BIST 10.919
DOLAR 42,53
EURO 49,62
ALTIN 5.779,27

Otobüsteki kız

Bismillahirrahmanirrahim

Araba gitti elimizden!

Verilen nimetin şükrü eda edilmezse Allah onu alır…

Kös kös gidip Ego’dan kart aldık!

Bir de bunların telefona indirilen programı var, onu indirdik!

Hangi otobüs nereden geçerdi, nereye giderdi, harita üzerinde çalıştık…

Aldık çantamızı elimize çıktık yola…

Kızılay’ı, Ulus’u, Sıhhiye’yi yakından temaşa etme şansını da bu vesileyle bulmuş olduk.

Ben Ankara’ya gelmeden önce “Türkiye Yüzyılının” yönetildiği, dünyaya nizam veren başkentimizin, “Bin yıllık devlet aklımızın” ikamet ettiği otağımızın barok tarzında ince zevkle yapılmış binalar, geniş parklarla donatılmış olduğunu düşünür! “Her ahval ve şeraitte devletimizin bir bildiği vardır!” derdim!

Amanın amanın!

Bitişik nizam zevksiz binalar! Üflesen yıkılacak eskimiş apartmanlar! Yılgın yüzler! Hele o kaldırımlar! Hele o kaldırımlar…  

Uzmanlar “Deprem ülkesiyiz!” diye ellerinde koca koca değnekler harita üzerinde anlattıkça Ankara’nın merkezi yerleri eskimeye devam ediyor…

O kadar adamı minnacık alanlara hapsetmek nasıl bir stratejik planlamanın neticesi gerçekten merak ettim…

Bütün Ankara giyiniyor, kuşanıyor, taranıyor sabahları ve akşamları vals yapmak üzere Kızılay’da buluşuyor… Halaya meyilli olanlar Ulus’a serbest stil tepinmek isteyenler Sıhhiye’e sökün ediyor…

Tövbe estağfurullah!

Sonra ben otobüslere inip binmeye başladığımdan beri -birkaç defa postu kurtarmaya muvaffak olduğumun da altını çizmeden edemeyeceğim-dikkatimi celbeden birkaç husus var.

Zengin sınıf, açık saçık giyinmeyi orta -kaldıysa eğer- ve alt sınıfa terk etmiş.

E olacak o kadar! Fakirlere benzememek zenginliğin şiarındandır!

Dövme de öyle… Artık fakir fukara işi olmuş!

Bu konudaki bazı istisnalar yok değil.

Hali vakti yerinde hanım teyzeler geçmişten kalan acı yadigarların terennümü olarak köprücük kemiklerine çok dikkat ederek bakmadıkça okuması imkânsız bazı lakırdılar yazdırıyorlar… Neyse! Kaçan balık büyük olur!

Sıhhiye köprüsünde otobüsten in. Merdivenlerden aşağıya seğirt! Yolun doğru tarafındaysan beklediğin otobüs gelir.

Otobüsler ikiye ayrılıyor!

Nakit para alanlar ve almayanlar!

Bir de serbest giriş kartlı ihtiyar tayfa var.

Bunlar özellikle nakit para alan otobüslerde hoş karşılanmıyor!

Yine günlerden bir gün her tarafı metro ağıyla donanmış müstesna başkentimizde zevk olsun diye bir otobüs yolculuğuna çıktık. Başlarda herkes telefonuna bakıyor, işler yolunda gidiyordu.

Tekaüt tayfadan bir amca aniden çöküp kaldı. Gürbüz mü gürbüz sabah akşam tavuk eti yediği vücudunda oluşan sarkıntılardan belli bir bebenin ayakları dibine kapandı.

Başta bizim tavukçu olmak üzere kimse umursamadı!

Bıyıklarının burnun altında kalan kısmı sigaradan sararmış amca derin derin nefes alıyor! Eliyle kendine yelpaze yapıyor…

Bulunduğum yerden kaygıyla amcayı izliyorum!

Kendi yaşlarında başka bir tekaüt yaklaşıp “İyi misin?” diye sordu.

-Şeker var mı bir tutam, şekerim düştü galiba, demiş olacak ki kızlara şeker sordular…

Çantalardan birkaç şeker parçası çıktı.

Verdiler! Hasta yedi ama daha da kötüleşti.

Bütün olay tavuk müptelası bebenin ayakları dibinde olduğu halde kerata bir defa bile kafasını kaldırıp da “Gel hacı, hastasın sen, otur şuraya.” demedi.

Çocuklu bir kadın bebesini başkasının kucağına terk ederek kendi yerini amcaya verdi. Bunu oturttular.

Bir yelpaze buldular…

Doktor olduğu anlaşılan bir Suriyeli arkalardan gelip eliyle nabzını ölçtü…

O sırada genç bir kız konuşup hastayı ayık tutmaya çalıştı.

Ama bizimki giderek kötüleşti.

Hasta bir ara bayılacak gibi olunca genç kız, hızır acili arayıp bir adres verdi, lazım olan durağa gelince amcayı teslim edecek sonra otobüse dönüp evine gidecek… “Şoförü tembihleyin otobüs gitmesin!” diye birkaç kişiyi uyardı.

Hasta ve genç kız otobüsten iner inmez kapılar tak diye kapandı, şoför bastı gaza gitti…

Birkaç kişi bağırdı, “Yolcu var!” dendi…

Ama şoför oralı olmadı!

Tavuk müptelası bebe ilk defa kafasını kaldırıp camdan dışarı baktı!

Benimle aynı durakta indi…

Arkasından biraz şöyle izledim! Koşup ensesine bir şaplak atsam mı diye aklımdan geçmedi değil! Ama l4-l5 fıtık var. Bırak koşmayı zor yürüyorum!

Olayın en başından beri sarı bıyıklı tekaüte yardım edenler, yer verenler, konuşanlar, Suriyeli doktoru saymazsak kadınlardı!

Delikanlılar hiç oralı olmadı!

Benim inandığım edebiyat teorisi ve dine göre insandan umut kesmek büyük hüsran!

Şimdi Altındağ’da, Külliyeye 13 km uzaklıktaki fakirhanemin balkonuna çıktım, yıkık dökük mahallemizi temaşa ediyorum…

Bu büyük millet dünya devleti kurduğu, etrafına hükmettiği günlere nasıl ulaşacak onu düşünüyorum…

Son Söz

Ey oğullarım, gidin, Yusuf'u ve kardeşini araştırın. Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin; zira kâfir kavimden başkası Allah'ın rahmetinden ümit kesmez. Yusuf/87