyacımız var. Günümüz de,  sanatın ve sanatçının değerinin bilinmediği bir ülke de, benim gibi bir Sanatçının yapmış olduğu savaş, yel değirmenlerine karşı Donkişot’un açmış olduğu  savaş gibidir ama her şeye rağmen bu savaşın  galibi gene, sanat, sanatçı ve bilim olacaktır ! (Üstad, bestekar, aranjör,virtüoz, Dr. Hasan Cihat ÖRTER)

Teşekkürler sevgili dostum, bize söyleyecek söz bırakmamışsın!..Ağzına sağlık…Sanata ve üretmeye devam ediyoruz…

BU NASIL FETVA?!... 

Diyanet’in fetvasında, “müziğin mutlak haram olmadığı” belirtilerek, “ancak cinsel arzuları tahrik eden şarkıları söylemek ve onları dinlemek günahtır” dedi.'Babanın öz kızına duyduğu şehvet haram değildir' fetvası ile gündeme gelen Diyanet İşleri Başkanlığı'ndan çok tartışılacak bir hamle daha geldi. “Müziğin dindeki yeri nedir? Hangi müzik çeşidi helaldir?” sorusuna şu yanıt veren Diyanet, “Cinsel arzuyu körüklememek şartıyla” müziğe vize verdi. Diyanet’in “müzik fetvası” şöyle: “Kuran ve sünnette, müzikle meşgul olmanın, müzik dinlemenin mutlak anlamda günah olduğunu gösteren deliller  işlenmesine sebep olmayan müzik türlerini dinlemekte dinen bir sakınca yoktur. Ancak cinsel arzuları tahrik eden ifade ve tasvirleri içeren, haramları güzel gösteren müzikleri yapmak ve dinlemek ise günahtır.” (Basından)

BU NASIL SOSYAL  DOKU VAKFI?!…

“6 yaşındaki çocuk evlenebilir” sözleriyle tepki çeken Sosyal Doku Vakfı Başkanı Nurettin Yıldız, bu kez 3 yaşındaki çocuklarla ilgili konuştu. Yıldız, “3 yaşında kız çocukları amcalarının yanına külotla çıkmamalı” dedi. “Kız çocukları 7-8 yaşından itibaren tesettür şekli almalı” diyen Yıldız, “Daha bebek ama neden 2 yaşında yürümeyi öğretmiyorsun da bekliyorsun. Tesettür de yürüyüş tarzıdır” ifadelerini kullandı.(Basından)

 GÜNÜN SÖZÜ

“Kültür-Sanat ve eğitime yönelik işler yan alanlar olmaktan çıkarılarak, toplumsal hayatımızı tamamlayıcı unsurlar haline getirilmelidir” (Ömer Koç/Koç Holding Yönetim Kurulu Başkanı)