BIST 10.238
DOLAR 32,28
EURO 34,78
ALTIN 2.404,34
HABER /  GÜNCEL

Konfeksiyondan F.Bahçe'ye uzanan yol!

Abdullah Kiğılı... Bir kofeksiyon devi... Fenerbahçe denince akla ilk o gelir... İşte yaşam öyküsü...

Abone ol

Halen DigiTürk kanallarından birinde izleyebilirsiniz...
Nefis bir film...
Türkçeye "Size de çıkabilir" adıyla çevrilmiş...
Orijinali "It Could Happen to You"...
Filmin konusunu uzun uzun anlatmama gerek yok...

Ana tema, Charlie isimli bir polis memuru rolünü oynayan Nicolas Cage'in söylediği şu mini cümle üzerine kurulu:

"Söz sözdür..."

Bana göre film verilen söze sadakatin erdemini ve İslâm Peygamberi Hz. Muhammed'in "Veren el, alan elden hayırlıdır" sözünün doğruluğunu anlatıyor...

Kimisine göre "sevginin yüceliği"nden söz ediyor da olabilir...

Bir başkasıysa "ihanetin mutlaka Tanrı tarafından cezalandırılacağı" konusunu ön plâna çıkarabilir...

Ama benim fikrim asla değişmez:

"Söz sözdür - Veren el, alan elden hayırlıdır..."

Eskinin siyah – beyaz Yeşilçam filmlerinde severek izlediğimiz ve o bizim kuşağın (50 li yıllar ve öncesinde doğanlar) karakterini oluşturan konulardan biri...

Her filmde ve elbette hayatta da aynen olduğu gibi bir yanda "iyiler" diğer yanda "kötüler"...

"İyiler" verdikleri söze sadık olanlar, yardımseverlerdi...

"Kötüler" ise her zaman olduğu gibi verdikleri sözü tutmayan, başka insanlara yardım etmektense önlerindeki lokmaya bile göz koyanlar...

Bu girişten sonra filmle anlatacaklarım arasındaki ilişkiye geleyim...

"Portreler" için yazacak bir "isim" ararken işte o filmde buldum...

Fiziki olarak Charlie/ye (Nicholas Cage) hiç benzemese de iri yarı vücudu, dudaklarından hiç eksik etmediği gülümsemesi ve sürekli yardıma hazır bakışlarıyla Abdullah Kiğılı'yı gördüm ben o filmde...

Türk iş ve spor dünyasının "İyi İnsan" örneği; "sözü noter senedi sayılan" Abdullah Kiğılı'yı...

Geçmişi unutmayan...

Sevdi mi gerçekten seven...

Vefakâr...

Fedakâr...

Dostlarına karşı sadık, düşmanları (varsa) hoşgörülü...

Veren elin mutlaka ve mutlaka sürekli Allah tarafından ödüllendirdiğinin somut misallerinden de biri aynı zamanda...

Kiğılı'nın ekranlarda sürekli dönen reklâm filmlerinin bazılarını kim seslendiriyor farkında mısınız?..
Halit Kıvanç...

O kadar genç ve çok da fazla ünlü başkaları varken neden onlardan biri değil de sekseni devirmiş Halit Kıvanç, hiç düşündünüz mü?..

Halit Kıvanç deyince "Spor" daha doğrusu "Futbol" geliyor aklıma...

"Futbol" deyince Fenerbahçe...

"Fenerbahçe" deyince de yine Abdullah Kiğılı...

Her ne kadar, dünyaca ünlü erkek giyim markası "Kiğılı" giyim mağazaları zincirinin ve fabrikalarının kurucu sahibiyse de kamuoyu onu en çok Fenerbahçeliliğiyle tanır...

Bu arada bir süre İstanbulspor'da da yöneticilik yaptı...

Güreş Federasyonu, Kayak Federasyonu ve Futbol Federasyonu'nda yöneticilik yanı sıra 1997 yılında kısa bir süre de olsa Futbol Federasyonu Başkanlığı koltuğunda da oturdu...

Çevresine sevgi, neşe, moral ve insanlık dağıtan biridir Abdullah Kiğılı...

Kiğı'yı görenlerinizin sayısı sanırım çok azdır...

Belki de şu anda bu analizi okuyanlar içinde başlığı dikkatlerini çektiği için okuyan Kiğı'lı veya Bingöllü çoktur...
Ben size biraz anlatayım...

Kiğı; arkasını "V" harfi gibi korumaya almış "Zafer" işareti yapan iki tepenin önündeki küçük bir vahadır...
Evet evet (bence) vahadır...

Tabii ki çölde değildir ama bulunduğu çevrenin kumsuz çölden de pek farkı yoktur...
Kiğı ise işte o çorak toprakların orta yerinde yeşili bol küçük bir kasabadır (değişmediyse çünkü 20 yıldır görmedim)...

Abdullah Kiğılı o küçük ve sevimli kasabada değil Bingöl'de doğdu (1943) ama aile kökeni Kiğılı olduğu için soyadı kanunu çıktığında dedesi "Kiğılı" soyadını aldı...

İlkokuldan sonrasını (Orta ve lise) İstanbul Erkek Lisesi'nde okudu...
Daha henüz lise öğrencisiyken (16 yaşında) Sultan Hamam'da bir kumaş mağazasında iş hayatına başladı.

22 yaşına geldiğinde (1965) soyadını verdiği "Kiğılı" markası ile gömlek ve pantolon üretimi yapan bir imalâtçıydı...
1969 yılında İstiklal Caddesi'nde şimdiki Kiğılı mağazasını açtı...
1973 yılında Beymen Beyoğlu mağazasına ortak olduğunda henüz 30 yaşındaydı...

İlk fabrikasını 1980'de kurdu; Almanya ve Hollanda'da satılmak üzere fason erkek takım elbisesi üretti...

Ve sonrasını anlatmaya gerek yok sanırız çünkü bugün Türkiye'nin "en bilinen, en güçlü" konfeksiyon fabrikalarının ve satış mağazaları zincirinin sahibi...

Neredeyse yarım asırlık bir marka olmak üzere ama o hâlâ "Ben bu işi aslında daha yeni öğreniyorum" diyor...

Onun için de sürekli büyüyor ya...

Yani, "yeter artık, ben oldum, her şeyi öğrendim" demediği için...

"Ben bu işi aslında daha yeni öğreniyorum" dediği, diyebilme olgunluğunu gösterdiği için merak ediyor; aksaklıkları, nelere ihtiyaç duyulduğunu çok iyi öğreniyor ya...

Ve uyguluyor...

Örnek mi?..

Kiğılı Lojistik Merkezi...
Yüzlerce bayiiniz var ve bunlar sadece İstanbul'da değil, ülkenin neredeyse dört bir yanında faaliyet gösteriyor ama siz ürettiğiniz veya tedarik ettiğiniz ürünü o mağazalara zamanında ulaştıramıyorsunuz?..

Olacak şey mi?..
Değil tabii...
Abdullah Kiğılı da bu gerçeği gördüğü için kuruyor Kiğılı Lojistik Merkezi'ni...
Ve Kiğılı'nın (bence) en büyük meziyetlerinden biri "İhtisaslaşmaya verdiği değer"...

Dağılmıyor...

"Ne iş olsa yaparız kardeşim" diyen maceraperestlerden değil...
Tek konuda ihtisas yaptı: Tekstil ve hazır giyim...
Dedim ya "neredeyse yarım asırdır bu işi yapıyor" diye...
Ve ilk yaptığı iş aslında dede mesleği "Kumaş satıcılığı"...
Bizler eskiden "Bezaz" derdik o işi yapan esnafa...
İşte o iş...

Abdullah Kiğılı 1970'lerde kumaş işini bıraktı çünkü kumaşçılıkta "gelecek" görmemişti...
Çünkü çok geçmeden "Ismarlamacılık" tarihe gömülecekti...
Bunu görecek göz gerekti ve o gözle zekâ da Abdullah Kiğılı'da vardı...
Nüfus ve şehirleşme giderek artıyordu...
Bu kadar insana "ısmarlama" elbise dikmek olacak iş değildi...
Gelişmiş dünyada terzilik çok özel işler haricinde hemen hemen hiç yoktu...
İnsanlar mağazalara gidiyor, deniyor, beğeniyor giyinip çıkıyorlardı mağazadan...

İşte bunu öngörme yeteneğiydi onu Abdullah Kiğılı yapan...
Statükoyu yıkıp geçme sürekli yenilenme ihtiyacı ve arzusu...

1965 yılında başladığı "hazır gömlek" işinin yanına 1968'de hazır pantolonu, 1971'de de "hazır takım elbise"yi kattı...

Bugün dünyaya yayılan Kiğılı işte böyle başladı...
Ortağı yok...
Şirketlerin hisseleri aile bireyleri arasında pay edilmiş durumda...
Hepsi de kız "üç evlât" sahibi...

Torunlarının sayısı (sanırım) altı...
Damatlardan biri olan Hilâl Bey en yakın çalışma arkadaşı...
Abdullah Kiğılı işte böyle biri...

Kiğılı'dan çıkan bir aileden gelip Fenerbahçe Cumhuriyeti'nin en tepe yönetimine kadar uzanan bir yolcu...

Sözünün eri, veren elin alan elden hayırlı olduğunu hiç aklından çıkarmayan bir gönül insanı...