BIST 10.209
DOLAR 32,36
EURO 34,79
ALTIN 2.396,50
HABER /  GÜNCEL

Politikayı iki kurum belirliyor

Eski Savunma Bakanlarından Zeki Yavuztürk sivil, bürokat ve asker arasındaki ilişkiyi anlattı. Eski bakan Türkiye'de savunma politikasını kimlerin oluşturduğunu yazdı.

Abone ol

Eski Savuma Bakanı Zeki Yavuztürk Radikal'den Neşe Düzel'in konuğu oldu. Düzel'in sorularını cevaplayan Yavuztürk, Savunma Bakanlığı'nın iç yapısı hakkında önemli açıklamlarda bulundu. Eski bakan ayrıca Cumhurbaşkanlığı seçimlerine de değindi.

Türkiye nedense 'cumhurbaşkanlığı seçimi' sözünü her duyduğunda bir tür sinir krizine tutuluyor. Ortalık gerginleşiyor. Daha cumhurbaşkanlığı seçimine iki yıl olmasına rağmen gerginlik şimdiden başladı. Turgut Özal cumhurbaşkanı seçildiğinde siz onun en yakınlarından biriydiniz. O zamanları hatırlıyor musunuz?

Hatırlıyorum. O zaman da cumhurbaşkanlığı tartışmaları bir, bir buçuk sene öncesinden başlamıştı. Herkes gibi Turgut bey de 'Hele o gün gelsin, düşünürüz. Adaylığı henüz düşünmedim' diye konuyu geçiştiriyordu. Aday olacağını son günlere kadar söylemedi.

Özal, dindar bir insan olarak tanınıyordu. Hatta Devlet Planlama'da çalışırken kardeşiyle birlikte ona 'takunyalı biraderler' dedikleri de söylenir. Bu dindar kimliği bir tedirginlik yaratmadı mı?


Bazı çevreleri rahatsız etmiş olabilir ama Turgut beyin dindarlığı bugünkülerle kıyaslanmayacak kadar bireysel bir dindarlıktı. Semra hanımın varlığı bu tedirginliği azalttı zaten. Semra Hanım en başından sonuna dek rejim açısından ANAP'a büyük rahatlık getirdi. Aslında Turgut beyin cumhurbaşkanlığıyla ilgili tedirginlik dindarlığıyla değil de, onun şortla bir birliği ziyaret etmesiyle ilgiliydi. 'Onun dindarlığına, cuma namazlarına gitmesine alışamadım' diyen çıkmadı da, 'merasime şortla katılmasına alışamadım' diyen çıktı.

Cumhurbaşkanlığı neden bu kadar önemli Türkiye'de?

Çankaya'nın yetkileri ve bu yetkilerin kullanılması meselesidir bu. Bizim sistemde cumhurbaşkanı çok yetkilidir ama yaptığı işlerdenAnayasa'ya göre sorumsuzdur. Bir noktada padişah demek bu. Temsil gücü en yüksek bir makamdır cumhurbaşkanlığı. İstediğinde kabineye başkanlık yapabilir. Kararnamelerin çıkarılmasında görüşünü kabul ettirebilir. Oysa kararname dediğiniz yürütmenin ta kendisidir. Silahlı Kuvvetler'in komutanından Anayasa Mahkemesi'ne, Danıştay'dan Yargıtay'a devletin önemli makamlarına atamaları yapar. Demirel'in cumhurbaşkanlığının uzatılmasına niye karşı çıkılmıştı?

Niye?

Süleyman bey yedi yıllık cumhurbaşkanlığında devirleri biten üyeliklere atamalar yapmıştı. İkinci yedi yıllık devrede yapacağı yeni atamalarla devletteki organların tek hâkimi olur, tamamen kendisinin hâkim olduğu bir Anayasa Mahkemesi, YÖK oluşturur diye endişe duyuldu. Bugün de Erdoğan'ın cumhurbaşkanlığına, Köşk'e türbanı sokacak düşüncesinden ziyade üst kademelere yapacağı atamalarla devletin kurumları arasındaki ahengi sağlayamayacağı endişesi var. Bizdeki sistemde, cumhurbaşkanına tanınan yetkiler, onu tamamen sistemin içine sokuyor, yönetimde aktif duruma getiriyor. Türkiye'de seçilenlerin hükmetmesi bu yolla kısıtlanıyor. Mesela demokrasilerde en önemli konu vergilerin toplanması ve harcanmasıdır. Bizde vergilerin harcanmasında yürütmenin etkili olmadığı alanlar var. Mesela üniversitelerin tahsisatları. Bütçeyi YÖK yapar, parlamento Milli Eğitim Bakanlığı'nın bütçesi içinde geçirir. Çünkü esas olan bütçeyi yapandır. Bütçeyi yapanın neleri bütçeye koyduğu konusunda sizin parlamento olarak bir tasarrufunuz yoksa, yaptığınız iş bir noter işleminden öteye gidemez.

Siz savunma bakanıydınız. Orada da durum aynı değil miydi?

Türkiye'deki sistemde, Meclis'te ve bakanlıklarda acemilik sorunu var. Bakanlıklar devamlı acemilerin elinde kalıyor. Oysa bir bakanın bakanlığını idare edebilmesi için yerinde uzun kalması gerekir. Kalamadıkları için bizde bürokrasi etkindir zaten. Bürokratlar bu sistemden hoşlanır. Bakana, 'Benim yetiştirdiğim bakan' der ve ona birkaç ay sonra nasıl olsa gidecek diye bakar.

Halkın vergilerinin nasıl harcandığını seçilmişler bilmiyor mu?


Zor bilirler. Ama görevinde uzun kalan bürokrasi bilir. Savunma bakanı
olarak imza yetkiniz vardır ama hangi paranın hangi maksatla nereye gittiğini bilemezsiniz. Bu harcama niye bu kadar diye sorduğunuzda gerekçeyi getirirler. Sizin o gerekçeyi anlayabilmeniz için askerlerle beraber çalışacak sivil uzman kadronuzun olması gerekir. Oysa Savunma Bakanlığı'nda bakanın kendi atadığı böyle bir kadrosu yok. Uzmanların hepsi asker. Şimdi güvenlikten sorumlu olan kuruluş 'Benim ihtiyacım budur' diyor. Ben bakan olarak tek başıma 'Senin istediğin niye bu kadar fazla' diyemem ki. Bilmiyorum ki. Bilmediğim bir şeyi nasıl söylerim.

Meclis'te Savunma Bakanlığı bütçesi tartışılırken bakan olarak kalkıp bilmediğiniz bir şeyi nasıl savunuyorsunuz peki?

Rakamları savunuyoruz. Artık güveniyorsunuz. Sonra bu, bir noktada güvenlik meselesidir, fazla detaylı bilmek belki de gerekmez. Ben dört yıl Silahlı Kuvvetler'le çok iyi bir ahenk içinde görev yaptım. Ama gelişmiş ülkelerde, askerler askerlik sanatıyla, eratın, subayın yetiştirilmesiyle, silah sistemlerinin, ileri teknolojilerin kullanılmasıyla ilgilidir. Harcamalar, silahların seçimi, üretilmesi, satın alınması ise sivillerin işidir. Aralarında asker uzmanlar da vardır ama buna askerlik konusunda uzmanlaşmış siviller karar verir. Bizde ise bu kişilerin tümü askerdir. Savunma bakanı tek başınadır. Özel kalemi de, şoförü de askerdir. Bakan yalnız başına bir sivildir. Zaten bizde savunma iki başlıdır. Başlardan biri olan Genelkurmay başkanı çok öndedir, bakan geridedir. Her ne kadar ikisinin binası yan yana olsa da, aradaki koridor açık tutulsa da, savunma konuları Genelkurmay Başkanlığı'nın içine monte edilmiştir. Bizde savunma politikası Genelkurmay ve Dışişleri'nde oluşur.

Siz uzun zaman savunma bakanlığı yaptınız. Ordunun cumhurbaşkanlığı seçimlerine nasıl baktığını herhalde yakından gözlemlemişsinizdir. Orduyla bir tür işbirliği yapmadan ya da ordunun olurunu almadan cumhurbaşkanı olmak mümkün mü burada?

Ordunun karşı çıktığı kesin bilinirse mümkün değil. Bu tutum biraz medyadan bilinebilir ama ordu çıkıp ben filanı istemiyorum demez. Derse, bu bir mektuptur, muhtıradır. Bugün için artık ordu bunlardan kurtuldu. Ordunun bu konuya önem vermesi, cumhurbaşkanının atama yetkisinden kaynaklanıyor. Devletin organlarının uzun vadede rejim bakımından etkisiz hale getirilebileceği hassasiyetini sadece ordu değil herkes taşıyor. Çankaya'nın yetkileri kısıtlanmış olsaydı, kimse seçimi üzerinde bu kadar durmazdı.

Bir sivilin Çankaya'ya çıkması orduyu tedirgin ediyor mu?

Cumhuriyetimizin ana unsurlarının zaafa düşmesi, ordumuzu tedirgin eder. Bütün mesele cumhuriyetimizin temel unsurlarını zaafa uğramamaktır. Bu da yeminde var zaten. Bunu yapmayacağım diye yemin eden birine, 'Vay, senin hanımının başında türban var' diye engel olunacağını sanmıyorum. Erdoğan isterse cumhurbaşkanı olabilir. Başbakan olabilen bir kişinin cumhurbaşkanı olmaması için bir neden yok.

Özal'ın eşinin türbanı olsaydı cumhurbaşkanı olabilir miydi?
Olabilirdi. Turgut bey kararlı bir zattı. Böyle bir olay gerginlik yaratabilirdi, belki rejim sıkıntılarla karşılaşabilirdi ama Turgut bey gerginlik yaratır diye kararından vazgeçmezdi.

Özal'ın askerle ilişkisi nasıldı?


İyiydi. Ordunun ulaştığı tüm imkânlar, modernizasyon projeleri, F-16'lar, tanklar, denizaltılar, firkateynler Özal'ın desteğiyle gerçekleşti. Özal, halka söylediğinin aynısını Silahlı Kuvvetleri de söylüyordu, 'Ben sizden biriyim. Size yardım etmek için varım' diyordu. Askerler, projelerine dört elle sarılmış birini gördüler karşılarında.

F-16 projesinin size ait olduğunu söylediniz. Bildiğim kadarıyla Özal, seçildikten ancak bir ay sonra hükümeti askerlerden teslim alabildi. Gecikmenin nedeni neydi?

O sırada, 6 Kasım'da Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ilan edildi. Biz ise 13 Aralık'ta hükümeti teslim aldık. O gün devir teslime gittiğimde eski bakan Bayülken bana, 'Biz F-16'ların anlaşmasını imzaladık, siz bunu basına açıklarsınız' dedi. Turgut bey konsey döneminde başbakan yardımcısıydı ve F-16'lara pek iyi bakmıyordu. ' Türkiye F-16 yapmak yerine, satın alsa' daha iyi diyordu. Belki de Özal'ın karşı çıkacağı düşünülerek bizden üç gün önce anlaşma imzalanmıştır. Biz bunu devletin devamlılığı açısından projemiz olarak üstlendik. Meclis'te F-16'larla ilgili bazı şeylerin olduğunu söyleyerek Halkçı Parti'den sorular sordular. İthamların doğruluk derecesini bilmiyorum ama sonra 'paşalar, şu oldu, bu oldu falan' diye bu konuda çok dedikodu oldu. Bence karanlık bir şeydir. Herhangi bir şey bilmiyorum yani. Ben projeyi savunmak zorunda kaldım ve karargâhın getirdiği bilgilere göre savundum. 160 F 16 uçağının müşterek yapımını öngören 9 milyar dolarlık projeydi bu.

Özal, 12 Eylül cuntasından bir generali, kara kuvvetleri komutanlığından Genelkurmay başkanlığına terfi etmeye hazırlandığı sırada, telefonuna çıkmadığı için emekli etmişti. Bunu nasıl yaptı?

Silahlı Kuvvetler'de herhangi bir tayin ve terfi, ancak cumhurbaşkanının onayıyla olur. Cumhurbaşkanıyla anlaşmadıysanız terfiyi yapamazsınız. Evren paşanın da bu terfiye olumsuz baktığı söylenir. Necdet Üruğ emekli
olurken kendisinden sonra genelkurmay başkanlığına Kara Kuvvetleri Komutanı Necdet Öztorun'u öneriyor, davetiyeler gönderiliyor ve devir teslim merasimi hazırlanıyor. Kabul etmeliyiz ki en kıdemli, en uygun kişi Öztorun'du. Konu kabinede görüşülüyor. Özal, 'Nasıl olur? Bir başbakanın haberi olmadan bu tayin nasıl yapılır. Biz buna karşıyız' diyor. Ben yurtdışındaydım, geldiğimde bana, 'Cumhurbaşkanıyla da görüştüm. Öztorun emekli olacak. Onun yerine Genelkurmay İkinci Başkanı kara kuvvetleri komutanlığına atanacak ve öğleden sonra da Genelkurmay başkanı olacak' dedi.

Konsey zamanında Özal'la Öztorun'nun ekonomik konularda ters düştükleri, daha sonra da seçimlerde Öztorun'un Sunalp paşanın partisini desteklediği söylenir. Ben aynı gün Evren paşayla konuştum, 'Sen Öztorun paşayla konuş, emekli olsun' dedi. Sonra Öztorun paşaya gittim, 'Emekli Sandığı'nın kuralları neyse ben ona razıyım. Komutanlığı Torumtay Paşa'ya devrederim' dedi. Hemen merasim hazırladılar. O merasime Özal'la beraber gittik. Öztorun paşa çok alkışlandı. Torumtay paşa onun kadar alkışlanmadı.

Peki Özal bir şey söylemedi mi?

Özal bana arabada, 'Görüyor musun pek hoş olmadı. Alkışlardan belli oluyor ki, ordu bu işten pek memnun değil' dedi. Bu işler böyle hanımefendi. Yapacaksınız ve sonra ne olur diye bakmayacaksınız. Bir şey olursa da olan şeye bakacaksınız. Rahatsızlık yaratır mı, yaratmaz mı diye düşünemezsiniz. Mesela şimdi cumhurbaşkanı olmak isteyen başbakan, acaba herkes razı mı, razı değilse ne yapayım' demez, 'Karar verdim, Meclis seçerse gidiyorum' der. Demokrasinin en büyük nimeti budur. Bu makamlar, bu yollar açıktır. Usulleri de Anayasa ve kanunlarda yazılmıştır.

Ordunun Özal'a tepkisi ne oldu?

Bir şey olmadı. Silahlı Kuvvetler'de terfilerin 8-10 yıl sonrasına kadar belirlendiği söylenirdi. O takvim bozulduktan sonra sistemde olmayanlar sıraya girdiler. Herkes hakkına razı oldu. Çünkü her bürokratik organda
emekli olan vardır ve onun yerine gelen vardır. Yeni gelenin de çevresi vardır. Aynı sivil sektörde olduğu gibi...

Bizde hiçbir sivil politikacının gösteremediği cesareti Özal nasıl göstermişti?


Özal cesur bir zat. Bir kere konusuna hâkimdi ve karşısındakini tanıyordu. Ben şunu yaparsam, kim bana ne yapar, biliyordu. Ayrıca iyi niyetliydi ve meseleleri biliyordu. Diğerleri bilmediklerinden, o makamlar için yetişmediklerinden cesaret edemiyorlar. Özal bu işleri, Silahlı Kuvvetler'le beraber çalışmayı seviyordu. Projelerle ilgilenerek, içlerine girerek kendisini kabul ettireceğini biliyordu. Şimdikiler ilgilenmiyorlar. Özal, TSK'nın tüm projelerini öğrendi. Savunma Sanayi Fonu'nu biz kurduk. Askeri vakıfları biz birleştirdik. Şimdi gene bir sürü kuruldu, hepsinin bir vakfı var. Çok yanlış bu.

Niye bir sürü vakıf kuruluyor?

Vakıf kurmak imkân yaratıyor, para toplanıyor. O kaynaklarla bazı işler yapılıyor, birtakım insanlar istihdam ediliyor. Fakat bu çok zaman sıkıntı yaratıyor. Vakıflar Genel Müdürlüğü denetliyor ama etkin değil. En büyük vakıf Diyanet Vakfı'dır. Diyanet Vakfı, Diyanet İşleri Başkanı'nın lojmanını yaptı, saray gibi. Ama kimse üzerinde durmaz böyle işlerin, öyle gider.

Savunma bakanının lojmanı nasıldır peki?

Onu ben yaptırdım. Bakan olduğumda müsteşar Hüsnü Çelenkler paşa bana 'Bizim bir lojman var. Size orayı hazırlayalım' dedi. Kaç metrekare diye sordum. '130 metrekare kadar' dedi. Ben Ankara'da 180 metrekarelik kendi dairemde oturuyordum. 'Benim yerim var paşam. Komutanlar nerede otuyor' dedim. Onlar Köşk'ün bahçesinin içinde otuyorlar.' 'Konsey üyeleri nerede otuyor' diye sordum. Onlara da bahçenin karşısında villalar yapılmış. 'Bakanınıza da bir yer yapsaydınız dedim. 'Vallahi şimdiye kadar böyle' dedi. Lojman meselesini Turgut beye söyledim. O herkesin nerede oturduğunu biliyor. Bana, 'En iyisini yaptır. Daha güzel bir şey yaptır' dedi. Konsey üyelerinin tam arkasında yamaçta 300- 400 metrekarelik bir yer yaptırdık.

En büyük lojman şimdi savunma bakanlığınınki mi?
Herhalde.

Olaysız bir şekilde Türkiye yeni bir cumhurbaşkanını seçebilecek mi sizce bugün?


Seçilmesi lazım. Ama hadiseler nasıl gelişir bilemeyiz.

Kaynak: