BIST 9.102
DOLAR 39,56
EURO 45,49
ALTIN 4.285,87

Yapma Cemil!

Bismillahirrahmanirrahim

Şimdi moda soru bu?

Sevgi neydi?

Cengiz Aytmatov’un Cemile adlı romanını Kazak kardeşlerimizin ünlü yazarı Muhtar Avezov okur ve “Yolun Açık Olsun” diye bir yazı yazar. Bununla da kalmaz kitabı yakından tanıdığı dostu Luis Aragon’a göstererek hararetle Fransızcaya çevirmesini ister. Aragon, hanım tarafından Rusçaya aşina. “Bi okuyak bakalım neymiş bu!” der.

Sonra romanı Fransızcaya çevirmekle kalmaz. O dönemin adetlerine hiç uymadığı halde efsanevi bir giriş yazısı yazar.

Ben fakirin öğrencilik yıllarında çevirdiği başlığı ile vereyim. Dünyanın Aşkı Anlatan En Güzel Hikâyesi:

Her haliyle övünen, gururlu, mağrur Paris’te, Hugo ile Volter’in Paris’inde, nice krallar ve devrimler gören Paris’te, her bir taşı uzun uzun hikâyeler ve efsaneler hatırlatan büyük ressamların Paris’inde, ateşli aşkların ve aşıkların şehrinde, görmediği, okumadığı başından geçmeyeni kalmayan bu şehirde ben “Cemile”yi okudum… İşte o an, Verter ile Veronica’nın, Antoni ile Kleopatra’nın ya da Manon Lescaut’un benim gözümde hiçbir değeri kalmadı ve işte o an Romeo ve Juliet’in, Paolo ile Françeska’nın, Ernan ile Danyarson’un hayalleri gözlerimin önünden silinip gittiler. Çünkü ben Danyar ve “Cemile”yle karşılaştım, onlarla beraber II. Dünya Savaşının üçüncü yılına, 1943 yılına, 1943 yılının bir Ağustos ayına, güzel bir geceye yeniden dönüp oralarda bir yerlerde bulunan Kürküröö çayına, ekin yüklü arabalara ve diğer ikisinin hikâyesini bizlere anlatan Seyit adındaki çocuğa gittim… (Çev. Göz)

Yani bu konuda hiç mütevazı olmayacağım. Güzel çeviri.

Neyse. Konumuza dönelim.

Aragon’un iddialı bir başlıkla kaleme aldığı giriş yazısı Fransız edebiyat çevrelerini birbirine katar. Ahali romandan çok Aragon’un giriş yazısını merak eder. Sonuç mükemmeldir. Aytmatov’un dünyaca ünlü bir yazar olmasına Aragon gibi namlı bir kalemin lütfedip romanını çevirmesi bununla da yetinmeyip en az roman kadar ünlü olacak bir giriş yazısı yazması vesile olur.

Her işin bir yolu yordamı var. Edebiyat incelemesi derslerinde incelenecek romanı iki üç cümleyle özetlemek tercih edilen yollardan birisi. Cemile’nin özeti şöyle: Kocası ülkesini korumak için cephede savaşan bir kadının uzata uzata türkü söyleyen aksak ayaklı, gizemli adamı oynayan bir gazi ile kaçmasının hikâyesi. (Aman ha kınayayım filan demeyin, kınadıysanız tövbe edin.)

Yıllarca bu konu konuşuldu durdu.

Cemile başka bir adamla neden kaçtı?

Sadece Sovyet yazar çizer takımı arasında değil okurlar arasında da çarşının karışmasına neden olan “Cemile” uzun yıllar tartışıldı.

Yoldaş Hruşev’in azıcık liberalleşme sosu eklediği Sovyet toplumu bir cephe şövalyesinin karısı tarafından terk edilmesini şaşkınlıkla karşılamıştı.

Burada yıllar sonra ortaya çıkan ilginç kulis bilgisini paylaşmadan edemeyeceğim.

Gerçek hayata dayanan Cemile romanındaki kadın karakter, aşığı ile kaçtıktan iki yıl sonra adamdan ayrılıp köyüne dönmüş.

Yani aslında ortada "Dünyanın Aşkı Anlatan En Güzel Hikâyesi" filan yok.

Klasik bir “Ekmeğinin tuzu olmayan adam hikâyesi”

Bunu uzun süre düşündüm durdum.

Sevgi neydi?

Yıllarca derslerde konuştuk.

Geldiğim sonuç şu oldu.

Sevgi eşittir zaman.

Bir şey için ne kadar zaman ayırıyorsanız onu o kadar seviyorsunuz.

Çünkü insanın paha biçilemez tek gerçeği zaman. Bir daha geri döndüremeyeceğimiz kıymetli dakikaları neyle iştigal ederek geçiriyorsak onu seviyoruz demektir.

Cemile, sosyalist güzellik anlayışına göre üreten kadındı. Tarlada çalışıyor, bir kadın için ağır sayılabilecek işlerle meşgul oluyor, toplama yerine at arabasının arkasına yüklediği ekin çuvallarını götürüyordu.

Bizim kuşağın anneleri zamanlarını çocukları ile geçirdi.

Şimdi bilmiyorum anneler ne yapıyor bebeler neredeler?

Ama gördüğüm kadarıyla zamanın çoğu sosyal medyada hikâye videosu kaydırarak geçiyor.

Lafı nereye getireceksin Hoca?

Az evvel iki tarafın da boykot listesinde olmayan kahvecilerden birisinde otururken gördüğüm "kurye kız", ceylan gibi sekerek kahveciden içeri girdi ve birisinin evine sipariş ettiği kahveleri alıp götürdü.

Doğrulup “Bu gerçek mi?” diye arkasından bakakaldım.

Gerçekti.

Ben avaz avaz bağırdığım ama çok dikkat eden olmadı. Onun için Prof. Dr. Erhan Afyoncu’dan bir alıntı ile bitiriyorum yazıyı.

Son Söz: Türkiye nüfus meselesinde bir kâbusa doğru gidiyor. Nüfus artış hızımız durma noktasına geldi. Şu anda Türkiye'nin en önemli sorunu nüfustur. Böyle giderse Türkiye ne olur? Ben açık ve net söyleyeyim; Anadolu'da yaşlı bir Türk nüfusu olur. Tarım başta olmak üzere hiçbir alanda çalışacak işgücü üretemeyiz. Kendisini toparlayamazsa da bu topraklardaki yaşama kabiliyetini kaybeder. Bu çok ciddi bir risk. Gerçek bir beka sorunu. Ben bunu 10 yıldır söylüyorum, yazıyorum. Bu birçoğumuzun farkedemediği, savaştan bile daha önemli bir tehdit. (Prof. Dr. Erhan Afyoncu)

Asıl Son Söz: “Onlar sizin için, siz de onlar için birer elbisesiniz.” (Bakara, 187)