BIST 10.046
DOLAR 32,29
EURO 34,65
ALTIN 2.409,24
HABER /  GÜNCEL

Ilıcak bazı söylentileri yazamıyor

Nazlı Ilıcak muhafakazar kesimin sempatisini kazanan gazetecilerden. Son dönemde iktidar ile arası limoni. Ilıcak'ın kulağına söylentiler geliyor ama onun eli titriyor, çünk

Abone ol

Dünden Bugüne Tercüman baş yazarı Nazlı Ilıcak aynı gazetinin muhabiri İrem Barutçu'ya konuştu. Ilıcak, 28 Şubat süreci, siyasbetçilerle olan ilişkileri, AK Parti'nin icraatları ve hükümete nasıl baktığını açıkladı.

Nazlı Ilıcak: "Bir dostum, bir konuda yazmamamı rica ederse, "Hayır, gazetecilik ilkeleri budur! Buna inanıyorum ve yazıyorum" demem. Bazı insanlar, gönlümü kazanırlarsa, elim varmayabiliyor."

* Büyük bir kitlenin sahiplendiği, ancak bir başka kitlenin diş bilediği, kıyasıya eleştirdiği bir gazetecisiniz. İlginçtir, size diş bileyenler de, yine sizin sınıfınıza ait insanlar... Burada bir çelişki görüyor musunuz?

Bahsettiğiniz hisler 28 Şubat sürecinde başladı. Daha önce, mensup olduğum DP, AP ve DYP camiası beni çok seviyordu. Dolayısıyla o kutuplaşma normal bir kutuplaşmaydı: Komünizm, anti-komünizm kutuplaşması... Bir sınıf ihaneti söz konusu değildi. Fakat 28 Şubat'ta, başörtülülerin meselesine sahip çıkıp Tayyip Erdoğan'ı savununca, Refah Partisi'ne yanlış yapıldığını söyleyince, Kanal 7'de program yapmaya başlayınca, ardından da Fazilet Partisi'nden milletvekili olunca, işte dediğiniz bu tepkiler ortaya çıkmaya başladı. Öyle ki, ahbaplarım, benimle ilişkilerini bile kestiler. Hatta kızım Aslı'ya, "Annen, Erbakan'dan kaç para aldı? 2 milyon dolar aldığı söyleniliyor!.." şeklinde sataşmalarda bulundular. Bana duyulan bu tepki dolayısıyla, Mehmet Ali'nin başına da pek çok sorunlar geldi, yargılandı, çok şükür beraat etti; ancak o dönemde, hem Mehmet Ali, hem de ben gazetelerde teşhir edildik.

* O dönemde sizden "Viskici Nazlı" diye bahsedenler de vardı! Bir çeşit sefahat hayatının içinde olduğunuza mı vurgu yapılıyordu?

Mehmet Ali, 18-19 yaşlarındayken, babasının işleri bozulunca Alem Gece Kulübü'nü açmıştı. Ben de, geceleri, Mehmet Ali'ye yardım olsun diye, kendi çevremden arkadaşlarımı alıp Alem Gece Kulübü'ne gidiyordum. Alem'de, geç vakte kadar eğlenceler tertip ediliyordu. İşte orada, elimde tef veya bir kadeh viski ile çekilen fotoğraflarım, 28 Şubat sürecinde, sanki ortada bir çelişki varmış gibi, özel hayatım son derece pespayeymiş ve ben Fazilet Partisi camiasına o, ya da bu şekilde girmişim gibi, büyük gazetelerde yayınlandı.

* Tüm bunlara sinirleniyor muydunuz?

Ben bunların hepsine güldüm geçtim, çünkü gerçekle alâkası yoktu. Ayrıca gece kulübüne gidebilirim; ama o kadar havai bir insan da değilim!.. Orada Mehmet Ali'ye destek olmak için bulunuyordum. Ev sahibiydim ve dostlarımızı eğlendirirken çekilmiş fotoğraflar, 28 Şubat sürecinde sözde beni karalamak için kullanıldı; ama bunlar, hiçbir tesir yaratmadı. Halk kitleleri, başörtüsü mağduru, İmam Hatip mağduru bir kitle beni çok seviyor...

* AKP'nin hükümete gelmesinin ardından, sizi o dönemde protesto edenlerin tepkisinde bir değişiklik oldu mu?

Tayyip Erdoğan iktidarı, bir takım şeylerin anlaşılmasına yol açtı. Şimdi o çevre, Tayyip Erdoğan'ın iktidarından genelde memnun görünüyor. Dolayısıyla bana da, "Amma da vizyon sahibiymişsin!" diyorlar. Şimdi de böyle oldu!..

* Siz, para karşılığı saf tutabilecek yapıda bir gazeteci misiniz?

Para karşılığı değil, ama dostluk karşılığı bazı şeyler yapabilirim. Şimdi bir dostum bana gelip bir konuda yazmamamı rica etse, "Hayır, gazetecilik ilkeleri budur! Ben buna inanıyorum ve bunu yazıyorum" demem. Bazı insanlar, gönlümü kazanırlarsa, elim varmayabiliyor. Zaten size şunu söyleyeyim, birçok gazeteci de benim pozisyonumdadır. Meselâ Turgut Özal, çevresine bir takım gazeteciler almıştır ve o gazeteciler, onun en büyük savunucuları haline gelmiştir. Aslında, bir liderle çok yakınlaştığınız vakit, gazetecilik açısından mahsurlar doğabiliyor. Dengeyi iyi kurmak lâzım.

Bir örnek vereyim: Meclis'te, Susurluk davasında ben de böyle bir tutum içinde oldum. Ben, "Susurluk meselesine bulaşanlar yargılanmalı!" diye düşünüyorum. Bu, Mehmet Ağar da olsa yargılanmalı!.. Ancak, onun dokunulmazlık dosyası parlamentoya geldiğinde, Fazilet Partisi milletvekiliydim ve partimizin, "Dokunulmazlığı kalksın" istikametinde grup kararı olmasına rağmen onun aleyhinde oy kullanmadım. Çünkü Mehmet Ağar, Emniyet Müdürlüğü'nden beri bize her zaman dost olmuştur. Gittim ve Bülent Arınç'a, "Kusura bakmayınız, Mehmet Ağar benim dostum ve ben onun aleyhine oy kullanmam" dedim. Üstelik Fazilet Partisi'nin Mehmet Ağar'a karşı, "Derin devletin temsilcisi" gibi bir tepkisi vardı.

Buna rağmen, oylama sırasında da, Mehmet Ağar'ın yanında oturdum. Tabibenim aleyhimde de konuştular! Ne var ki, bir başka milletvekili ise, parlamentoda Mehmet Ağar'ın aleyhine bir konuşma yapacaktı. İsmini de yazdırmıştı. Halen AK Parti milletvekili olan bu kişi, hiç kimseye haber vermeden o suçlayıcı konuşmasından vazgeçti ve kürsüye çıkmadı. Meselâ, bunu da yapmam. Çünkü bu da, partiye ihanet manasına geliyor. Sonuç olarak para ile fikrimi katiyen değiştirmem; ama dostlukla en azından susmayı tercih edebilirim.

* Gelelim eleştirilerinize... Örneğin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde görüşülen Leyla Şahin davasına Dışişleri'nin savunma göndermesinden yola çıkarak hükümeti eleştirdiniz. "Bunlar erkek değil, ürkek" ya da "Hangimiz seçim sandığına giderken kukla seçmek isteriz ki!" gibi ifadeler kullandınız. Bunları yazarken, "Dostluklarım bozulur mu!" düşüncesiyle kaleminiz titrer mi?

Bazen dikkat ederim. Ancak buradaki, haklı bir davadan doğan bir eleştiridir. Prof. Mustafa Erdoğan yazmıştı: Türkiye'deki gibi, hükümetlere bir şekilde askervesayetin olduğu düzenlere, 'kukla' diyorlar. Bunların belirli bir siyaset alanı var ve o alanın içinde faaliyet gösterebiliyorlar. Halbuki dünyadaki hükümetlere baktığınızda, her şeye başbakanlar ve bakanlar karar veriyor. Böyle olmaz... Türkiye değişecek...

Dolayısıyla, bizim bunları yazmamız zaten iktidarın işine gelir. Neden işine gelir? Çünkü, onlar da değişim yanlısı!.. Ben eleştireceğim, taban eleştirecek ki, onlar belirli bir istikamete gidecek. Bu konularda elim titremez. Ama meselâ yolsuzluk konusu!.. Açıkça, ben bu iktidarı destekliyorum. Tayyip Erdoğan'ın başarılı olmasını istiyor ve onun namuslu olduğunu düşünüyorum. Ne var ki, bu iktidar içinde de, kulağıma zaman zaman bir takım yolsuzluk iddiaları geliyor. Gönül ister ki, ben Tayyip Erdoğan'la daha sık bir araya geleyim ve o yolsuzluk iddialarını, yazmadan önce, ona şahsen iletebileyim. Çünkü bunlar zor konular... Yazıyorsunuz, elinizde patlıyor. Çünkü tam bir delil yok. Hep, söylenti biçiminde... İşte bunlara elim titriyor. Size söyleyeyim: Bu tip şeyler ben de duyuyorum ve bunun aslını öğrenmek, tatmin edici cevaplar almak istiyorum. Gerçi eski dönemlerle kıyaslandığında, çok ciddi değil ama kimileri hakkında ufak tefek söylentiler geliyor kulağıma ve onları yazmıyorum.

* Gelelim sizin başörtüsü meselesindeki hassasiyetinize... Bazıları, bu konuyu kaşıdığınızı düşünüyor!.. Bu konuyu, 'kaşımak' adına mı gündemde tutuyorsunuz?

Türkiye'nin gündeminden, maalesef, bu sorun eksilmediği için, o sorun ortaya çıkınca ben de yazıyorum!.. Meselâ bir YÖK Yasa Tasarısı ortaya çıkıyor değil mi! Birden bire, "Vay efendim, İmam Hatipler'in önündeki kat sayıyı kaldıramazsın!" diye tutturuyorlar ve bütün meslek liselerine yapılacak bir düzenlemeyi, İmam Hatip noktasında düğümlüyorlar. O zaman, biz de bunu izah etmek durumunda kalıyoruz. Veyahut, Atatürk Üniversitesi'nde olduğu gibi öğrencilerin yakınlarını üniversiteye almıyorlar. O zaman bu başörtüsü konusunu yazıyoruz.

Ya da, Anayasa Mahkemesi Başkanı, "Siz, kanunu değiştirseniz bile, yine de başörtülüleri hiçbir şekilde üniversiteye alamazsınız" diyor. Şimdi, tam tersine, konuyu bunlar kaşıyıp ortaya atıyor!.. Ben durup dururken hiçbir şeyi ortaya çıkarmış değilim!.. Şunu da söyleyeyim: Toplumda, öyle bir sıkıntı var ki, bu sıkıntı, bir talep olarak hepimize yansıyor. Biz, bu konuyu tabiki gündeme getiririz. Ama bu, kaşımak değil... Çünkü haksızlığa uğrayan başörtülüler var! Halbuki başörtülüler, üniversiteye girebiliyor olsa, o zaman bunu hiç gündeme getirmem... Sen, hem bu yasağı getiriyorsun, hem de "Kaşıma!..Gündemde tutma!.." diyorsun!.. Ben de diyorum ki, "Sürekli gündemde tutacağım." Çünkü bu yasağın kalkması lâzım...

"New York'ta, Fethullah Gülen'i ziyaret ettim"

* Dindar mısınız?

Kur'an'ın gereklerini olduğu gibi yerine getiren bir insan değilim. Ancak Allah'a şükür, Müslüman'ım!.. Ramazan'da, 30 gün boyunca oruç tutmaya mecbursunuz. Ben, aralıklarla, ancak 1 hafta tutabiliyorum. Ama içim de içimi yiyor, "Bugün de girdik günaha! Keşke bugün de tutsaydık" diyorum... Namaza gelince... Beş vakit namaz kılmak lâzım, değil mi? Ben, ancak arada sırada namaz kılıyorum. Biliyorum ki, beş vakit namaz kılmak lâzım ve bu, İslâmiyet'e aykırı!.. Fakat ne yapayım?.. Ben de diyorum ki, "Allah'ım, benim elimden de bu kadar geliyor!.. İyi bir Müslüman olarak eğitilmemişim..." Fakat netice itibariyle, kendimiz için namaz kılıyor, kendimiz için oruç tutuyoruz. Bizim namazımız, Allah'a bir fayda sağlamıyor ki!.. Kendi gönül rahatlığımız için, kendimizi temiz hissetmemiz için yapıyoruz ve bize müthiş bir pozitif enerji veriyor...

* Peki diğer dinleri nasıl algılıyorsunuz?

Her dinin önemine inanıyorum. Hıristiyanlar, ya da Museviler cehenneme gidecek gibi bir düşünceye asla inanmam!.. İnsanın, dünyada yaptıklarıyla, insanlığa hizmetleriyle değerlendirileceğine inanıyorum. Tesadüfen Hıristiyan doğmuş diye cehenneme gidecek, olur mu?.. Bu kanaate de şöyle vardım: Dame de Sion'da okurken, kendisini Allah'a adamış rahip ve rahibeler görüyordum. O kadar iyi insanlardı ki!.. Fakir ve fukaraya, düşkünlere yardım ederler!..

O zaman şunu düşünmüştüm: "Ben Müslüman'ım diye cennete gideceğim ama bu rahibeler niçin cehenneme gitsin?.." Bakın, dinde de akıl önemlidir. Ben, akılla, dininancı harmanlıyorum. Din adamlarına ise, çok hürmet ederim. Özellikle Fethullah Gülen'e çok hürmet ediyor; onu, çok beğeniyorum. Yanında huzur buluyorum. Meselâ, Newyork seyahatinde de, koşturdum Fethullah Gülen'i ziyaret ettim. Hoca Efendi'ye dedim ki: "Her şey iyi olsun diye, benim için dua edin lütfen!.." Türkiye'ye döndüğümde de, çok sıkıldığım bazı şeylerin düzeldiğini gördüm.

* ABD gezisi sırasında, Başbakan Erdoğan'ın uçağında içki içilmemesi dahi polemik konusu oldu. Başbakan içki içmiyor diye içki içmemek aklınızdan geçti mi?
Uçakta, sağlık açısından zararlı olduğu için, genelde içki içmem. Stres altında, zaten bundan keyif de almam. Genel hayatımda ise, akşam çıktığımda zaman zaman içki içerim. Üstelik geçmişte, gerek Tayyip Erdoğan'ı, gerekse Recai Kutan ve Abdullah Gül'ü bizim evimize davet ettiğim zaman, kendilerine olmasa da, diğer misafirlere içki ikram ettim. Hatta bu, sanki yadırganacak bir şeymiş gibi, "Nazlı Ilıcak, Faziletliler'e yemek verdi ve içki ikram etti" diye gazetelerde de haber oldu. Tabiikramımızın bir parçası olan bir durumu, sanki gayri tabibir durummuş gibi manşete taşıyıp tartışmaya açınca, insanlar daha çok rahatsızlık duyuyor. Bunu, tabiakışı içine bırakmak lâzım.

* Peki siz Başbakan Erdoğan'ın yanında içki içiyor musunuz?

Tayyip Erdoğan ile üçlü, dörtlü, beşli bir masada oturduğumda, onun inançlarına saygı duyduğum ve Tayyip Erdoğan ile kafa çekmek için değil de, çalışma toplantısı çerçevesinde bir araya geldiğim için içki içmemeyi tercih ederim. Ama daha kalabalık ve farklı bir toplantı ise ve eğer arzu ediyorsam içerim...

* Bir dönem, bazı gazetelerde bikinili fotoğraflarınız yayınlanıyor ve bir yandan da, sizin Fazilet Partisi milletvekili olduğunuza gönderme yapılıyordu. Bunlar, sizi destekleyen kitlelerde hayâl kırıklığı yaratıyor mudur?

Muhafazakâr kitle ne düşünüyor, bunu bilemiyorum!.. Ama beni gördüklerinde, çok sevdiklerini söylüyorlar. Muhafazakâr kitle için, benim ne tip bir kıyafet içinde olduğum önemli değil ki!..

* Bunları gündeme getirenler, sizin rahatsız olacağınızı mı düşünüyor?

Sözde bunları yazarak beni küçük düşürecekler. Bakın, bunlar günah diyelim... Kur'an'ı bilenler buna günah diyorlarsa, ben bu günahı kabul ediyorum. Ancak Kur'an'daki en önemli günahın bikini giymek, ya da saçını açmak olduğunu zannetmiyorum. Çok daha büyük günahlar da var. Başını da örtersin, ama çok daha günahkâr da olabilirsin. Herkes günah işlediğine göre, "Bu da bizim günahlarımızdan biridir" diyebilirim.