BIST 10.056
DOLAR 32,25
EURO 34,82
ALTIN 2.429,39
HABER /  GÜNCEL

Hükümete 'Öcalan'la görüş' önerisi

Eski Mit Müsteşarı Sönmez Köksal Suriye'deki gelişmelerden, Kürt meselesine ve PKK'ya dek birçok konuda görüşlerini açıkladı.

Abone ol

Terörün en yoğun yaşandığı 1992-98 yılları arasında MİT Müsteşarı olan ve Güneydoğu Bölgesi'ni avucunun içi gibi bilen Sönmez Köksal, Türkiye'nin en önemli sorunu olan Kürt meselesi ve yanı başımızdaki Suriye'de yaşanan durumu değerlendirdi.

Köksal, Öcalan'la hiç görüşmediğini belirtti ve  "Görüşseydim, Türkiye'nin sağlam, güçlü bir birlik içinde olabilmesi adına 'birlikteliği pekiştirelim' derdim" dedi.

Köksal Akşam gazetesine verdiği ropörtajda Suriye'deki gelişmelerden, tutuklu vekillere, Kürt meselesine ilişkin önerilerden PKK'nın konumuna dek birçok konuda görüşlerini açıkladı. Ropörtajın önemli satırbaşları şöyle:

DEVLET HERKESLE GÖRÜŞÜR

Kürt sorunu bugünden yarına hemen çözüm bulunacak bir mesele değil. Olaya salt terör olarak bakılması bizleri bugünkü çözümsüzlük noktasına getirdi. Başbakan Erdoğan da sorunu sadece terör olarak görmenin işi çözmeyeceğini anladı ve bunun sonucu olarak arayışlar başladı. Bu sadece AK Parti'yi ilgilendirmiyor. Yarın CHP ve MHP'nin hükümet olduğu durumlarda da Türkiye'nin önünde olacak bir mesele. Bu nedenle tabanı genişleterek diğer siyasi aktörlerin de onayını alarak çözüm arayışına girmek gerekir.

TALEPLERİN ÖNÜ KESİLDİ

Devlet adına yapılan birtakım görüşmeler var. AK Parti'nin yüzde 50'ye yakın bir oyla iktidar olması çözüm arayışları açısından büyük bir meşruiyet sağlıyor. Kürt sorunu bir noktaya geldikten sonra bunun siyaseten üstlenilmesi gerekecek. Hep söyledim. 'Devlet herkesle görüşür' dedim. Bu konuda hiçbir engel olmaz. Ama bir noktadan sonra bunun siyaseten üstlenilmesi gerekecek. Hükümetin bu sorunu ele alması gerekecek. Orada ele alış şekli, içeriği, çözüme doğru gidiş ve bu aradaki dengenin önemi ortaya çıkaracak. Bekleyelim bakalım. Meclis açılsın, hükümet kurulsun. Olay nasıl ele alınacak, onu zaman gösterecek.

PKK NE İSTİYOR?

1984'te patlak veren terör olayları, hem insani, hem maddi kayıplara neden oldu. Bugün devlet de demokrasi süreci çerçevesinde istenilen birtakım haklı taleplerin yerine getirilmesi gerektiğini anladı. Bu, taleplerin terör örgütü tarafından dillendirilmesinin önüne geçilmesi açısından çok önemli bir adım. Kürtçenin hapishanede ve televizyonlarda kullanılması, kültürel alanda kullanılmasının önüne konan yasağın kaldırılması, yerleşim alanlarındaki isimlerin değiştirilmesi, Kürt vatandaşların çocuklarına istediği ismi verebilmesi. Dolayısıyla şimdi PKK'nın talep edebileceği fazla bir şey kalmadı.

SİLAH BIRAKMAK ŞART

Gerçekten bir silah bırakma olmalı ki, eylemsizlik hakikaten yüzde yüz geçerli hale gelebilsin. Sonra örgüte katılmış ama suça karışmamış olan binlerce insanımız var. Onların Türkiye'ye normal bir vatandaş olarak geri dönüşleri bir an önce yapılmalı. Askeri, siyasi, hukuki önlemler paketlerinin birbiriyle ilişkili hale getirilmesi ve bunun üzerinde mutabık kalınması lazım. Devletin bu kuralları uygulaması mümkün ama karşı taraf ne yapar, bu konuda güvence sağlanılmalı. Bu işi karşılıklı olarak ileriye doğru götürmek için çokbaşlılığın giderilmesi gerekir. Bu da öyle kısa vadede olmaz. Sabırlı olmak çok önemli. Vatandaşlık tanımı etnik kökene dayanmamalı.

CUMHURİYETİN BÜYÜK HATASI

Kürt sorununda yapılan en büyük hata, Cumhuriyet'in kuruluşundan sonra Türk vatandaşlığı tanımlamasını etnik temel üzerinden yapmak. Türk kelimesinin, değişik köklerden gelen ama bu topraklarda yaşayan hepimizi tanımlaması gerekir. Osmanlı kalıntıları üzerine kurulan Türkiye Cumhuriyeti de kaçınılmaz bir uluslaşma sürecinden geçti. Bugün uluslaşma sürecini tamamlamamış olan etrafımızdaki ülkelerin içine düştükleri durumu görünce 'Türkiye adına bir uluslaşma sürecinin yaşanması da kaçınılmazmış' diyorum.

TRAVMAYI ATLATMALIYIZ

Bütün toplumun bir pedagojiye ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. Bu mücadelede şehit vermiş, en sevdiklerini kaybetmiş iki taraf var. Bu süreçte sadece bir tarafın talepleri karşılanırsa, öbür taraf haklı olarak 'o zaman bizim evlatlarımız niçin öldü' diyecek. Toplumdaki bu duyguyu çok iyi yönetmek gerekir. Çünkü Türkiye barışa bu kayıplar sayesinde varacak. Bu travmayı atlatabilmemiz lazım ve siyasilerin rolü çok önemli.

KARŞIMIZDA AKTÖR ÇOK

İmralı'yla görüşmeler yapılıyor ama devletin karşısında da bir sürü aktör var. Kandil mi, Avrupa mı, BDP mi, İmralı mı? Sadece bir aktörle varılacak bir mutabakat ya diğerleri için uygun olmazsa... Oyunbozanlık yapıp, 'biz bunu kabul etmiyoruz' dedikleri takdirde ne yapacağız? Onun için bu işin adım adım götürülmesi şart.

ÖCALAN'A DERDİM Kİ...

Öcalan'la görüşseydim herhalde şunu söylerdim: Geçmişte birtakım hatalar yapıldı. Yok farz edildiler. Türk-Kürt ayrımı yapılması toplumun çok önemli bir parçası olan kitleyi incitmiş olabilir. Bu konuda haklı olduklarını ama bölgedeki fırtınanın dindirilebilmesi için taleplerini makul bir düzeye indirmeleri gerektiğini söylerdim. Türkiye'nin sağlam, güçlü bir birlik içinde olabilmesi adına 'birlikteliği pekiştirelim' derdim.

ÖCALAN AF İSTESEYDİ...

Bir defa silahlı güçlerin Türkiye dışına çıkması lazım. Türkiye hala kendi dağlarında silahlı militanlar tarafından 'istediklerimi vermezseniz, tekrar terör başlar' diye tehdit ediliyor. Devleti tehditle hiçbir yere varılamaz! Eğer görüşmüş olsaydım, Abdullah Öcalan'a derdim ki 'Kayıpları tekrar yaşamak istiyorsanız, buyurun yaşayalım. Bedelini her iki taraf da çok ağır öder. Ama emin olun ki Türkiye Cumhuriyeti yine ayakta kalır. Bunun için yöntem değişsin. Konuşarak anlaşalım.'

GERÇEĞİ KABUL ETMELİYİZ

Kürt kökenli vatandaşlar Öcalan'ı bu mücadelenin lideri olarak tanıyor. Eğer 'eylemsizlik' diyor, eylemsizlik oluyorsa, Kandil üzerinde, Avrupa üzerinde hakikaten bir etkisi varsa, bu gerçeği bizim de kabul etmemiz, ona göre davranmamız gerekir.

PARÇALANMIŞ SURİYE BAŞ BELASI OLUR

Küreselleşmenin müthiş etkisi. Genç ve eğitimli nüfusun sosyal medyayla ilişkisinin büyük sonucu. Kuzey Afrika ülkelerindeki halk ayaklanması sonunda Suriye'ye de sıçradı ve ilk olaylar 15 Mart'ta başladı. Beşşar Esad zannetti ki, Suriye bu işin dışında kalacak ama kalmadı. Ve bence o üç ayı bedava harcadı. Halbuki, yeni atmaya başladığı adımları o dönemde atsaydı belki bugünkü sonuca varılmazdı. Esad yönetimi, toplumu ikna için gecikti. Esad'ın kullandığı dil de çok kötü. Hakaret içeriyor. Bu toplumla arasındaki mesafeyi açıyor. Öyle zannediyorum ki önümüzdeki 10 yılı aşkın süre istikrarsızlık sürecek. Suriye'de rejim değişikliğinin olacağını zannetmiyorum. Çünkü Esad yönetimine şimdilik bir alternatif yok. Ama Beşşar Esad'ın Suriye'deki geleceğini de kalıcı görmüyorum. Diğer yandan gitmesinin ülkede iç çatışmanın yolunu açacağını da hesap etmek gerekir. Uluslararası topluluk da zaten onun için tereddüt içinde. Hem mezhep hem etnik açıdan o kadar bölünmüş, parçalanmış bir topluluk ki... Bir ayrışma var evet ama alternatif olmadığından şimdiden Suriye'nin geleceğini görmek çok zor. Beşar Esad gitsin de, yerine kim gelecek? O büyük soru işareti. Türkiye'nin en az zararla çıkabilmesi için bu süreci çok iyi yönetmesi gerekecek. Bazı çevrelerin ümidi Suriye'deki gelişmeler yoluyla İran'ı etkilemek. Şimdilik Lübnan'ı, Filistin içindeki yapılanmayı, İsrail ihtilafını, Irak'ı etkileyecektir. Parçalanacak bir Suriye tam anlamıyla bir baş belası olur.