BIST 10.471
DOLAR 32,77
EURO 35,09
ALTIN 2.457,99

Üniversitelere “kurumsallaşma” ve “kalite” gel(di)ecek mi?!...

Başbakanlık, AK Parti, MHP, CHP, HDP,YÖK,Üniversiteler, Kurumsallaşma, Kalite,Eğitim, Lisansüstü, Milletvekilleri emekli maaşları, N.Duru

Milliyet Gazetesi eğitim yazarı Sn. A.Güçlü , “YÖK bilimi destekliyor mu yoksa köstekliyor mu?” başlıklı yazıları ile konuyu irdelemeye çalışmış ve bir akademisyenin mektubunu yayınlamış. Biz de yorumlarımızla –doğruları yazan- bu akademisyenimizin görüşlerine destek verelim istedik.

 

“………İşte  Üniversitesi’nden bir başka hocamızın değerlendirmesi...

“Lisansüstü tez danışmanlığının 12 ile sınırlanmak istenmesini hiç yadırgamadım, bilakis, olumlu buldum.
Çünkü bana sorarsanız, özellikle mühendislik, ziraat gibi uygulamalı alanlarda bir hocanın ilgilenebileceği öğrenci sayısı en fazla 4 olabilir.
Belki sosyal alanlarda 6-8 öğrenci makul olabilir ancak fen ve mühendislik alanlarında kesinlikle fazladır. Örneğin, benim ideal öğrenci sayım 2’dir, 3 öğrenciye “eh” derim ama 4-5 için yanıtım “asla”dır. 2013’te doktora tezini sunan bir öğrencim, danışmanlığımda gerçekleştirdiği çalışmalardan yaklaşık 15 adet SCI’lı yayın yapmıştır. Böyle sonuçlar için öğrencinin de yetenekli ve samimi olması, hocanın da ciddi şekilde emek harcaması şarttır.”

AY: Aynen katılıyoruz. Ne kadar çok öğrenci, o kadar yozlaşma başlıyor. Dikkat dağılıyor ve ciddi bir çalışma ortaya çıkmıyor.


                 “Ülkemizde akademik çalışmalar için gerekli altyapı son derece zayıftır. Bu bakımdan en şanslı akademik birimler tıp, diş hekimliği fakülteleridir.”

AY: Evet, üniversiteler kuruluyor, çoğalıyor. Her ilçeye bir yüksekokul kurulması da olumlu, ancak kadrolar, kaliteli eğitim konusunda oldukça geri kalınıyor. Bu sorunlara, daha lisans eğitimi mezunu vermeden izin verilen lisansüstü ve doktora/sanatta yeterlik programlarını da eklemek gerek. Lisans eğitimi önce kendini isbat etmeli, sonra diğer üst eğitimlere geçilmeli. 

 

“Lisansüstü öğrencilere ders vermek ve özellikle çok sayıda tez yazan öğrenciye sahip olmak, hocalara hatırı sayılır bir ek gelir (ek ders ücreti, yılda 8 ay boyunca aylık maaşın dörtte biri) getirmektedir.”

AY: Sadece maddi kazanç mı, lisansüstü programlarda ders vermek hava da yaratıyor!, kişiyi üst hoca sınıfına sokuyor! (dersi yapması ya da yapmaması önemli değil!) Ayrıca, sistem bu çalışmalar yanında akademik çalışmalar da istiyor sizden…Tabii, vakit kalırsa!

“Ayrıca öğrencilerimizin tez çalışmaları bizlerin de yayın yapma faaliyeti olarak görüldüğünden oldukça önemlidir. (Önümüzdeki yıldan itibaren performansa dayalı ek ödeme yapılacaktır.) Bir hocanın 10-12 bilge insanı aynı anda yetiştirmek istemesinin ve buna cesaret etmesinin ne kadar gerçekçi olduğunu sorgulamamız gerektiği kanaatindeyim. Öğretim üyelerinin büyük çoğunluğu, çok sayıda öğrenci almada heveslidirler ancak onları iyi yetiştirmede genellikle pek de hevesli değillerdir.”

AY: Maalesef  yazılanlar doğru. Bir yerden sonra öğrencinin iyi yetişmesi önemli  olmuyor…Dersi yapmayan hoca, mecburen devamda da, ders notlarında da öğrencinin lehine karar vermek durumunda kalıyor. Ayrıca; makale, kitap içinde bölüm vererek ing. çözümlerini istemek, sonra onları ortak yayın olarak yayınlatmak, araştırmayı öğrenciye yaptırıp, ortak bildiri sunmak genel kabul görmüş etik olmayan uygulamalardır. Bunlar bilinmekte ama üstünde durulmamaktadır.

 
                 "Lisansüstü tez jürileri de büyük çoğunlukla sadece jüri önünde, izleyicilere kapalı olarak yapıldığından, başarısız öğrenci ve hocaların faaliyetleri uygun jüri seçimiyle rahatlıkla aklanabilmektedir. Doktora (hatta yüksek lisans) ve doçentlik jürileri mutlaka diğer akademisyenlere hatta ilgili sektörün temsilcilerine (özel sektör ve kamudan) açık yapılmalıdır, paydaşlar birbirini bu şekilde denetlemelidir.
Ben de sizin gibi Sayın Saraç’ın başında olduğu YÖK’ü daha samimi buluyorum, Sayın Başbakan’ın konuyla ilgili açıklamaları da umut vericidir.”

AY: Bu paragraftaki bir cümle çok önemli. “Uygun bir jüri seçimiyle”, akademisyenlikte olacak şey değil, etik kurallarına aykırı.” Ama bırakın doktora/sanatta yeterliği, Doç., Prof.  jürileri dahi ayarlanıyor, kurallar bazılarına işlemiyor. (Geçtiğimiz yazılarımda bazı uygulamalardan örnekler vermiştim.) Hak etmeyeni Dr., Doç. yapmayacaksın. “Ya eksik dosya ama, Dr./sanatta yeterlik çalışmasının üzerine bir şey eklememiş ama, sonra düzeltir, iyi çocuk” demeyeceksin, bilim/sanat nettir… Yalova’dan sonra “köşeyi dönünce İznik Gölünü göreceksin şaşırma” diye tabela var ya, ülkemizde şaşırmıyoruz!… oluyor…

  
                “Sayın Güçlü, akademik kurumların en önemli eksiği de karşılaştığı her yanlışa “hayır” diyen ve şerh koyan akademisyenlerin aşırı derecede azlığıdır. Çoğunluk devlet kesesinden “hovardalık” yapmanın, az şey üreterek ve kötü yöneterek yıllarca var olabilmenin keyfini sürmektedir. Bunlar keşke sadece son 10-15 yılın ürünü olsaydı o zaman daha kolay çözülürdü, ancak son dönemde iyice arttığı, vıcık vıcık bir hal aldığı da aşikârdır.”

AY: Akademisyen gördüğü her yanlışı akademik toplantılarda dile getiren, yazılı olarak ta bildiren kişidir. Ancak, ülkemizde böyle bir durumda; kurullara alınmaz, görevlendirilmez, ötekileştirilirsiniz…Devletimiz, kurumlarımız, görevdekilerin, “sorumsuzca davranmaları, devlet kesesinden hovardalık yapmaları” ile hızla  yozlaşmaktadır…

                 “Koalisyonun da güçlü tek parti iktidarının da çözemeyeceği kalite artışını ancak ultra-şeffaflık ve iç-dış paydaş denetiminin artırılması çözebilir. Ülkemizdeki akademik sorunun aslında bir çeşit kurumsallaşma sorunu yani kurumlaşamama gerçeği olduğu göz ardı edilmemelidir. Temel sorumuz “Akademik kurumlardaki kitlelerin ‘bilgeliğini’ nasıl artırabiliriz, kurumsal ortak aklı nasıl hızla geliştirebiliriz?” olmalıdır.”

AY: İşte eğitimde can damarı cümle “kurumsallaşma”. Ülkemizde, kişiye göre değişen kurumları, Bakanlık uygulamalarını  her yıl izliyoruz. Elbette bilgelik için, önce “bilgiyi öğreten, kaliteli, mesleğini seven” kadrolara ihtiyaç var. Bu da kolay yetişmiyor, daha en baştan (Y.L. tan) siz öğrencileri yanlışlığa/etik olmayan kurallara/uygulamalara sevk ederseniz olmaz…Akademisyenlikte en az  %50 standart yakalanmalıdır.

 
                   “Özetin özeti: Önemli olan, koalisyon hükümetini kimlerin nasıl kuracağı değil, geldiklerinde ne yapacakları... Ama bu hiç gündeme gelmiyor. Siz hiç ağzından bilim sözcüğü çıkanı duydunuz mu?..”  ()

AY: Bu konuda siyasi partilerin bilim/sanattan hep uzak durduklarını, sorunların çözülmesine destek vermediklerini, sadece programlarında yer verdiklerini, ama meydanlarda hiç dile getirmediklerini” bir kere daha –üzülerek-  izledik.

Varsa günlük siyaset, yoksa günlük siyaset…

Kısaca, çözüm; üzerine giderseniz kolay, oluruna bırakır/sümen altına gönderirseniz  zor!...

                  Nedense hep 2. si tercih ediliyor!..

 

              GÜNCEL DOĞRU SÖZLER: “Yaptığımız işe çok saygı duyduk. O işten aldığımız darbelerle büyüdük. Şimdi TRT'nin denetimini arar  olduk. Bize tırpanlar indirilirken şimdi duymak istemeyeceğim bir Türkçe ile şarkılar yapılıyor. En ufak bir denetime tabi tutulmadan çalınıyor. Duygular eskitildi, kelimeler çürütüldü, acayip şeyler türetildi. Böyle olsun istemiyorum. Nitelik çok önemli. Kalıcı olmanın en önemli noktası sanata bağlı kalmak ve kaliteli iş çıkarmak. Kalitenin mecburiyetleri de belli. Her şeyi titizlikle yapmak gerek.”

 

                MERAK EDİLENLER: Yeni milletvekilleri 15 Temmuz'da 3 aylık olarak 45 bin TL'nin üzerinde bir maaş alacak. Emekli olan milletvekilleri ise ayrıca 8 bin TL civarındaki emekli maaşlarını 3 aylık olarak toplu şekilde alacak. Bu durumda emekli olup da milletvekili seçilenler yaklaşık 70 bin TL'lik maaş alacak. Yeni milletvekillerine 2 aylık maaş tutarında yani 30 bin TL'lik telefon, telgraf ve posta gideri de verilecek. (Biz MV emekli maaşlarını daha önceki yazılarımızda 5.000 TL olarak yazmıştık, özür dileriz!) Devlet Topluluklarında ve üniversitelerde görev yapan "sanatçılar beklesin!", hala "emeklilik göstergeleri yükseltilecek" diye...