BIST 10.277
DOLAR 32,34
EURO 34,81
ALTIN 2.393,53
HABER /  GÜNCEL

Zülfü Livaneli'nin karnesi kırık

Yenişafak yazarı Ahmet Kekeç, 'ezber bozucu' dediği Zülfü Livaneli'nin siyasi karnesini çıkardı. Kekeç'in değerlendirmesine göre Zülfü Livaneli sınıfta kaldı.

Abone ol

Yenişafak'ın renkli yazarlarından Ahmet Kekeç, önceleri savunduğu Zülfü Livaneli'den ümidini kesti.

Ünlü müzisyen ve politikacı Livaneli'nin siyaset grafiğini değerlendiren Kekeç'in karnesi şöyle:

Yazık... Hatta, ayıp!

Şaşırıyoruz. Zülfü Livaneli bizi şaşırtıyor. Üzülüyoruz. Kendilerini solcu, sosyal demokrat, ilerici sıfatıyla taltif edenlerin, arada sırada da olsa, Livaneli gibi ezber bozan, şablonlara ve kalıplaşmış düşüncelere prim vermeyen aydınlara kulak kesilmesi gerektiğini hep savundum.

Şu sıra CHP'den ihraç edilen milletvekillerinin dile getirdiği "açılımcı" düşünceleri, ilk ondan duymuştuk. Hiçbir zaman klasik bir solcu olmadı Livaneli. Muhalif bir tavrı vardı. Stalin'i ve Pol Pot solculuğunu eleştiriyor, icabında Sovyetler deneyimini yerden yere vuruyordu. Şüphesiz "devrimci" ve "ihyacı" bir gelenekten geliyordu, ama daha çok İsmail Cem'e, daha doğrusu Kautsky'ye yakın duran; şiddetini denetlemiş, hafiften liberalize olmuş bir devrimcilik...

Partisini de eleştiriyordu.

Şu sözler mesela:

"Partinin (CHP'nin) kurtuluşu özgürlükçü, demokrat, Türkiye'de bütün kesimlerin kardeşçe yaşamasını öneren ve AB'ye yönelen bir yapıda. Katiyen sol değil. Solun ne anlam içerdiğini artık kimse söyleyemez. Sol ne demek, hangi sol? Kamboçya'da bir milyon kişiyi öldüren Pol Pot solu mu, Tony Blair gibi Irak'ta savaşan sol mu? Sol'u bana kimse anlatamaz artık. Sol dedikten sonra soru işaretleri başlıyor. CHP geçen süre içerisinde Kürt ve din hareketlerine karşı Türk milliyetçiliği ve cumhuriyet refleksine kaydı. AKP, AB'ye daha çok sahip çıktıkça, CHP de rejim koruma refleksine daha çok giriyor."

Gerçi, sonradan eleştirdiğine eleştireceğine pişman olacak, "Hayır, sözlerim çarpıtıldı" diyerek, kendisinden demeç alan gariban muhabirin başını yakacaktı ama, basbayağı eleştirmişti işte.

Başörtüsü konusunda da açılımcı görüşleri vardı.

Nasıl ki Kürt meselesinde MHP birtakım adımlar attıysa, türban konusunda da CHP adımlar atmalıydı. Çünkü atacağı adımda kimse CHP'nin laikliğinden şüphe etmezdi...

Şunu çok iyi biliyoruz:

Livaneli, partideki "statükocu" ve duruma göre "mezhepçi asabiyyeti" öne çıkaran yapıyla pek imtizaç edemiyor; kendisini, bir türlü oluşmayan, oluşmasına izin verilmeyen, bundan sonra da oluşmayacak liberal-sol çizgiye yakın görüyor.

Fakat, Livaneli görüşlerinden pek emin değil.

Rüzgara fazla açık.

Bir dönem liberal-sosyalist, bir dönem statükocu-kemalist olarak çıkıyor karşımıza.

Şu sıra (özellikle ihraçlardan sonra), statükocu, içe kapanmacı, milliyetçi modunda.

Herşeye kuşkuyla bakıyor.

Her şeyde bit yeniği arıyor.

Mesela, sık sık köşesinde "Türkiye'yi hızlandırılmış şeriat trenine bindirmek isteyenlerin sinsi oyunları"ndan söz ediyor. Bunlar, laik cumhuriyeti taşıyan ana kolonlara her gün bir saldırı düzenliyorlarmış.

Nasıl yapıyorlar bu işi?

Önce kurumları halkın gözünden düşürüyorlar, sonra laik üniversiteyi topa tutuyorlar. Hatta, ne suç işlediği hâlâ belli olmayan Yargıtay Başkanı'nın telefonlarını dinleyip bunları ulu orta basına veriyorlar.

Başka?

Bu saldırganlar öyle sinsi, öyle planlı ki, Avrupa Birliği'nin istediği demokratikleşme sürecini, "laik cumhuriyeti yıpratma ve yıkma manivelası" olarak kullanmaktan bile çekinmiyorlar.

Peki, "bu sinsi plana topyekûn karşı çıkması gereken aydınlık kesimler" ne yapıyor? Ne yapacak? Gaflet içinde birbiriyle kavga ediyor.

Türdeşlerinden farklı bir çizgide olduğunu vehmettiğimiz Livaneli bunları yazıyor.

Demek ki, can sıkıcı bir gerçek olarak ortada duran "MİT-Mafya-Yargı fotoğrafı", sinsi güçlerin bir manipülasyonu... Demek ki AB'nin şart koştuğu demokratikleşme yasaları, sadece bir "yıkım manivelası..."

Yazık!

Hatta, ayıp!

Şunu hep merak ederim: Bir insan, bu kadar kısa bir sürede, nasıl böyle dönüşüp münkir bir çizgiye gelebilir? Bunun ahlakî, ontolojik bir izahı var mıdır

Yazı: Ahmet Kekeç

Kaynak: Yenişafak