BIST 9.916
DOLAR 32,44
EURO 34,74
ALTIN 2.438,67

Ortadoğu'nun ateşi söner mi?

Irak yıllardan beri durulmuyor. Birinci Körfez Harekâtı, İkinci Körfez Harekatı derken fiilen parça parça olan Irak’ı DAİŞ, Haşdi Şabi, PKK/YPG gibi örgütler yıllarca kan gölüne çevirdi.

En son ABD ve İran arasındaki kavganın sahnesi yine Irak oldu.

İran, kendisine yakın gruplar eliyle ABD’nin Bağdat Büyükelçiliğini işgale kalkıştı, ABD’de bu girişimin arkasında olduğunu düşündüğü Kasım Süleymani, El Mühendis ve başkalarını Bağdat’ta yok etti.

Suriye tam bir bataklık. Bataklığın ne yazık ki en büyük zararı Türkiye’ye.

Irak’ı mahveden güçler Suriye’de de devrede… Yine karşımızda DAİŞ, Haşdi Şabi, PKK/YPG var.

Türkiye geçmişte Saddam’dan kaçan Iraklılara ev sahipliği yapmıştı.

Şimdi ise Esad’dan kaçanlara… Sayılar öyle küçük değil. Bazı Avrupa ülkelerinin nüfuslarını katlayacak kadar büyük.

İçişleri Bakanımız geçtiğimiz günlerde açıkladı, Türkiye’de büyük bir kısmı Suriyeliler olmak üzere çeşitli statülerde beş milyonu aşkın insan var.

Siyaset içinden bu konu eleştiriliyor. Haklı oldukları yerler yok mu? Elbette var. Yükümüz fazla, sıkıntı çok, dünya bu yükü bizimle paylaşmak zorunda… Ama insanlara sığınma alternatifi olarak ülkelerinde ölmeleri öneriliyor ise mantık bunu kabul etmez.

Göç ve sığınma hareketlerinin dayandığı bir sosyolojik gerçeklik vardır, bunları görmezden gelerek olayları izah edebilmek mümkün değildir.

“Niye geldiniz, ülkenizde ölseydiniz…” türünden yaklaşımlar da, “gelip ülkemizde hayatımızı zorlaştırıyorlar, her sorunun altından bunlar çıkıyor” nev’inden basmakalıplar siyaseten aklı başında ve tatmin edici düşünceler olarak görülemez.

Şimdi de Libya var gündemde. İç savaşın sürdüğü ve insanların canlarının, mallarının tehlike ve tehdit altında olduğu ülkeler arasında yer alan Libya ile karadan sınırımız yok ama denizden kıyıdaşız. Çıkarlarımız Akdeniz’de birleşiyor. Bunun dışında dini, milli, tarihi birlikteliklerimiz var. Diğer çatışmalı bölgeler olan Lübnan’ı, Filistin’i bilmem ki saymaya gerek var mı?

Türkiye işte bu ateş çemberinin tam da göbeğinde. Kendisini yakmadan, yananları görmeye, gözetmeye ve kurtarmaya çalışan bir ülke durumunda.

Türkiye devreye girmese, inisiyatif üstlenmese, yardım ve dostluk elini uzatmasa bu ülkelerin ve insanlarının sıkıntılarının çok daha büyük olacağı kuşkusuzdur.

Bazı etnikçi, mezhepçi, ideolojik temelli değerlendirmeleri bir tarafa bırakıp ufuklu ve hakkaniyetli seslere kulak verdiğimizde ortaya çıkan gerçek şu ki, olup bitenlere yönelik tutum ve davranışlarda Türkiye’den daha samimi ve tutarlı bir ülke yok.

Bazı siyasal kişiler ve kurumlar Türkiye’nin bu çatışma alanlarında bulunmasından, sorumluluk yüklenmesinden yakınıyor, eleştiriyorlar.

“Irak, Suriye, Lübnan, Filistin ve İran ile ilgili konularda Türkiye nasıl sürecin dışında kalabilir?” sorusuna ise ikna edici bir cevap verilmiyor.

Libya ile ilgili yetkin uzmanlar anlatıyor, Akdeniz’in güvenliği ve ekonomik çıkarlarımız açısından yapılan anlaşmadan başka bir çıkar yol olmadığını… Anlaşmanın yürürlükte kalması bakımından da Trablus Hükümeti’nin ayakta kalması zaruretini… Aksi takdirde kendi kıyılarımızda denize bile giremeyeceğimizi söylüyorlar, ama bir garip tenkit biçimi sürüyor.

Savaşa karşı olmak, savunma ve güvenlik ihtiyacımızı, barışı istemek ise bize düşmanlık edenleri ortadan kaldırmıyor ki…

Dünya gerçekleri keşke böyle işlese, on binlerce kilometreden gelip bölgemizde etki alanı kurmaya çalışanlara ses çıkarmayıp bin yıldır yaşadığımız bu topraklara, kendi kültür coğrafyamıza bigâne kalmamız mı bekleniyor?

İşte bu olamaz ki…

Bu ateş çemberini de aşacağız.