BIST 10.046
DOLAR 32,27
EURO 34,63
ALTIN 2.418,66
HABER /  GÜNCEL

Yazarlar Topbaş'ın projesine soğuk

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş'ın Marmara açıklarında bulunan Hayırsızada'ya yapmayı düşündüğü dev heykel projesine yazarlar soğuk bakıyor...

Abone ol

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş'ın büyük iddialarla kamuyuoyuna sunduğu heykel projesi, yazarlardan rağbet bulmadı. Topbaş'ın Marmara Denizi açıklarında bulunan Hayırsızada (Sivriada)'ya dev semazen heykeli kondurmasına soğuk bakan ilk yazar Sabah Gazetesi'nden Mehmet Barlas oldu. Barlas, derken, heykelin İstanbul'un ruh iklimini yansıtmayacağını ileri sürdü. Yenişafak yazarlarından Kürşat Bumin ise, Topbaş'ın projesini " olarak niteledi:

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, "Ne olursan ol yine gel" söyleminin sahibi Mevlana'nın düşüncesini somutlaştırmak için Sivriada'ya (Veya Hayırsızada) 110 metre yüksekliğinde bir "Semazen" heykeli yaptırılacağını açıkladı

İlk tepki olarak "Acaba Topbaş İstanbul'la Konya'yı mı karıştırdı" demek kolay. Ama olaya daha derine inerek bakmakta fayda var.
Topbaş bir Beyoğlu ve bir Kasımpaşa çocuğu. Buralarda yetişip büyüyen bir İstanbul çocuğunun belleğinde, kentin simgesi olarak bir "Semazen" nasıl kalmış olabilir?

"İstanbul Şairleri" var mesela. Nedim gibi, Yahya Kemal gibi, Orhan Veli gibi, Necip Fazıl gibi, Cahit Sıtkı gibi, Sait Faik gibi. Hiçbirinin dizelerine takılmamış semazenler

Örneğin Orhan Veli'nin en fazla bilinen İstanbul şiirinde (İstanbul'u dinliyorum gözlerim kapalı), rüzgar, sucuların çıngırakları, dalyan, ayağı suya değen bir kadın, Kapalıçarşı, Mahmutpaşa, doklardan gelen çekiç sesleri, kayıkhaneler, kaldırımdan geçen yosmalar, küfürler, şarkılar, laf atmalar vardır. Ama hiç semazene rastlamamıştır şair.

Necip Fazıl "İstanbul"a şöyle başlar: "Ruhumu eritip de kalıpta dondurmuşlar; Onu İstanbul diye toprağa kondurmuşlar."
Ve şöyle devam eder Necip Fazıl'ın İstanbul'u:
"Kadını keskin bıçak,
Taze kan gibi sıcak.

Yedi tepe üstünde zaman bir gergef işler! Yedi renk, yedi sesten sayısız belirişler... Eyüp öksüz, Kadıköy süslü, Moda kurumlu, Adada rüzgar, uçan eteklerden sorumlu. Her şafak Hisarlarda oklar çıkar yayından Hala çığlıklar gelir Topkapı sarayından. Ana gibi yar olmaz, İstanbul gibi diyar; Güleni şöyle dursun, ağlayanı bahtiyar..."

Diyelim ki Behçet Kemal ve Münir Nurettin'le Nihavent'ten takılmışsınız ve "Bir tatlı huzur almaya geldik Kalamış'tan"ı mırıldanıyorsunuz. Ya da Yesari Asım'la Sultaniyegah'tan her gece Heybeli'de mehtaba çıkıyorsunuz. Yahya Kemal ve Osman Nihat, Nihavent penceresinden "Körfez'deki dalgın su"ya bakıyorlar veya
İsterseniz Cahit Sıtkı "Abbas"a seslenirken düşünelim İstanbul'u:
"Bas kırbacı sihirli seccadeye, Göster hükmettiğini mesafeye Ve zamana.
Katıp tozu dumana,
Var git,
Böyle ferman etti Cahit, Al getir ilk sevgiliyi Beşiktaş'tan; Yaşamak istiyorum gençliğimi yeni baştan.."
Turhan Oğuzbaş'ın şiirini Avni Anıl'ın Kürdilihicazkar şarkısından, Nesrin Sipahi yorumu ile dinleyin:
"Bu akşam bütün meyhanelerini dolaştım İstanbul'un
Seni aradım kadehlerdeki dudak izlerinde "
İstanbul'da semazeni şairler bile görememiş. Acaba Kadir Topbaş rüyasında Konya'ya mı belediye başkanı oldu?

Yazı: Mehmet Barlas
Kaynak: www.sabah.com.tr

Hayırsız Ada'yı 'Korkunç Ada' yapma girişimi

Bugüne kadarki uygulama ve açımlamalarını sempatiyle izlediğim İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş'ın geçen gün ortaya attığı "Semazenli Sivriada" projesi birçoğunuz gibi beni de çok şaşırttı doğrusu... Biz "Bakalım Kınalıada tepelerini işgal etmiş dev antenler ne zaman sökülecek ve ada tabii görünümüne kavuşacak?" diye beklerken, Topbaş'ın milletin Hayırsızada olarak bildiği Sivriada'ya hem de 110 metre yüksekliğinde semazen heykeli dikeceğini açıklaması karşısında nasıl şaşırmayız...

Demek ki belediye başkanlarımızın hayalgüçlerini tatmin için iki yakası ile birlikte İstanbul yetmedi ve sıra adalara da geldi....

Bir kere herşeyden önce, "semazen"e yazık... Hayırsızada olarak bilinen bu toprak parçasında "semazen"in ne işi var? Ayrıca bildiğiniz gibi adanın başından geçen yüzyılın başında başından çok tatsız bir olay da geçmiş: İstanbul'un başıboş köpekleri bu adaya sürülünce hayvanlar açlıktan birbirlerini yemiş...

Bir yanı ile epeyce komik olan bu projeye ilişkin olarak sorulacak ilk soru şu olmalıdır herhalde: Bir belediye başkanının bir yerlere 110 metrelik heykeller dikerek doğanın ve şehrin genel görünümü ile canının istediği gibi oynamak hakkı var mıdır? Cevabı besbelli olan bir soru: Tabii ki yoktur. Kadir Topbaş, gerçekleştiğinde (olacak iş değil ama) çok ürtütücü olacağı bugünden belli olan bu "heykel" hakkında şöyle diyor: "Marmara Denizi açığından İstanbul'a gelirken ilk algılanacak bir anıt olarak ortaya çıkacak. Anıt geçildikten sonra İstanbul'un asıl silueti belirecek."

Ne kadar "iddialı" bir proje bu böyle... Belediye başkanı böyle istiyor diye şehrin asıl siluetini bu "heykel" irisi niçin kessin? Marmara Denizi açığından İstanbul'a gelecek olanları "etek altlarında" turizm amaçlı sergiler, "içine girilebilir" gövdesinde belki çay-kahve içilecek yerler barındıracak olan böyle bir "heykel" ile cezalandırmanın ne gereği var?!

"Ne olursan ol yine gel, bizim dergâhımız ümitsizlik dergâhı değil, tövbeni yüz kez bozmuş olsan da yine gel' diyen Mevlana'nın çağırdığı bir ada, barışı yansıtan bir ada olur diye düşünüyoruz" diyor Kadir Topbaş.

Mevlana iyi güzel söylemiş ama insaf; bir büyük mutasavvıf bu kadar çok da sömürülmez ki... Bu büyük insanın ne işi var Hayırsızada'da? "Semazen" fakirin 110 metreyi bulan boyu ile ne işi var Sivriada'da? "Barış"ın ne işi var bu terkedilmiş adada?

"Heykel" irisinin etrafını da 3 ilahi dinin mabedi cami, kilise ve sinagog süsleyecekmiş... Tahmin ettiğiniz gibi tabii ki yine "barış", yine "dinlerarası diyalog" için...

Sizi bilmem ama ben bu ülkede tarikatlar içinde en fazla "Mevlevilik"in gördüğü muameleye üzülürüm. Zavallı "semazenler"; sema gösterilerinin başına -1950'den itibaren serbest bırakılmaları ile- neler geldi neler... Koskoca bir gelenek hızla "turizm amaçlı" bir gösteriye dönüşmedi mi? Basketbol potaları altında yıllarda dönüp duran semazenler, sonunda "Eurovision" sahnesine bile çıkmadı mı? Habitat'da onlar, NATO zirvesinin kapanışında onlar... Ne bitmez tükenmez çileleri varmış ki, şimdi de yaz kış demeden Sivriada'da sert rüzgârları göğüsleyecekler?

Bilmiyorum, daha doğrusu bilme imkansız tabii ki; Mevlana, Topbaş'ın da hatırlattığı şu ünlü sözlerinin bu derece "popüler" bir kılık alacağını tahmin etse acaba yine de bu sözleri eder miydi? Etmezdi herhalde. Tarifi gereği "bâtınî" tabiatta olan bir söylemin Hayırsızada'ya kadar düşmesine tabii ki fırsat vermezdi...

Nasıl olduysa oldu ama sonunda biz işte böyle olduk... Mevlevi tekkelerinin kapısına kilit vurarak yüzyılların birikimi bir kültürü söndürmeyi becerebilmemiz yetmezmiş gibi bir de alay edersenine terkedilmiş bir adaya 110 metre yüksekliğinde bir "semazen heykeli" dikmeyi de ciddi ciddi hayal edebilir duruma geldik... Aferin bize....

Aslından görmedim ama bir yerlerde karşılaştım. İsmail Kara'nın "Şeyh Efendi'nin Rüyasındaki Türkiye" kitabında Mevlevi şeyhi Celaleddin Efendi'nin şu dizelerine de yer veriliyormuş: "Seddolunmakla tekaya kaldırılmaz zikr "Cümle mevcudat zakir kainat dergahtır." Ne diyelim; bana fazla "iyimser" görünse de vaziyet inşallah şeyh efendinin dediği gibidir....

Yazı: Kürşat Bümin
Kaynak: