BIST 9.984
DOLAR 32,40
EURO 34,81
ALTIN 2.435,48
HABER /  GÜNCEL  /  YEREL

İstanbul’un ikinci tarihi yarımadası bulundu

Avcılar Türkiye’nin olduğu gibi Dünyanın da gözünü kamaştırmaya başladı.

Abone ol

Parlayan Yıldız Avcılar Türkiye’nin olduğu gibi Dünyanın da gözünü kamaştırmaya başladı. Geçtiğimiz yıl Avcılar sınırları içerisinde Üniversite, Firuzköy ve Tahtakale Mahallelerini kapsayan alanlarda 40 bilim adamı tarafından yapılan yüzeysel incelemelerde İstanbul’un ikinci tarihi yarımadası bulundu.

Avcılar’ın Küçükçekmece Gölü kıyılarında keşfi yapılan tarihi kalıntıların İstanbul’un bilinen tarihinde yeni bir sayfa açacağı gibi Avrupa’nın geçmişine de ışık tutacak. Kocaeli Üniversitesi’nden Yrd. Doç. Dr. Şengül Aydıngün’ün başkanlığını yürüttüğüİstanbul Tarih Öncesi Çağlar Araştırmaları (İTA) projesi, son yılların en önemli arkelojik keşiflerinden birini doğurdu.

Avcılar Belediye Başkanı Mustafa Değirmenci ve Küçükçekmece Belediyesi’nin destekleriyle 2007 yılından beri Küçükçekmece Gölünün Avcılar ve Küçükçekmece ilçeleri kıyılarında yapılan yüzey araştırmalarında antik Bathonea kentinin izlerine ulaşıldı. Elde edilen veriler ışığında “İstanbul’un İkinci Tarihi Yarımadası” olarak nitelendirilen ve göle doğru uzanan alanda, İstanbul’un Byzas tarafından kuruluş yıllarına tarihlendiği düşünülen ikinci bir kent daha yattığı saptandı.Avcılar bölgesindeki yüzeysel çalışmalar doğrultusunda yapılan müracaatlar üzerine bu bölgede Bakanlar Kurulu kararı ile kazı çalışmalarına, geçtiğimiz Pazar günü yapılan bir basın toplantısı ile ilk kazma vurularak başlandı.

KAYIP KENTİN İLK İŞARETLERİ

Antik kaynaklarda İstanbul’un ilk kurulduğu kent olan Byzantion’un yakınlarında, onunla çağdaş Bathonea adlı Hellenistik bir kentten söz edilmekteydi. Kaynakların işaret ettiğine göre, Küçükçekmece gölü yakınlarında olabileceği sanılan kentin tam yeri bugüne kadar tespit edilememişti.

Avcılar Belediyesi ve Başkan Mustafa Değirmenci’nin destekleri ve bilim heyetinin özverili çalışmaları 2008 yılında meyvelerini vermeye başladı. İlk yüzey araştırmalarında kayıp kent Bathonea’nın ilk işaretlerine; İstanbul’un en eski ve en büyük antik limanlarından biri olduğu düşünülen büyük liman ve kent kalıntıları ile fener yapısına rastlanıldı. Çalışmalar sırasında Küçükçekmece Gölü havzasında tarih öncesi dönemlere ait taş aletler ve seramik parçaları da bulundu.

Pek çok basın kuruluşu tarafından geçtiğimizin yılın Türkiye’deki en büyük arkeolojik keşifleri arasında ilk sırada gösterilen Bathonea’nın gün yüzüne çıkması için, Bakan Ertuğrul Günay’ın onayı ile Kültür ve Turizm Bakanlığı, Bakanlar Kurulu’na teklifte bulunuldu. Bakanlar Kurulu’nda geçtiğimiz günlerde alınan 2009/15280 sayılı kararla da uzun yıllar sürecek ve kentin tarihine ışık tutacak kazı için geçtiğimiz Pazar günü düzenlenen bir basın toplantısı ile ilk kazma vuruldu.

40 BİLİM ADAMI ARAŞTIRIYOR

Kocaeli Üniversitesi’nden Yrd. Doç. Dr. Şengül Aydıngün başkanlığında, İstanbul Üniversitesi’nden Dr. Emre Güldoğan’ın başkan yardımcılığını yürüttüğü çalışmalar, Bristol Üniversitesi’nden Prof. Dr. Volker Heyd ve KKTC Doğu Akdeniz Üniversitesinden Hakan Öniz ve Hollanda Lahey Üniversitesinden Ümran Yüğrük Planken’ in alan başkanlıklarını yürüttükleri uluslararası bir ekip tarafından gerçekleştiriliyor. Kazılara dokuz ülkeden arkeolog, jeolog, mimar, sanat tarihçisi, sualtı araştırmacıları gibi disiplinlerden 40 kadar uzman ve öğrenci de katılıyor.

Antik kent, Tapınak ve Nekropol Alanı

Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü denetiminde yürütülen ITA projesinin bir parçası olan Bathonea yüzey araştırmalarının bu yaz yine Avcılar ve Küçükçekmece belediyelerinin destekleriyle başlanılan üçüncü ayağında da çok önemli bulgulara ulaşıldı. Antik limanın geçen yıl bulunan duvar yapılarının devamı ve iki adet iskele daha tespit edildi. İskeleler ve duvarlarda kullanılan taşların düzgün biçimde kesilmiş olmaları Hellenistik dönemde yapıldıklarını gösteriyor. Esas heyecan verici buluntular ise karada. Izgara sistemli, teraslar halinde göle doğru uzanan bir kente ait izler, yukarıdaki bir tapınağa ait olduğu düşünülen sütunlarla buluşuyor. Kalıntıların bitiminde rastlanan Roma dönemine tarihlenen yol ise oldukça belirgin ve iyi durumda. Geçen yıl bulunan Antik Fenere kadar uzanan bu yol, antik limanın kuzeyindeki kenti boydan boya kat ediyor.

Karadaki bir başka sürpriz ise Roma Yolu’nun kenarındaki Osmanlı dönemine ait bir hamam. Roma Yolu boyunca yer yer ortaya çıkan duvarlarda da, daha önce burada olan bir Osmanlı çiftliğinin binalarında kullanılan antik BATHONEA evlerine ait düzgün kesilmiş taş bloklara rastlanıyor. Kentin uzantısında oldukça büyük bir nekropol alanı var. Jeofizik çalışmalarla tespit edilen alan, İstanbul Üniversitesinin Veterinerlik Fakültesi’nin arazisi içinde bulunuyor.

ARAŞTIRMA TARİHÇESİ

BATHONEA, Küçükçekmece Gölü’nün Avcılar sahili ile Küçükçekmece kıyıları boyunca Türkiye Atom Enerjisi Kurumu arazisinin kıyıları da dahil 10 bin metrekareden fazla bir alanı kaplıyor.

İnsanların avcılık ve toplayıcılıkla yaşadığı Taş Devri’nden Helenistik-Roma–Bizans ve Osmanlı’ya kadar uzanan dönemlerine ait kalıntılarla dolu olan Avcılar bölgesi, tam bir tarih hazinesi. Kazı Başkanı Kocaeli Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Şengül Aydıngün, kazıyla ilgili şu bilgileri verdi:

‘M.Ö 2 ile MS. 2 . yüzyıla ait çeşitli kaynaklarda Küçükçekmece Gölü çevresinde Byzantion’un ( İstanbul’un ilk adı) 12 mil yakınlarında “BATHONEA” adlı bir yerleşmeden söz edilmektedir. BATHONEA ismi, Sazlıdere’nin antik çağdaki adı olan ve ‘Derin dere’ anlamına gelen “Bathynias” tan geliyor. BATHONEA’ bir başka anlamda ise “yüzen ordu” “donanma” anlamına da geliyor. Kentin bugüne kadar yeri tespit edilememişti. 2007 yılında başlattığımız ve 2008 yılında da süren yüzey araştırmaları sırasında göl kıyısında çok düzgün kesimli blok taşlardan oluşan oldukça kalın duvar kalıntılarına rastlandı. Duvar sırasının metrelerce uzadığının görülmesiyle detaylandırılan çalışmada bu kalıntıların sıradan duvarlar olmadığı tespit edildi. Yapılan ölçümlerde duvarların 400 metresi netleşti. Göl içinde kalmış sıraların Sonar ile takibinden elde ettiğimiz veriler duvarların 2 km. uzunluğunda olduğunu gösteriyor. Duvar sırasının önemli bir ticaret ağına sahip limana ait kalıntılar olduğu açık. Kalıntıların bir ucu göl içinde rıhtım şeklinde uzanıyor.’

Araştırmanın sualtı ayağını Doğu Akdeniz Üniversitesi’nden sualtı arkeologu Hakan Öniz başkanlığındaki bir ekip yürütüyor. Gölün aşırı kirliliği nedeniyle zor koşullarda süren sualtı “sonar” araştırmalarında halk arasında “Gölün içinde cami var” diye bilinen kalıntının aslında antik limanın mermer feneri olduğu belirlendi. Bölgede geçen yıl yapılan çalışmalarda Hellenistik Dönem amphora kırıkları, Geç Roma dönemi sütun ve sütun başlıkları ile Bizans döneminden kalma Hz. İsa kabartmalı taş eserler bulunmuştu. 2008 yılındaki araştırmalarda ise yine Helenistik dönem Amfora parçaları, M.S. 5-6. yy’a ait olduğu sanılan damgalı pişmiş topraktan koku ya da gözyaşı şişesi, desenli kap parçaları, Tarih Öncesine ait çakmak taşı aletler, naviform çekirdekler ve henüz çarkın kullanılmadığı ilkel biçimli el yapımı seramik parçaları ele geçti. Göl üzerinde yapılan sonar taramalarında ise büyük boyutlu demir çapalar tespit edildi. Her buluntunun tek tek numaralanıp, envanterinin tutulduğu araştırmaya, arkeologların yanı sıra, mimarlar, şehir plancıları, jeologlar, jeofizikçiler, zoologlar, botanikçiler gibi çeşitli bilim dallarından otuza yakın bilim insanı katılıyor. Araştırmalar İstanbul’un kültürel tarihine eşsiz bir katkının sunulacağı yönünde

YÜZBİNLERCE YILLIK YAŞAM

Ülkemizin en eski yerleşim yeri olan Yarımburgaz Mağarası’nın da içinde bulunduğu Küçükçekmece Gölü havzasında yaşam izlerinin geçmişi yüzbinlerce yıl öncesine gidiyor. Küçükçekmece Gölü Çevresi Tarih Öncesinde adeta bir cennetti. Kuzeyden gelen Eskinoz ve Sazlıdere (Bathynias), gölü temiz sularla beslerken, gölün güney ucu Marmara deniziyle birleşmekteydi. Etraf çeşitli endemik türlerin barındığı yemyeşil bitki örtüsüne sahipti ve göl kenarındaki bataklık alanlar kurudukça verimli topraklar ortaya çıkmıştı.

Geçmişte bizon, geyik, karaca, leopar, ayı, benekli sırtlan gibi pek çok yaban hayvanı ve kuş cinsinin yaşadığı Küçükçekmece gölü havzasında bol miktarda balık türleri de bulunmaktaydı. Bu nedenle tarih öncesinin avcı ve toplayıcı topluluklarının yaşamı için çok uygun olan bu coğrafya, Taş çağının insan toplulukları için ideal bir yaşam alanı oluşturuyordu.

Başlatılan yüzey araştırmaları sırasında yüzbinlerce yıllık avlanma, ezme, parçalama, kesme ve bilemeye yarayan taş aletlerin benzerleri bulundu. Bunların başında satırlar, ağırlıklar, biley taşları, kesici ve kazıyıcılar geliyor. Alanda volkanik ve çakmaktaşı kökenli taş hammaddeler de elde edildi. Çevrede volkanik bir alan olmadığı için bu taşların başka bölgelerden getirildiği düşünülüyor. Bu da binlerce yıllık tarih öncesi çağların ticaret rotalarını anlayabilmek için önemli bir ipucu...
Yapılan araştırmalarda henüz çarkın bulunmadığı dönemlerden itibaren üretilmiş seramik örneklerinden, Bizans ve Osmanlı’nın son dönemine kadar üretilmiş seramik parçalar da bulundu. Karadaki bir Osmanlı sarnıcı da göl çevresinin yüzbinlerce yıldan beri kesintisiz olarak günümüze kadar insanlığa hizmet verdiğini ortaya koyuyor.

Konstantin dönemi tuğlaları

Araştırma sırasında belirlenen ve hellenistik çağa kadar indiği sanılan antik limanın İstanbul’un yakın çevresindeki en eski antik limanlarından birisi olabileceğini destekleyen kanıtlar olarak İmparator Konstantin döneminden itibaren kullanılmış “constan” yazılı damgalı yapı tuğlaların bulunması. Antik kaynaklar İmparator Konstantin zamanında başkent Kostantinopolis’in en dış sınırının Küçükçekmece olarak belirlendiğini yazıyor. Bu kaynaklara göre İmparator Konstantin Byzantion kentini M.S. 330 yılında kendi adını vererek Roma’nın başkenti ilan ettiğinde yani “Konstantinopolis” çevresinde büyük bir imar faaliyetine kalkmış ve çevresiyle birlikte surlar, limanlar, hamamlar, caddeler, sokaklar ve resmi yapılarla donatmış ve mahalleler kurdurmuştu. Küçükçekmece göl ve kıyısı boyunca uzanan sur, liman ve diğer yapı kalıntılarının bu dönemin yapıları olup olamayacağı üzerinde tartışılıyor. Ya da İstanbul’un Byzantion olarak tanındığı Helenistik dönemdeki komşu kenti Bathonea’ya mı ait oldukları sorusu araştırılıyor. Geç Roma döneminden sonra önemini kaybettiği sanılan Limanın tek edilerek tarih sahnesinden kaybolmasının en önemli nedenlerinden birisinin ise deprem gibi ani ve yıkıcı bir fenomenden kaynaklanmış olabileceği düşünülüyor. Antik kaynaklarda 557-558 yıllarında yaşanan depremin Küçükçekmece bölgesinde çok şiddetli hissedildiği ve bölgedeki tüm yapı, kale, kiliselerin temellerine kadar yıkıldığından söz ediliyor. Bu nedenle böyle bir olayın gerçekleşip gerçekleşmediği ancak kazı ve jeolojik çalışmalarla anlaşılabilinecek.

İşte tarihi yarımadanın tarihçesi

İstanbul’un çekirdeği, tarihçi Herodotos, Roma İmparatorluk Dönemi`nde yaşamış olan Eusebius Amasya’lı coğrafyacı Strabon’a göre Milattan önce 7’inci yüzyılda önce şimdiki Kadıköy’de atılmış, o dönemde Khalkedon yani ‘Körler ülkesi’ olarak tanımlanan bu yerleşimin karşısına da 17 yıl sonra Megaralı Byzas tarafından Byzantion kurulmuştu. Byzantion, Avrupa ile Asya’yı ayıran İstanbul Boğazı’nın (Bosporos) Trakya yakasında, bugün, Topkapı Sarayı ve Ayasofya’nın kapladığı alan üstünde kurulmuştu. Yani, Sarayburnu ve hinterlandı Byzantion’un çekirdeğini oluşturuyordu. Kent zamanla gelişmiş, Helenistik, Roma ve Bizans dönemlerinde, kabaca bugün Eminönü ve Fatih ilçelerinin bulunduğu alana yayılmıştır. İstanbul’un sözkonusu dönemlerine ait izlerin bulunduğu bu alan günümüzde Tarihi Yarımada olarak anılmaktadır.