BIST 10.400
DOLAR 32,23
EURO 34,95
ALTIN 2.412,19
HABER /  GÜNCEL

Van gölü hayat veriyor

Van Gölü, muhteşem manzarasının yanısıra, tarih ve kültürün içi içe geçtiği tabiatıyla da ön plana çıkıyor.

Abone ol

Mezopotamya döneminde "Nayri Denizi" olarak adlandırılan Van Gölü, muhteşem manzarasının yanısıra, tarih ve kültürün içi içe geçtiği tabiatıyla da ön plana çıkıyor.
Doğu Anadolu Bölgesi'nin güzellikler beldesi, Van'ın turizm kaynağı Van Gölü, aynı zamanda Türkiye'nin ve dünyanın en büyük soda gölü. Toplam alanı 3 bin 713 kilometre kare olan gölün, Nemrut Volkanı'nın patlamasıyla oluştuğu biliniyor. Denizden yüksekliği bin 646 metre olan Van Gölü'nün ölçülebilen derinliği 457 metreden fazladır.
Van Gölü, yılın her mevsiminde ve günün her saatinde başka bir güzelliğe bürünüyor. Sahil boyunca yapılaşma ile bozulmayan koylar, yeşil bitki örtüsüyle sarılı kıyılar, görülmeye değerdir. Gölü güzelleştiren yalnızca dağlar arasında serili su kütlesi değil, onu çevreleyen dağlar, kaleler ve tarihi dokudur. Gölün etrafını saran dağlar, bir çanağın kenarları gibi neredeyse aynı hizadadır ve gelip Süphan'da toplanır. Bu dağlardaki yaşamı ve renkliliği görebilmek, zaman ister.
Günün her saatinde rengi ile göz kamaştırıcı güzelliğe sahip olan ve bir "coğrafya harikası" olarak tanımlanan Van Gölü'nün bu eşsiz güzelliği, çağlar boyu kavimleri kendine çekmesine ve çevresinde nice medeniyetlerin doğmasına olanak sağlamıştır. Gözü özgür bırakan görüş mesafesiyle, suya her mevsim ayrı renk veren güneşiyle, Anadolu insanına has misafirperverliği ve içtenliğiyle, hep farklı bir güzelliğe sahip olmuştur Anadolu'nun incisi. Sabah saatlerinde, sularının üzerine güneşin doğuşuyla Van'da geçen zaman daha da keyiflenir. Süphan Dağı'nın arkasında güneş battığı zaman ise Van Gölü'nün rengi akşam daha da güzelleştirir.

DOĞU'NUN İNCİSİ VAN, VAN'IN İNCİSİ VAN GÖLÜ
Doğu Anadolu'nun incisi Van'ı "inci" yapan değişmez etken, Van Gölü'dür.
Tarih boyunca zenginliklerini etrafında yaşayan insanlara cömertçe sunan Van Gölü, Mezopotamya döneminde "Nayri Denizi" olarak adlandırılırdı. Genelde sakin duran göle, bazen ürkütücü dalgalara sahip olduğundan, Urartular "dalgalı deniz" adını vermişti. Göle verilen isimler arasında, Küçük Deniz, Ahlat Deryası, Ejir Gölü, Deryaço, Van Denizi adlarına da rastlanır.
Gölün kuzeydoğusunda yer alan sığ sulara sahip Erciş Körfezi ile güneydeki doğu-batı doğrultulu derin çanağı birbirinden ayıran boğazda görülen yıkıntılar, eskiden burada iki göl bulunduğu, daha sonra yükselen sular ile bu iki gölün birleşip Van Gölü'nün bugünkü şeklini almasına neden olduğu şeklinde görüşler ileri sürülmesine yol açmıştır.
İçinde Akdamar, Adır, Çarpanak ve Kuş adaları olmak üzere dört ada bulunan Van Gölü'nde, su çok tuzlu ve sodalı olduğundan, temizlik maddeleri kullanılmadan her şey yıkanabilir. Göl üzerinde yer alan adalar ve Ahlat sazlıkları, Dönemeç, Karasu ve Bendimahi deltaları ile gölün kuzeyinde yer alan, sazlıklarla kaplı bir tatlı su gölü olan Nurşun Gölü, Van Gölü'nde kuşlar açısından önem taşıyan alanlardır. Van sazlığında kuluçkaya yatan yaz ördeği, gölün batısındaki yarımadada üreyen toy, adalarda kuluçkaya yatan Van Gölü martısı ve Van Gölü'ne özgü bir balık türü olan inci kefali, gölün uluslararası öneme sahip sulak alanlar içerisinde yer almasını sağlar.
Gölün bölge halkına en önemli hediyesi yakıcı sıcaklarda sağladığı serinlik duygusu ise ikinci önemli hediyesi şüphesiz inci kefalidir. Mayıs ve haziran aylarında bolca çekilen bu balık, lezzeti ve ekonomik değeri yönünden bölge halkı için alternatif bir besin kaynağıdır.
İnci kefali, ülkemizin en büyük gölü olan Van Gölü'nde yaşamaya alışan tek balık türüdür. Çünkü Van Gölü, yüksek derecede alkalili, sodalı ve tuzlu bir göldür. Bu özellikler, göl sularını inci kefali dışındaki balıklar için yaşanmaz bir ortam haline getirir. Ülkemizde iç su balıkları üretimi alanında önemli bir yere sahip olan inci kefali, yılda yaklaşık 15 bin ton civarında avlanarak, tek başına Türkiye iç su balığı üretiminin üçte birini karşılar.

AKDAMAR ADASI'NA DAİR RİVAYETLER VE VAN GÖLÜ CANAVARI İDDİASI
Kıyıdan yaklaşık 4 kilometre uzaklıkta yer alan Akdamar Adası'na yaklaştıkça, önce küçük sivri bir külah, ardından sarı renkli taştan yapılmış bir bina belirir. M.S. 915-922 yılları arasında Vaspurakan Kralı I. Gagik tarafından, o zamanlar adada bulunan saray için inşa ettirilen Akdamar Kilisesi'nin mimarının Keşiş Manuel olduğu bilinir. Kilise, pek çok yönüyle dikkate değer yapıların başında gelir. Örneğin, yapımında kullanılan andezit taşları, mevsimlere ve günün saatine göre sarı, kırmızı veya gri renklerde bir görünüm sunar. Haç planlı kilisenin bir diğer özelliği de, dış cephenin çok zengin bitki ve hayvan motifleriyle İncil ve Tevrat'tan alınma sahneleri betimlemesidir.
Akdamar (Ahtamar) adının nereden geldiğine ilişkin birçok rivayet bulunur. Bu rivayetlerden birine göre, zamanın başkeşişinin dillere destan güzellikteki kızı Tamara, Gevaş'ta yaşayan bir delikanlıya aşık olur. Genç, Tamara'ya ulaşmak için her gece gölü yüzerek geçer, Tamara da kıyıda, elinde bir mumla onu bekler. Bu buluşmalardan haberdar olan başkeşiş, fırtınalı bir gecede elinde mumla kıyıya iner. Işığın yerini sürekli değiştirerek, gencin gücünü yitirmesine neden olur. Genç, "Ah Tamara, ah Tamara" diyerek boğulur. "Ah Tamara", zamanla Ahtamar veya Akdamar adına dönüşür.
Van Gölü'nde bir canavar olduğuna dair iddialar ise ilk olarak 1997 yılında patlak verdi. 8- 10 metre boylarında, ses çıkaran, insanlara zarar vermeyen, kahverengi-siyah renkte bir canavar olduğu söylentisi, uzun yıllar boyunca gizemini korudu. Van halkı tarafından "Canavan", "Cano" gibi isimlerle sevimli hale getirilen canavarla ilgili olarak, Cambridge Üniversitesi'nden dünyaca ünlü su altı biyolojisti Jacques Cousteau, gölde bir araştırma yapmak üzere Van'a geldi. Bütün bu gelişmeler neticesinde, Van Gölü turist akınına uğradı. Eline kamerasını alan amatörler canavar avına çıktı, ama mevcut video kaydından başka kayıt yapılamadı. Bütün bu yaşananlar, Van'ın gelişmekte olan bir yöre olmasına ve bu sebeple yöre halkının turizmi canlandırmak amacıyla böyle bir hikayeye başvurduğuna bağlandı, Van Gölü canavarı hikayesi de başladıktan kısa zaman sonra bitti.

GÖLÜN KIYISINDA YAŞAYAN TARİH: AHLAT
Bölgenin geçmişine bakıldığında, tarih boyunca birçok medeniyete merkez olan Van Gölü'nün batısında, Türklerin Anadolu'da ilk yerleştikleri bölge olan Adilcevaz ve Ahlat bulunur.
Van Gölü kıyısında yer alan ve tarihi Urartular'a kadar inen Ahlat yerleşimi ile Selçuklu dönemi taş işçiliği, dönemin inanışlarını, yaşam biçimini en güzel şekilde yansıtan mezar taşları ve anıt eserleri ile Dünya Miras Listesi'ne de önerilmiş bulunmaktadır.
Van Gölü'ne, sadece uçsuz bucaksız maviliği ve altın kumlu plajlarıyla değil, çevresindeki tarihi yerleşkeleriyle de "Doğu Anadolu'nun denizi" denilmesine haklılık kazandıran Ahlat, yaklaşık 2 bin 900 yıl önceki ilk "Urartu" yerleşiminden bu yana aynı havzanın "yaşama" merkezi. Burası, Bizans döneminde "Khlat", Ermeni krallıkları zamanında "Hlat", Süryanilerin dilinde "Khelath", Arapların egemenliğinde "Halat" ve 12. yüzyılda Türk kenti olunca da "Ahlatşahların" başkenti "Ahlat" ismini alarak, tarihin tanıklığını uzun yıllar sürdüren bir kent olmuştur.
Van Gölü'nün kıyısında yer alan Ahlat, Selçuklu dönemine ait tarihi mezarlığı ile ünlüdür. Mezarlık içinde bulunan ve her biri ayrı birer sanat şaheseri olan Selçuklu mezar taşları hakkında pek çok kitap yazılmış ve birçok araştırma yapılmıştır. Diyarbakır yolundaki Malabadi Köprüsü ise, türkülere konu olan önemli bir eserdir.
Tarihi yaşayarak yazan seyyahlar, İslam dünyasının en parlak kentleri için söylenen "Kubbetü'l İslam" unvanının Ahlat'a da verildiğini belirterek, halkın yüzlerce yıl Arapça, Farça, Ermenice ve Türkçe konuştuğunu kaydeder. Gölün gerisindeki kayalara oyulmuş en eski evlerinin duvarlarında bile "tavus kuşu" resimlerinin bulunduğu Ahlat'ın güzelliğine, Osmanlı döneminde göl kıyısındaki "Hisar" da eklenince, tarihi kentin eşsizliği şiirlere ve türkülere yansımıştır.