BIST 10.677
DOLAR 32,22
EURO 34,94
ALTIN 2.418,47
HABER /  GÜNCEL

Polemiklerde seviye iyice düştü

Eski Bab-ı Ali'deki kalem kavgalarındaki inceliği dile getiren Engin Ardıç, günümüzün yazarları arasında meydana gelen kavgaların iyice seviyesizleştiğini örnekledi.

Abone ol

Bab-ı Ali'nin eski günlerinde en çetin kalem kavgalarının bile belli nezaket ölçülerinde olduğunu anlatan Engin Ardıç, günümüzdeki basın kavgalarında ölçünün iyice kaçıp seviyesizleştiğini dile getirdi. Yazısına İngilizce "Fuck your agenda" başlık koyan Ardıç, geçmişteki kavgalardan günümüze bir panorama çizdi:

- İyice zıvanadan çıkan necip Türk matbuatında kavgalar kızıştı.

'Kartel gazeteleri' iki önemli görevlerini elbette yerine getiriyorlar: Bunlardan biri, aynı patronun televizyon kanalında yayınlanan ve yayınlanacak olan birbirinden kelek dizilerin ve aşağılık eğlence programlarının reklamını yapmak, böylece gecekondulara da göz kırpmak, öteki de patronun yutmak istediği kuruma saldırmak ya da tam tersine, patronun yemiş olduğu herzeleri savunmak.

Elbette bunların yanısıra, basının, çıplak karı resmi yayınlamak, hükümete yağ çekmek, muhalefet partilerine başkan bulmak, fal bakmak, hediye dağıtmak ve futbolcu transferlerini yönlendirmek gibi yan görevleri de vardır.

Lakin, fıkracılararası polemikler de pek şenlikli.

Eskiden 'müsademe-i efkar' edilir, bundan 'barika-yı hakikat' çıkacağı varsayılırdı. Parkinson hastalığından çenesi titreyen morukların 'yakın gözlüklerini' takarak 'eser-i cedit' kağıdına 'sabit kalemle' ve 'eski yazıyla' yazdıkları o yazılar pek masum ve pek şirin şeylerdi. Fakat bendeniz, sağcı yazarların bu tür polemiklerde niçin hep 'irin' kelimesini kullandıklarını da merak etmişimdir. Bu lafı pek severlerdi. 'Refike' yöneltilen başlıca eleştirilerden biri genellikle 'kaleminden irin damlaması' olurdu ki, milliyetçilik ve muhafazakarlıkla patoloji arasında bulunan bu gizli ilişki hep ilgimi çekmiştir.

Bunlar genellikle 'Frenk gömleği' giyen, 'boyunbağı' bağlayan, ceketinin içinde önden düğmeli bir de hırkası bulunan ve gazeteye tramvayla gidip gelen adamlardı.

Kamışlar ve geçirmeler de daha inceydi. Örneğin, 'sen önce ağzındaki o yalçın kamanın sapını çıkar da ondan sonra konuş' cümlesini sıradan okuyucu anlamaz ama 'rakibe', bunun cinsel hayatına bir gönderme olduğunu görüp susardı.

Sonra bambaşka bir köşe yazarı türü belirdi: Reklam filmlerinde oynamaktan utanmadığı gibi bir de bunu savunan, birilerinin kesesinden beleşe yiyip içip onların propagandasını yapan ve bundan da hiç çekinmeyen, sevgilisiyle nasıl yatıp kalktığını da ayan beyan anlatan yepyeni bir canlı.

Yeni bir kuşak gelmişti ve bunlar yarı aydın, epey görgüsüz, sonradangörmeliğin verdiği cesaretle oldukça saldırgan, farfara ve 'fütursuz' insanlardı... Kendi özel dünyaları da onlar için herşeydi. Kendi kendilerini pazarlamaktan da hiç utanmıyorlar, en küçük bir fırsatı 'paraya tahvil etmekten' kaçınmıyorlardı. Kimileri de 'hayatı keşfediyorlar' ve bunu şaşkınlıkla anlatıyorlardı.

Megalomani, makbul bir ruh hastalığı değildir ama faydaları da vardır: İnsana hoşgörü getirir. Sen o kadar büyük adamsındır ki, her ne halt karıştırırsan karıştır madara olman asla sözkonusu değildir ve sana yöneltilen her eleştiri elbette geçersizdir, üzerinde durmaya değmez. Böylece, 'ne olgun, kimseye kızmıyor' olursun.

Sıkıştığın zaman da 'sen benim muhatabım olamazsın' der kaçarsın. 'Ben kimseye yanıt vermem' cümlesinin harf boşluklarında çoğu zaman 'verecek yanıtım yok' çaresizliğinin itirafı yatar. Bu özellikle politikaya heves eden ve ihtirasları aklının önünde gidenlerde görülür.

Ancak biz de, son zamanlarda hoşluk olsun diye yapılır gösterilen ama gizli nefretler de içeren 'üç bin dolarlık odada kalınır mı, Ferarri'ye binilir mi, yirmi bir yaşında kızla gezilir mi, beğenmediğin filme gitmeyin denir mi, filmi beğenmeyen adama beş milyon lirası geri verilir mi, benim patronum senin patronunu döver mi, Seda Sayan evlendi mi boşandı mı' gibi tantanalardan bıktık.

Arkadaşlar, sayıyla kendinize geliniz.

Okuyucunun alt tabakası keyifle izliyor ama, basının içine ediyorsunuz.

Gazetecilik de bu değildir, yazarlık da bu değildir.

Herhangi bir konuda herhangi bir fikriniz varsa söyleyiniz, yoksa yazmayınız.

Kimse sizin güdük ve kısır evreninize girmek zorunda da değil, bunu çekmek zorunda da değil. Mesleğin anuğa kodunuz.

Yazı: Engin Ardıç
Kaynak: www.aksam.com.tr