BIST 8.864
DOLAR 34,30
EURO 37,37
ALTIN 3.028,65
HABER /  GÜNCEL

Fener - Arsenal: 'Bekle bizi Topçular, Fenerbahçe geliyor'

Koyu bir Fenerbahçeli nasıl yetişir? Hilmi Hacaloğlu, 34 yıl önce oynanan bir Arsenal-Fenerbahçe maçının anımsattıklarını, kirlenen dünyayı ve yine de bastırılamayan umutları yazdı.

Abone ol

“Evvel zaman içinde kalbur saman içinde pireler berber iken ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken” diye başlardı annem çocukken masal anlatmaya.

Masal mı değil mi bilmem ama 20 aylıkken bir memleket seyahatinde yaptıklarımı anlatır, mevzu Fenerbahçe olunca.

Efendim bendeniz ta o zamanlarda Fenerbahçe 11’ini bir çırpıda sayarmışım. Hatta koyu Fenerbahçeli – o günlerde fanatik denmez ‘koyu’ denirdi kolunu kessen damarından takım rengi akacaklara- kamarotun da maskotu olmuşum.

Yani anlayacağınız öyle böyle değil benim Fenerbahçeliğim!

Uzatmayayım böyle bir geçmişten gelince, okumayı hızla sökmek farz oldu. Çünkü Fenerbahçeli futbolcuların fotoğraflarına bakmak artık yetmiyordu, onların haberlerini de okumalıydım.

O şevkle okuma bayramında kırmızı kurdelayı göğsüne ilk iliştirenlerden oldum elbette.

Sabahları eve gelen Günaydın gazetesinde ilk işim Kara Murat okumak olurdu ama nedense Günaydın’ın spor sayfası beni kesmezdi.

Akşam koltuğunun altında kıvrılmış Milliyet’le eve gelecek babamın yolunu gözlerdim. Namık Sevik’in yönettiği o efsane Miliyet.

Altan Erbulak’ın karikatürleri, o renkli sayfalarda bazen Cemil olurdum, bazen Ali Kemal ya da Tuna, bolca da İvançeviç.

Arsenal'e gelince

Ki işte o sene, mevzuyu bağlamak istediğim o sene İvançeviç gitti. Kaleye daha sonra Ali Kemal’le Beşiktaş’a gidecek Adem geçti.

Rakip taraftarların ‘Adem-Adem bir kilo badem’ diye makara yaptıkları Adem.

Son iki deplasman maçını kaybederek ligi dördüncü bitirmişiz, İvançeviç gitmiş, Adem gelmiş, bir de Galatasaray’ın kaptanı B. Mehmet’i almışız.

İşte o sene Kupa Galipleri’nde Arsenal’i çektik.

Arsenal deyip geçme, Topçular o zaman futbolun beşiği İngiltere’nin medar-i iftiharı, bir dünya devi.

Bugün hafızamı zorluyorum da o devden bir tek kaleci Jennings’i hatırlıyorum. O da yıllarca Kuzey İrlanda kalesinde milli takımımızla oynadığını için olmalı.

İlk maç, henüz Emirates stadı yapılmamış olduğundan Arsenal’in mabedi Highbury’de.

Bizimkiler yeni bir “Manchester zaferi yazmak ” , “Türk’ün gücünü dünyaya göstermek” için Londra’nın yolunu tutarken ben hiç umutsuz değilim Cemil’in Ali Kemal’in Raşit’in tarih yazacağından adım gibi eminim.

Gel gör ki maçı dinleyemedim. Malum radyo günleri ve maç geç saatte oynanıyor. Geç dedimse 9’da. Ama anneme anlatmak ne mümkün nuh diyor peygamber demiyor. Ali Kemal’in soldan getirip Raşit’in pasında Cemil’in attığı goller eşliğinde göz yaşlarıyla uyuduğumu hatırlıyorum.

Sabah ezanından önce uyansam da hayat maalesef bugünden farklı. Ne internet var ne de 24 saat yayın yapan televizyonlar. Sıkıysa babanı uyandır. Tek umut sabah yedide kapıya bırakılacak Günaydın gazetesi. O da geç saatte baskıya kalabilmişse.

'Yenik düşüyor herşey zamana'

Neyse gazete geliyor ki maç 2-0 aleyhimize bitmiş. Adem efsane oynamış. Üstelik bir golü de son dakikalarda yemişiz. Tüh be! Ama olsun İstanbul’da yeneriz.

Yenemedik, o maç da sıfır sıfır bitti. Ve elendik. Zaten daha önce kaç Avrupa macerası mutlulukla bitmişti ki!

Şimdi bir kez daha Arsenal’le karşı karşıya geliyoruz. Aradan 34 sene geçmiş, tabii 2008’de Arsenal’le bir daha oynamışız ama şimdi burada anmaya değmez.

Bugün o çocukluğumdaki heyecandan çok uzağım. Hani Murathan Mungan demişti ya “yenik düşüyor her şey zamana, biz büyüdük ve kirlendi dünya”.

Renklere olan aşkımızı, temiz duygularımızı birileri kendi iktidarları uğruna paspas yapmaktan büyük zevk alıyor.

İşte yepyeni örnek yılların İnönü Stadyumu, ilk maçımı seyrettiğim futbol mabedi artık Vodafone Arena. Endüstriyel futbolun gücü, Don Kişotları o yeldeğirmeninden bu yeldeğirmenine savuruyor.

'Alıyor beni yeniden umut'

Ama işte maç saati geliyor ya! İşte o anda Jeykl’ların içinden Hyde’lar çıkıyor, Clark Kent’ler Süperman’lere dönüşüyor. Ve ben yeniden Cemil oluyorum sonra Selçuk.

Sahadakiler sanki Büyük Fikret oluyor, Zeki Bey, ya da Can-Lefter-Cihat Arman ne bileyim Yılmaz Şen ya da Basri Dirimlili.

Alıyor beni yeniden bir umut, kanım birden kırmızıdan sarı laciverde dönüyor, hissediyorum.

Ya televizyonun karşısına geçiyorum ya da bugün Arsenal karşısında olacağı gibi formamı sırtıma geçirdiğim gibi doğru stadın yolunu tutuyorum.

Sonra mı? Sonrası malum. Boğazını yırtarcasına –sonuçtan her daim bağımsız- “her zaman her yerde en büyük Fener!”