BIST 10.644
DOLAR 32,10
EURO 35,09
ALTIN 2.525,22

Yaşasın Türk Emperyalizmi!..

Ey bizim Anders Behring Breivik’ler…Yeter artık be yeter!.. Bu halkı daha nereye kadar “bölünme korkusuyla yaşatacaksınız”?..

Vallahi billahi şaka falan yapmıyorum…
Bir arkadaş var medyamızda; hem etkin bir haber kanalını yönetip bol bol ekrana çıkıyor…
Hem de etkin bir gazetede haftanın 6 günü "köşe" olup akıyor…
Kimisi onu saçlarına sürdüğü  briyantin ya da  jöle ile tanımlıyor... 
Ve…
İşte o kardeş her yazısını ve TV programını:
“Yaşasın genleşen Emperyal Türkiye!” diye bitiriyor…

osmanli_harita.jpgHem emperyal…
Hem genleşiyor…
Siz şimdi Türkiye’nin komşusu olun da gelin rahat edin?..
Hem emperyal (sömürgeci), hem genleşen (işgal yoluyla toprakları büyüyen, fetihçi) bir ülkenin komşusu olarak gelin de “huzur” içinde yaşayın…
Gelin de vatandaşlarınızın refahından çalıp silâha yatırmayın…
Gelin de askerlik sürelerini uzatmayın…

Öyle ya…
Yanı başınızda emperyal ve genleşmek isteyen bir ülke…
Bunu arzulayan ve her gün haykıran gazeteci – televizyoncu da Başbakan’ın en yakın ve hatta yarı resmi sözcüsü, yarı resmi danışmanı…


Küresel yatırımcı olsanız!.

Shakespear
'in Othello'sunu izlediniz ya da kitapçığını okudunuz mu?..
Oyunun bir yerinde Othello'nun gerdeğe girdiği gece Kraliyet Habercisi gelir kendisini
Venedik Dükü'nün sarayda beklediğini söyler...
Othello karısının kollarını bırakıp Saray'a gider...
Ve şu emirle karşılaşır:
"Cesur Othello, derhal görevlendirmek zorundayız seni, ortak düşmanımız Osmanlı'ya karşı..."
Othello'nun Kuzey Afrika Müslüman'ı olduğunu hatırlatmama bilmem gerek var mı?..
Şimdiiii...
Bu öykülerle büyümüş, Viyana Kapılarından dönmüş komşularımız ve fetihçi bir imparatorluğun mirasçısı bugünkü Türiye...
Ve her gün "“Yaşasın genleşen Emperyal Türkiye!”
diye bağıran bir Başbakan dostu gazeteci...
Siz bir küresel yatırımcı olsanız ne düşünürsünüz?.. 


Arkadaş ya “genleşme”nin ne demek olduğunu bilmiyor…
Ya da “gelişme” diyecek ama “genleşme” diyor; kazara…
Aman kardeş; dikkat!..
Zaten küresel yatırımcı alıp parasını kaçmak için bahane arıyor...
Sen bari adamları korkutma...
Sus Allah aşkına!..
Neden mi "sus!.."
Anlatayım...

Genleşme
; bir varlığın (ülkel er de varlıktır)  uzayda sahip olduğu yeri arttırmasıdır...
Yani...
Bir ülkenin genleşmesi; topraklarını komşularının aleyhine büyütmesi olarak algılanır...
Toprak büyümesi ise fetih veya işgal yoluyla olur...
İşgal ya da fetih "savaş" demektir...
"Savaş" ise peşisıra "kan" getirir...
Ve tabii ki:
Yoksulluk, yokluk, hastalık...
Dünyada bugüne kadar kan dökmeden genleşen ülke de görülmemiştir...

Gelişme ise bir varlığın uzayda kapladığı yeri arttırmadan değişim yaşamasıdır...
Bu değişim dünyada kültürel ve ekonomik zenginliğin yükseltmesi olarak tezahür ediyor...
O halde şöyle söylemeliyim:
Türkiye'nin "genleşmesi" düşünülemez...
Ama aynı Türkiye'nin "gelişmesi" sadece halkımızın değil komşularımızın da arzusudur...
Hem kalkınmış hem de kültürel ve ekonomik zenginliği olan komşudan zarar gelmez...

 


Bölünelim anasını satayım…

Haber kanallarında bizim Anders Behring Breivik’leri dinliyorum tüylerim ürperiyor…
Milliyetçi
gazetelerimizdeki Anders Behring Breivik’leri okuyorum, omuriliğimden aşağı sıcak cıva dökülmüş gibi oluyor…
Neden?..
"Bölüneceğiz" öcüsüyle korkutuyorlar halkı da ondan...
Yürekleri "Kuşku Bulutu"yla kaplayıp herkesi "Bölünük Kanseri" yapmak istiyorlar...
Nasıl ve ne zaman bölüneceğimizi anlatırken de gözleri öfke deposu…
Ağızlarından saçılan tükürükler neredeyse ekranı delip geçecek, mermi olup bedenleri delik deşik edecek…

Yerli bankerkastelli.jpgAnders Behring Breivik’leri dinlerken “Rahmetli Banker Kastelli” adıyla maruf Abidin Cevher Özden’i hatırlıyorum…
Fırtınalı hayatını bana anlatmıştı ve ben de kitaplaştırmıştım…
“Banker Kastelli Melek mi Şeytan mı?”

“Keşke Türkiye’den ayrılmasaydım. Yanlış yere mi panik yaptım ne?.. Şimdiye kadar devletten kim kaçmış ki ben kaçabileyim”
demişti Tunus Gümrüğünde yakalandığı günü anlatmaya başlamadan önce...

O’na, Tunus Havaalanına indiğinde VIP kapısından alınacağını söylemişlerdi…
Ama…
Pasaport kuyruğuna girmişti o da herkes gibi…
Sıra kendisine gelip de pasaportunu görevli memura uzattığında, “Yakalanma korkusu” sinirlerini iyice germişti…
Buz kesilmiş bakışlarıyla polisin yaptığı hareketleri kontrol etmeye başlamıştı…
Polis önündeki bilgisayar klavyesinde bir şeyler yazdıktan az sonra kafasını kaldırıp yüzüne dikkatlice bakmıştı…


Kuşkusuz hayat, oh ne rahat!..

Kastelli
yakalandıktan sonra huzura kavuştuğunu düşünmekten başka hiç bir şey düşünemiyordu…

Hiç ama hiç...
Beyninden en ufak bir fikir, seçenek ya da çözüm geçmiyordu...
Ne geçmişi düşünüyordu, ne de geleceği...
Sadece, bundan sonra daha huzurlu ve daha mutlu olabileceğine inanıyordu...

Dünyanın en berbat şeyi kaçmaktı...
Kaçak olmaktı...
Kuşkulu yaşamaktı...
Bıkmıştı artık bir polisle göz göze geldiği andaki korku, kuşku ve ürküntüyü yaşamaktan...
Evet, evet, evet...
Son birkaç aydır olamadığı kadar mutluydu...
Huzurluydu...
Kaçmaktan, yakalanma korkusuyla yaşamaktan bıkmıştı...
İşte artık yakalanmıştı ve yakalandığına öyle çok seviniyordu ki...
Bundan böyle bedeni değilse de ruhu özgür olacaktı...
Tüm gerginliği geçmişti...
Ruhunu bir kuş gibi hafif ve hür hissediyordu...
Ne kadar rahattı...
Ne yakalanma korkusu vardı artık, ne de kaçıp bir yerlerde gizlenme kuşkusu...
Her şey kendi doğal nizamına göre yürüyecekti ve yaşayacaklarına hiç itirazı olmayacaktı…

Çünkü…
Bundan sonra olacaklar tamamıyla kendi davranışlarının biçimine göre şekillenecek ve oluşacaktı...
Yani olacakların tek suçlusu vardı bundan sonra: Kendisi...


“İşte o an, zaman dondu a..na k…yım” demişti sağ eliyle ünlü bıyıklarını sıvazlayarak…
O güne kadar çok duyduğu ama hiç umursamadığı bir söz beyninin çeperlerinde dans etmeye başlamıştı...
“İnsanı güçlü kılan iradesidir.”
Ve o söze inanmaya hatta iman etmeye karar vermişti…
Eğer tutuklamaya kalkarlarsa hiç kimseye yalvarmayacak, rüşvet teklif etmeyecek, işi oluruna bırakacaktı…
Yakalanacaktı ama adam gibi yakalanacaktı.


Pasaport polisi Fransızca bir şeyler söylemişti...
Arkasında kendisini izleyen arkadaşına dönüp sormuştu; “Ne diyor bu adam be?”
“Efendim, ‘10 bin Frank ver geç’ diyor.”
“Ne parası?.. Ne 10 bin Frankı kardeşim?.. O kadar paramızın olmadığını sen de biliyorsun... Hem ne oldu?.. Hani beni VIP salonundan alacaklardı?..”
“Tamam da efendim. Arkadaşlardan bir haber çıkmadı. Demek ki meseleyi çözemediler. Hem bu adamlar sizde çok para var zannediyorlar.”


Pasaport kontrol işleminin uzamış olması, diğer yolcuların mırıldanmalarına sebep olmuştu. Zaten herkes neredeyse saatler süren bir bekleyişteydi.
Adamların kendisine “düşünme payı” verdiklerini anlamıştı ama o da “İnsanı güçlü kılan iradesidir” sözüne “iman” etmeye karar vermişti…
Ne olursa olsun kimseye boyun eğmeyecekti…

Arkadaşı tekrar sormuştu:
“Efendim ne yapacağız?.. Parayı ödeyebilecek misiniz?..”
Ama var ya o Şeytan
Kendisi ne kadar “İnsanı güçlü kılan iradesidir” sözüne iman etse de işte o Şeytan halen dürtüyordu…
“Ver şu 10 bin Frank’ı da geç git”
diyordu…
“Kendisini güçlü kılan iradesi” ise “Buraya kadar” diyordu...

Elini polisin önünde duran pasaportuna hızla atıp geri çekmişti...
Pasaportu elindeydi artık ve bağırıyordu:
“Yetti be!.. Yetti!.. Yakalayın ulan orospu çocukları!.. Yakalayın ulan anasını s.....im puştları!.. Vermiyorum ulan para mara!.. Tek kuruş verirsem anamla zina edeyim ulan!.. Bitti bu iş, bitti!.. Ne olursa olsun bitti!..”

Ve…
Bulunduğu yere çöküp oturmuştu.


Emre Aköz:
“PKK-BDP artık bir burjuva hareketidir” demiş…
Ağalar, şıhlar, şeyhler de “Proletarya” oluyor herhalde…

Birden, zembereği boşalmış bir saat gibi hissetmişti kendini...
Üzerinden milyonlarca tonluk bir yük kalkmıştı adeta…
Bunları anlattıktan sonra bir kahkaha atmıştı…
“Memduh” dedi… “O an duyduğum mutluluğu anlatabilmem mümkün değil”...

Ey bizim Anders Behring Breivik’ler…
Yeter artık be yeter!..
Bu halkı daha nereye kadar “bölünme korkusuyla yaşatacaksınız”?..
Yetti be…
Bölüneceksek bölünelim anasını satayım…


 

Herkesten borç alınmaz


Doğmadan ölecekti...


İ.İ.T.İ.A’
da (bugünkü Marmara Üniversitesi) okurken (70'li yılların başı) ikinci sınıfta bir “Alacak - Borç Yönetimi” dersi de Finans hocamız Prof. Ali Sait Yüksel’den aldım…
Vitali Hakko, AKBANK Taksim şubesinden 50 milyon lira kredi kullanmıştı…
İlerleyen günlerde şube müdürüyle görüşüp,
“kısmi erteleme” istedi Vitali Bey
Şube müdürü, genel müdürü bilgilendirdi…
Ve...
Vitali Bey kısmi erteleme beklerken ihtiyati hacizle karşılaştı…
Şube Müdürü ve Genel Müdür paniğe kapılıp, Vitali Hakko’nun borcunu ödeyemeyeceği korkusu duyarak tedbir(!) almışlardı…
Vitali Hakko AKBANK’tan sorumlu Holding yönetim kurulu üyesi Sakıp Sabancı’ya gitti…
Durumu aynen anlattı…
Ve dedi ki…
“Senin müdürlerin beni namussuzluğa itiyor… Oysa ben namuslu kalmakta ısrarlıyım… İstediğim her ihtimale karşı biraz süre… Eğer hacizleri hemen kaldırmaz, istediğim süreyi vermezsen naylon borç senetleri imzalayıp yakınlarıma verir iflasımı isterim senin bankan da alacak sırasına girer…”

Sakıp Ağa Vitali Bey’i sarılıp öptü…
“Sen namuslu adamsın sana sadece yeni vade değil taze borç da vereceğim” dedi…
Ve sözünü tuttu…
Olay piyasaya yayılmadan kapatıldı ve bugün Dünya çapında bir markamız oldu: VAKKO…
Yunanistan’ın alacaklılarına bu öyküyü anlatabilecek birini tanıyan var mı?..

Yavuz Semerci'nin ekonomiye bakışına bayılıyorum... 
Öylesine soğukkanlı ve sakin ki...
Tam alkışlık...
Dünkü (26.07.2011) Gazete HT’de “Döviz oynadı diye endişe etmeyin!” başlığı altında yayımlanan makalesi de aynı sükûnette...
Bu arada hem “pembecileri” hem de “felâketçileri” tatlı bir biçimde uyarıyor…
"Hele durun kardeşim, ne bu telaş!" tadında...

Ve...
"Borç - Alacak Yönetimi"nde çok önemli bir noktaya dikkat çekiyor Yavuz:
“Bir toplumun refaha kavuşması ile refahı sürdürülebilir seviyede tutması arasında önemli farklar var.”

Ve...
Sözü Yunanistan’a getiriyor...
Yunanistan'ı yöneten iktidarların AB'den sağladıkları fonlarla gelir seviyelerini artırdıklarını, borçlanmaktan korkmadıklarını ama bütçe açıklan dayanılmaz noktaya çıktığında; borç verenlerin, "bunlar borçlarını ödeyemeyecek" diyerek borç vermeyi kestiğinde, acı gerçekle yüzleştiklerini hatırlatıyor...

İşte burası çok önemli…
Yavuz'un cümleleri bana rahmetli dedeciğimin (babamın babası) bir sözünü hatırlattı...
“Herkesten borç alınmaz” derdi merhum…
Neden?..
Çünkü “alacaklı” vardır; aklı başındadır, soğukkanlıdır, panik yapmaz; “yaşat ki yaşa” felsefesiyle hareket eder…
Alacaklı vardır; “eyvah gitti param!.. Hemen borçlunun her tarafını kilitleyeyim de hareket edemesin” diyerek harekete geçer ve borçlunun kıçındaki dona bile haciz koyar
Sonuçta hem borçluyu batırır ama hem de kendisi parasının tamamını tahsil edemez…
Hâsılı…
İlerleyen yıllarda dedeciğimin “üç kelimesinin” müthiş bir "Alacak - Borç Yönetimi Felsefesi" olduğunu anladım…

Yavuz, makalesinin bir yerinde şöyle diyor:
“Şimdi Yunanistan, Avrupa'nın en hasta adamı olduğu için değil, borç veren uluslararası kreditörler batmasın diye kurtarılacak.”

Bu arada Yunanistan’ın bu “düşük” konumundan fırsat kollayıp “ucuza mal kapatmak” isteyenlerin arasında bir Türk işadamının da olduğunu söylüyor ve ekliyor: “Hayatın gerçeği bu. 2001 yılında biz de buna”…

Yavuz’un yazısının tamamını okumak isteyenlere …
Ben, işin “alacak – borç yönetimi”yle ilgiliyim…
Bunun için yandaki kutucukta size yaşanmış bir “öykü” anlatacağım…

Yavuz Semerci dünkü (26.07.2011) Gazete HT’de “Döviz oynadı diye endişe etmeyin!” başlığı altında yayımlanan makalesiyle “pembecileri” de “felâketçileri” de tatlı bir biçimde eleştiriyor…
Önce ekonomi yönetiminde çok önemli bir noktaya dikkat çekiyor:
“Bir toplumun refaha kavuşması ile refahı sürdürülebilir seviyede tutması arasında önemli farklar var.”
Bunu açıklamak için de Yunanistan’ı örnek veriyor...
AB'den sağladıkları fonlarla gelir seviyelerini artırdıklarını, borçlanmaktan korkmadıklarını ama bütçe açıklan dayanılmaz noktaya çıktığında, borç verenlerin, "bunlar borçlarını ödeyemeyecek" diyerek borç vermeyi kestiğinde, acı gerçekle yüzleştiklerini hatırlatıyor...
İşte burası çok önemli…
Rahmetli dedeciğim (babamın babası) “herkesten borç alınmaz” derdi…
Neden?..
Çünkü “alacaklı” vardır; aklı başındadır, soğukkanlıdır, panik yapmaz; “yaşat ki yaşa” felsefesiyle hareket eder…
Alacaklı vardır; “eyvah gitti param!.. Hemen borçlunun her tarafını kilitleyeyim de hareket edemesin” diyerek harekete geçer ve borçlunun kıçındaki dona bile haciz koyar…
Sonuçta hem borçluyu batırır ama hem de kendisi parasının tamamını tahsil edemez…
Hâsılı…
İlerleyen yıllarda “üç kelimelik” müthiş bir ekonomi yönetimi felsefesi olduğunu anladım…

Yavuz, makalesinin bir yerinde şöyle diyor:
“Şimdi Yunanistan, Avrupa'nın en hasta adamı olduğu için değil, borç veren uluslararası kreditörler batmasın diye kurtarılacak.”
Bu arada Yunanistan’ın bu “düşük” konumundan fırsat kollayıp “ucuza mal kapatmak” isteyenlerin arasında bir Türk işadamının da olduğunu söylüyor ve ekliyor: “Hayatın gerçeği bu. 2001 yılında biz de buna”…

Yavuz’un yazısının tamamını okumak isteyenlere tavsiye ederim…
Ben, işin “alacak – borç yönetimi”yle ilgiliyim…
Bunun için yandaki kutucukta size yaşanmış bir “öykü” anlatacağım…

Yavuz Semerci dünkü (26.07.2011) Gazete HT’de “Döviz oynadı diye endişe etmeyin!” başlığı altında yayımlanan makalesiyle “pembecileri” de “felâketçileri” de tatlı bir biçimde eleştiriyor…
Önce ekonomi yönetiminde çok önemli bir noktaya dikkat çekiyor:
“Bir toplumun refaha kavuşması ile refahı sürdürülebilir seviyede tutması arasında önemli farklar var.”
Bunu açıklamak için de Yunanistan’ı örnek veriyor...
AB'den sağladıkları fonlarla gelir seviyelerini artırdıklarını, borçlanmaktan korkmadıklarını ama bütçe açıklan dayanılmaz noktaya çıktığında, borç verenlerin, "bunlar borçlarını ödeyemeyecek" diyerek borç vermeyi kestiğinde, acı gerçekle yüzleştiklerini hatırlatıyor...
İşte burası çok önemli…
Rahmetli dedeciğim (babamın babası) “herkesten borç alınmaz” derdi…
Neden?..
Çünkü “alacaklı” vardır; aklı başındadır, soğukkanlıdır, panik yapmaz; “yaşat ki yaşa” felsefesiyle hareket eder…
Alacaklı vardır; “eyvah gitti param!.. Hemen borçlunun her tarafını kilitleyeyim de hareket edemesin” diyerek harekete geçer ve borçlunun kıçındaki dona bile haciz koyar…
Sonuçta hem borçluyu batırır ama hem de kendisi parasının tamamını tahsil edemez…
Hâsılı…
İlerleyen yıllarda “üç kelimelik” müthiş bir ekonomi yönetimi felsefesi olduğunu anladım…

Yavuz, makalesinin bir yerinde şöyle diyor:
“Şimdi Yunanistan, Avrupa'nın en hasta adamı olduğu için değil, borç veren uluslararası kreditörler batmasın diye kurtarılacak.”
Bu arada Yunanistan’ın bu “düşük” konumundan fırsat kollayıp “ucuza mal kapatmak” isteyenlerin arasında bir Türk işadamının da olduğunu söylüyor ve ekliyor: “Hayatın gerçeği bu. 2001 yılında biz de buna”…

Yavuz’un yazısının tamamını okumak isteyenlere tavsiye ederim…
Ben, işin “alacak – borç yönetimi”yle ilgiliyim…
Bunun için yandaki kutucukta size yaşanmış bir “öykü” anlatacağım…