BIST 10.471
DOLAR 32,77
EURO 35,09
ALTIN 2.457,99
HABER /  GÜNCEL

Kavur'dan 30 altın yılın özeti

Türk sinemasının en üretken yönetmenlerinden Ömer Kavur, meslek hayatında otuz yılı geride bıraktı.

Abone ol

Bu süre içinde önemli başarılara imza atan yönetmen, son filmi “Karşılaşma” ile 40. Antalya Altın Portakal Festivali’ne de damgasını vurdu. Kavur’un filmlerinden oluşan bir seçki, Yapı Kredi Kültür Sanat etkinlikleri kapsamında bugünden itibaren Tepebaşı Turkcell binasında gösterilecek. Kavur’dan, sinema yolculuğunu değerlendirmesini istediğimizde, Paris’te aldığı sinema eğitimi ve hayat tecrübesiyle Türkiye’ye dönüp kendine özgü tarzla sinema yapmak isteyen azimli bir insanın öyküsü çıkıyor ortaya. Türkiye’de ağır politik baskıların yaşandığı bir dönemde Paris’in özgür atmosferini soluyan Kavur, memlekete döndüğünde, fazla değişiklik olmadığını görür. Senaryoları sansüre takılır, filmlerinin gösterimi değişik politik görüştekilerce engellenir; dahası kendini Yeşilçam’a kabul ettiremez. Alaylılar arasında bir mektepli ve ‘yurtdışı’ndan gelmiş biri olarak, Yeşilçam’dan farklı tarzıyla dışlanan Kavur, “Yeşilçam, beni her zaman yabancı görüp bana tedbirle yaklaştı.” diyor. Kavur da, kendini ispatlayacağı ana kadar reklam filmleri ve belgeseller çekip hem işi tanımaya hem de film çekmek için para biriktirmeye çalışmış. Türkiye’de film yapmanın zorluklarıyla da ilk filminde tanışmış Kavur. Refik Halid Karay’ın “Yatık Emine” senaryosu iki kez sansüre takılmış, Yeşilçam kendi tarzına benzemediği için filme uzak durmuş, eleştirmenler filmi beğenmemiş. Ancak bütün zorlukları kendi lehine değerlendirebilen Kavur, “Bunlar beni daha iyi işler yapmam için teşvik etti.” diyor. Nitekim film, 5 yıl sonra televizyonda gösterildiğinde övgüyle karşılanmış. Eleştirmen Atilla Dorsay, daha önce başarısız bulduğu film için yeniden yazdığı yazıda, yanıldığını itiraf etmiş. Bu başarının ardından Kavur’un “Yeşilçam’la flört” diye tanımladığı dönem başlar. Hem Yeşilçam’ı memnun edecek hem de nitelikli olacak filmler yapmaya niyetlendiği bu dönemde Kavur, “Ah Güzel İstanbul”, “Kırık Bir Aşk Hikâyesi” ve “Göl” gibi filmleri çeker. Kavur, kişisel sinema yolculuğunun mihenk taşını ise “Anayurt Oteli” olarak işaretliyor. Hem gişede, hem eleştirmenler nezdinde hem de uluslararası platformda başarı kazanan “Anayurt Oteli”ni, “Gece Yolculuğu” ve “Gizli Yüz” gibi filmler takip eder. Türk sinemasının en zor dönemlerinde bile ‘sinema yolculuğu’nu sürdüren Ömer Kavur, sabırlı olmanın önemine dikkat çekiyor. Ona göre, bir sinemacıda yeteneğin yanı sıra ‘çelik gibi bir sabır ve direnç’ olmalı. “Direnemezseniz dünyanın hiçbir yerinde film yapamazsınız.” diyen Kavur, bütün usta yönetmenlerin büyük zorluklar yaşadığını hatırlatıyor. Kavur, Türkiye’de iyi film yapmak isteyenlerin, Türk edebiyatını da çok iyi bilmeleri gerektiğini söylüyor. Ders verdiği yüksek lisans sınıfında Sait Faik’in adını duymayan gençler olduğundan yakınan yönetmen, “Türk romanını bilmeyen Türkiye’de sinema yapamaz.” diyor. Kendisi de Refik Halid Karay, Selim İleri, Barış Pirhasan gibi yazarların eserlerini sinemaya aktaran Kavur, Türkiye gerçeğinin en iyi, romanlarda görülebileceğini belirtiyor. Sinemanın da edebiyat gibi bir ‘anlatı’ olduğuna değinen Kavur, film dilini iyi kullanmak isteyenlerin edebiyattan yararlanmasını öneriyor. “Türkiye’yi İstanbul değil, taşra yansıtıyor” İstanbul, pek çok sanatçıyı cezbederken Kavur, ‘İstanbul’un anlatılacak bir hikâyesi olmadığını’ düşünüyor. Doğup büyüdüğü yeri tanıyamaz hale geldiğini söyleyen yönetmen, yabancılaştığı bu şehir yerine, Türkiye’nin köylerinde, kasabalarında film çekme fikrini daha yakın buluyor. “Bir aynadan Türkiye yansıtılacaksa kasaba-köy yaşamı buna daha elverişli. Onların mutluluğu, sıkıntısı Türkiye’yi temsil ediyor.” diyen Kavur, İstanbul’u, para ve enerji kaybına yol açtığı için de tercih etmiyor. Bir mekân kullanımı için astronomik fiyatlar istendiğini söyleyen yönetmen, film ekibinin bir yerden bir yere gidişinin de çok fazla vakit aldığını belirtiyor.