BIST 10.644
DOLAR 32,20
EURO 35,01
ALTIN 2.500,70
HABER /  GÜNCEL

Taha Akyol'a 'faşist' suçlaması

Akyol'u gazeteye getirmek istediklerini duyan haber müdürü, "Ben o faşistle çalışmam" demişti. Kimdi o yazar?

Abone ol

Beraber yürüdük biz bu yollarda "Dünden Bugüne Tercüman" gazetesinin yayın hayatına girmesinin üzerinden neredeyse 1 sene geçti. Hafızamda anılar canlanıyor. Ahmet Kabaklı, Ergun Göze ve Tarık Buğra'nın yazdığı Tercüman'a, 1970'li yıllarda yeni isimler katılmıştı: Güneri Civaoğlu, Rauf Tamer, Yavuz Donat ve ben Nazlı Ilıcak. Rauf Tamer önce haftada bir kaleme alırdı yazılarını, röportajlar yapardı. Sonra günlük makaleye döndü. Yeri ikinci sayfadaydı. Ahmet Kabaklı'nın "komşusuydu" Yavuz Donat'a ise üçüncü sayfa verilmişti. Kemal Ilıcak, Donat'ın, birkaç konuyu birden işlemesini ve Ankara kulislerinde cereyan eden hadiseleri aktarmasını istemişti. Ama bir türlü bu gerçekleşemedi. Donat, parçalı yazmayı arzu etmedi. Bir gün, rahmetli Nezih Demirkent, Kemal'e Tercüman'ın gücünü anlatmak için şöyle demişti: "Bak Kemal, senin gazeten hiç bilinmedik isimleri vitrine taşıdı, onları şöhret yaptı. Gazete de onlar sayesinde, yenilenip tazelendi." Güneri ile tartışma Tercüman'da "yeniler", "eskiler" mücadelesi de yaşandı. Güneri Civaoğlu değişim isteyenlerin adayıydı. Hırslı bir gençti. Gösterişliydi. Eşi Canan Civaoğlu da benim çok yakın arkadaşımdı. Güneri sol kökenden geliyordu; "entel" ve "seçkin" havasıyla, ilk karşılaştıkları gün Kemal ile münakaşa etmişlerdi. O, Kemal'e, Tercüman'ın daha fazla satması için okur eğilimlerini tesbit edecek kamuoyu araştırmaları yapılmasını tavsiye etmişti. Kemal, buna gerek olmadığı, okur profilini ezbere tanıdığı cevabını vermişti. Güneri dünyadan örnekler göstermişti; Kemal ise "bu kendini beğenmiş" delikanlıya "Ben senin gibi biriyle çalışmam" demişti. Güneri de "Ben de Tercüman gibi gerici bir gazetede zaten görev yapmam" cevabıyla Kemal'e "haddini bildirmişti" Biz iki arkadaş, Bebek Süreyya'daki karşılaşmadan dolayı müteessir olduk. Kocalarımız arasındaki gergin havayı yumuşattık. Güneri, Canan Avrupa Konseyi'nde çalıştığı için Strasburg'a gitti. Dönüşte ise "gerici Tercüman'a" girdi, Haber Merkezi'nde çalışmaya başladı. Takib eden aylarda hızla Genel Yayın Müdürlüğü'ne kadar yükseldi. Erol Simavi, Canan ile Güneri'ye bizim evimizde rastladı; onları çift olarak çok beğendi. Güneri'yi Tercüman'dan koparmak amacıyla iş teklif etti. Güneri, arada dostluk olduğu için tereddüt geçiriyordu. Sonunda, Erol Simavi'nin baskılarına karşı gelemeyip, Hürriyet'e geçme teklifini kabul etme kararını verdi. Erol Simavi ile otelde buluşmaya gittiğinde, peçete kâğıdına karalanmış bir notla karşılaştı: "Kusura bakma, sen çok uzattın, ben de caydım. İmza: Erol Simavi" kabilinden bir cümleydi... Güneri Tercüman'da başarılı bir yönetim sergiledi. Aynı zamanda makale de yazıyordu. "Şablon Sör" Terör yıllarında hepimiz hedeftik. Biz Bebek'te Rauf ve İlkay Tamer ile aynı apartmanda otururduk. Akşamları biraraya gelir, siyaset ve terör konuşurduk. Sonra da gece vakti sinirimiz bozulur, uykumuz kaçardı. Çelik yelek almıştık ama, bir iki tecrübeden sonra sıkıntı bastı vazgeçtik. Bana ve Rauf'a beyaz zırhlı arabalar verildi. Penceresi açılmıyordu; yerli bir markaydı; zoraki, bu arabaları kullandık. Güneri, Abdi İpekçi öldürüldükten sonra, Tercüman'ın, Milliyet'in "şablonu" olduğundan bahisle, sıranın kendisine geldiğini söylüyordu. Bir akşam Rauf Tamer'e telefon etmişti, Kemal telefonu açtı; Güneri, onun sesini tanıyamadı. "Kimsiniz?" diye sordu. Kemal, muziplik diye "Şablon Sör" dedi. Sonra da Rauf'a telefon ahizesini uzattı. Güneri, Rauf'tan "biraz önce konuşanın kim olduğunu" öğrenmek istedi. Rauf "Kimse yoktu" cevabını verdi. Güneri, "şablon" benzetmesinin, telefonda birileri tarafından -muhtemelen telefonları dinleyenler tarafından- tekrarlandığını düşündü ve "Adamlar içimize sızmışlar. Tehlike büyük" diye endişesini dile getirdi. "Şablon Sör" lâtifesine bir süre devam ettik. Ama Güneri, Tercüman'ın temsilcisi olarak ABD'ye gitmek isteyince gerçeği itiraf etmek zorunda kaldık. Taha Akyol Taha Akyol, MHP davası dolayısıyla 12 Eylül döneminde hapse girmişti. Daha sonra Kemal Ilıcak'ın finanse ettiği Yankı dergisinde çalıştı. Sonra da Genel Yayın Müdürü olarak Ankara'dan İstanbul'a davet edildi. Onun geleceğini duyunca, Haber Müdürü Şakir Süter, "Biz faşisti istemiyoruz" diye kazan kaldırdı. Ama itirazlar aşıldı ve Taha Akyol Tercüman'ın Genel Yayın Müdürü oldu. Oğlu Ertuğrul "tekne kazıntısı" henüz yeni doğmuştu. Şimdi kimbilir kaç yaşında? M.Ali'nin Rauf abisi Rauf Tamer'in oğlu Emir ise, resmen bizim elimize doğdu. Mehmet Ali de Rauf Tamer'in eline doğdu. İlkay, Tercüman'a gelin geldi. Doğumu yaptığım gece, Rauf da hastanedeydi. Sonra Mehmet Ali'yi kundağı ile odaya getirdiler. Biri bağırdı: "Mehmet Ali geliyor" Herkes bebeği görmek için ayağa kalktı. Rauf Tamer o günün hatırasına bastığımız özel nüshada, hislerini anlatırken kendi kendine şöyle takılıyordu: "Mehmet Ali geliyor sözünü duyunca ayağa fırladım. Patrona daha bu yaştan yağ çekmeye başladım diye düşünebilirsiniz." Rauf Tamer, Mehmet Ali'nin "Rauf abisi", benim de hep dostum oldu. Birbirimize kızıp tartıştığımız günler de vardı, elbette. Ama hem onu, hem de İlkay'ı, Ilıcak ailesinin ayrılmaz bir parçası olarak gördük. Buna rağmen, bir dönem geldi ayrıldık. Ama gene de hayat yolunun önemli bir kısmını beraber yürüdük. Rauf'un Tercüman'a gelişine en çok neden sevindiğimi söyleyeyim. Sadece değerli yazıları veyahut getirdiği kalite açısından değil. Tek başına mücadele ederken karşılaşacağım zorlukları onunla paylaşabileceğim, dertleşebileceğim için sevindim. Rauf abisi geldi, artık Mehmet Ali Ilıcak'ın sorumluluğunu sadece kendi omuzlarımda hissetmiyorum. Çünkü bundan sonra gene beraber yürüyeceğiz biz bu yollarda... İlkay, Emir ve Rauf'la birlikte. Yavuz Semerci'ye açıklama: Yavuz Semerci, araştırmacı bir gazeteci; benim de onunla tartışmaya hiç niyetim yok. Yalnız, bir yanlış bilgiyi düzeltmek isterim: Semerci, "Digitürk hisseleri Yapı Kredi'ye ait; bu yüzden Mehmet Emin Karamehmet 98 milyonluk ilk borç taksidini onların satışı suretiyle ödeyemez" diyor. Ama işin gerçeği farklı. Çünkü, 31 Ocak 2003'te, BDDK ile imzalanan anlaşmada, Çukurova'nın elindeki sigorta hisseleriyle, Digitürk'ün defter değeri üzerinden takas edilebileceği kabul edilmişti. Bu takas gerçekleştirilecek ve Digitürk'n satışından elde edilecek para Çukurova'nın patronu Karamehmet'in cebine girecek. Hesap buydu.