BIST 9.900
DOLAR 34,10
EURO 38,09
ALTIN 2.875,03
HABER /  GÜNCEL

El yakan Kürt raporu

Kahveci'nin ölmeden önce yazdığı Kürt Raporu yıllar sonra gündeme geldi. Rapordan önemli notlar.

Abone ol

Artık "bitti" gözüyle bakılan Güneydoğu'daki terör ortamı, 2004'ün ikinci yarısından itibaren yavaş yavaş ivme kazanarak yeniden ülke gündeminin ilk sırasına oturdu. Tam nevruzu kazasız belasız atlattık derken Diyarbakır'da 29 Mart 2006’da çatışmaya dönüşen sokak gösterileri bölgedeki öteki illere sıçradı, bir anda Güneydoğu'da 1992'dekine benzer görüntüler ortaya çıktı. Bunu Şırnak'ta güvenlik güçlerinin yaptığı operasyonlar ve sayıları artmaya başlayan şehit cenazeleri izledi.

Yıllar sonra devletin zirvesi üst rütbeli bir subayın, Elazığ'da askerî aracın mayına çarpmasıyla şehit olan Yarbay Alim Yılmaz'ın cenaze töreni için Kocatepe Camii avlusunda saf tuttu. Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt ile birlikte bölgeye giden Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök, 10 Nisan günü Diyarbakır'daki konuşmasında, "Biz bölge halkını seviyoruz ve herkesin komutanıyız. Bunları yapanlar ya geçmişi bilmiyor ya da geleceği göremiyorlar. Olaylar bölge halkını temsil etmiyor." mesajını verirken, Doğu ve Güneydoğu kökenli 70 kadar milletvekili Meclis'te Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'la bir araya geldi.

Gerek Özkök'ün bölgeye gidişi, gerekse Erdoğan'ın bölge milletvekilleri ile Meclis'te buluşması aslında devletin zirvesinde yaşanan çözüm arayışının birer parçası. 1984'te ilk çıkışını yaptıktan sonra 1986-87 döneminde yeraltına çekilen; 1990'da Birinci Körfez Savaşı'nın doğurduğu şartlarda ikinci çıkışını yapan; 2004 sonlarından beri de "üçüncü çıkışını" yapmaya çalışan terörün bu sefer neyin peşinde olduğu konusunda farklı senaryolar var. Bu üçüncü çıkışın dinamikleri ve hedefinin ne olduğu konusunda bir mutabakat olmasa da "Güneydoğu ateşi" yeniden yükselmiş durumda.

İlginç olan, bu deyimin tam 14 yıl önce kaleme alınan bir devlet raporunda geçiyor olması. Raporun yazarları 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın sözcüsü Büyükelçi Kaya Toperi ve başyaveri kurmay albay Aslan Güner. Halen korgeneral rütbesiyle Genelkurmay Başkanlığı İstihbarat Başkanı olarak görev yapan Aslan Güner ile Kaya Toperi, 10 sayfadan oluşan bu raporu Ocak 1992'de Özal'a sundu. Özal, "Kürt Sorunu-Güneydoğu Anadolu'daki Durum ve Çözüme Yardımcı Olabilecek Öneriler" başlığını taşıyan raporu dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Doğan Güreş ve Başbakan Süleyman Demirel'e gönderdi. Başbakan Süleyman Demirel bu raporu aldıktan iki ay sonra Diyarbakır'da halka hitaben, "Kürt realitesini tanıyoruz." açıklamasını yaptı.

Dört ay sonra, Mayıs 1992'de Özal'ın önüne ikinci bir rapor daha geldi. Bu rapor ise Özal'ın Anavatan'a kurucu, hükümetlerinde bakan yaptığı ve en yakınında tuttuğu kişilerden biri olan Adnan Kahveci'nin imzasını taşımaktaydı. Kahveci'nin 13 sayfalık raporu, "Kürt Sorunu Nasıl Çözülmez-Bir Çözüm Paketi Önerisi" başlığını taşımaktaydı. Ocak 1993'te Özal'ın önüne üçüncü bir metin daha geldi. Bu metin Kara Kuvvetleri Komutanlığı'ndan emekli olduktan sonra Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri olan Orgeneral Kemal Yamak imzasını taşımaktaydı.

Her üç raporun ortak özelliği devletin terörün üzerine kararlı bir şekilde gitmesini belirtmelerine paralel olarak yeni açılımlar getirmesi. Terörün zirveye çıktığı 1992-93 döneminin şartları ile bugünün şartları arasında bazı farklılıklar olsa da halen devletin kasasında olan bu dokümanlar, Güneydoğu'da yeniden yükselen ateşin dinamikleri ve terörün bir daha dirilmemek üzere nasıl bitirilebileceği konusunda önemli ipuçları veriyor. Örneğin Toperi ve Güner'in raporundaki şu iki tespit özellikle dikkat çekici: "Bu meseleye bir çözüm bulamazsak, büyük hatta orta devlet olma şansımızı kaybetme ihtimali mevcut olduğu gibi, zayıf ve perişan hale gelmemiz de muhtemeldir. Terörle mücadele ediyoruz derken, halkın ciddi şekilde rahatsız edildiği, hırpalandığı, hatta küstürüldüğü göz önünde bulundurulmalıdır."

Raporda "Güneydoğu ateşi" olarak tanımlanan sorunun devletin akılcı adımları ile 5-10 yıl içinde söneceğinin öngörülmesi, bir diğer önemli tespit. Nitekim, 1999'da Abdullah Öcalan'ın yakalanmasından sonra terörün sönmeye yüz tutmasıyla, bu öngörü doğru çıktı. Şüphesiz, bu ateşin neden yeniden alevlendiği, bugünün bir sorusu olarak karşımızda.

Adnan Kahveci'nin raporundaki en dikkat çekici kısımlardan biri ise şöyle: "Kürt meselesinde önemli olan tek şey, kendini Kürt kökenli olarak görenlerin aynı zamanda kendilerini Türkiye Cumhuriyeti'nin birinci sınıf vatandaşı olarak hissetmeleridir." Kahveci, "Çözüm var mıdır?" sorusunu ortaya attıktan sonra şöyle devam ediyor: "Çözüm vardır. Ama uygulaması siyasi otoritenin tam olarak etkinliğini göstermesine bağlıdır. İlk iş olarak Türk toplumunun şunu kabul etmesi gerekir. Demokratikleşme ne kadar olursa olsun bölücü terör durmayacaktır. Bakın bu hakkı verdik ama terör durmadı tezi ile demokratikleşmeye bakmamamız gerekir. Kürtçe ile ilgili yasak kalkınca bölücü terörün duracağını zannedenler de aynı yanlış içinde idiler." Kahveci'ye göre, Kürt meselesine Türkiye'ye özgü bir çözüm paketi üretmenin ön şartı, geçmişteki olaylardan dolayı şartlanmamaktı. Ama Kahveci de tıpkı Turgut Özal gibi, anti-terör yasalarının da etkin bir şekilde uygulanması gerektiğini belirtmekteydi.

Silahlı Kuvvetler'de ana ekolün temsilcilerinden kabul edilen Orgeneral Kamal Yamak'ın raporundaki şu soru, bugün de geçerliğini tamamen sürdüren bir olgu: "İki yüzyıla yakın bir süredir fasılalarla meydana gelen bu olaylarda bölgeyle ilgili olarak takip edilen politika, yapılan planlama ve uygulama doğru ise neden bu sonuca ulaşılmıştır?" Raporun yazarı Orgeneral Yamak'ın bu süreçte, 1987-89 arasında Kara Kuvvetleri Komutanlığı yapmış olması bu metni daha da önemli kılıyor.

Her üç raporun da çok çarpıcı ayrıntılarına geçmeden önce devletin bu metinlerle esaslı olarak çözüm peşinde olduğu 1992-93 dönemi ile günümüzün bir karşılaştırmasını yapmak gerekiyor. Bir kere günümüzdeki tablo, kıyas kabul etmeyecek biçimde devletin lehine. Örneğin o dönemde Öcalan Şam ve Beyrut'taydı, yani devletin elinde değildi. Öte yandan 29 Mart günü Diyarbakır'da başlayan olaylar PKK'nın yeni bir başkaldırı provası olarak kabul edilse bile, 1992 nevruzunda Şırnak ve Cizre’de yaşanan olayların yanında çok küçük kalır.

Gözardı edilemeyecek bir diğer olgu, bugün yürütülmekte olan "Öcalan irademizdir" imza kampanyası ile Öcalan'ı Kürt siyasi hareketinin meşru lideri yapma girişimlerinin de, bu çevrelerin istediği biçimde sonuç vermemesi. Öncelikle halen yasal zeminde siyaset yaptıkları kabul edilen Kürt kökenli siyasetçilerin çoğu bu girişimi sıcak karşılamıyor. Nitekim 1992 şartlarında olmayacak kadar, Öcalan aleyhine seslerini yükseltenler var. Aksiyon'a açıklamalar yapan Ümit Fırat, Feridun Yazar, Tarık Ziya Ekinci bunlardan birkaçı. Feridun Yazar'ın "PKK derhal silah bırakmalı" açıklamasını, 1992-93'te Kürt kökenli bir siyasetçiden duymak hemen hemen imkansızdı.

Ancak bugün Güneydoğu'da bazı şeylerin ters gittiği de bir gerçek. Örneğin 1992'de İstanbul'da Harbiye Orduevi'nde Cumhurbaşkanı Turgut Özal ile görüşen Kürt liderler Celal Talabani ve Mesut Barzani, "Kuzey Irak Kürtleri olarak Türkiye'ye bağlanmaya karar verdik." demekteydi. Oysa bugün devletin endişesi, Barzani yönetimindeki Kuzey Irak'ın Güneydoğu için giderek bir cazibe merkezi haline gelmesi. Nitekim Şemdinli olayını araştırmak üzere kurulan Meclis Komisyonu'nun hazırladığı taslak raporda, bu endişe şöyle yer alıyor:

"Kuzey Irak'taki yeni yapılanma nedeniyle Barzani yönetiminin, kaçakçılık olaylarıyla ilgili olarak karşı tarafta hiç sorun çıkartmadığı, Şemdinli bölgesindeki bazı aşiretlerin mensuplarına Kuzey Irak kimliği verildiği, çok sayıda kişinin seçimlerde oy vermek için Kuzey Irak'a gittiği, bölgedeki gençlerden Türkiye'deki üniversiteleri kazanamayanların Kuzey Irak'ta Barzani kontrolündeki üniversitelere gittikleri ifade edilmektedir. Hakkari bölgesinde yapılan bazı düğünlerde Barzani adına takılar takıldığının istihbar edildiği, Barzani oluşumu ile Hakkari bölgesinde bazı aşiretler arasında akrabalık ve tarihsel bağlar ile kimi yöre insanına sağladığı imkanlar nedeniyle gittikçe artan yoğunlukta sosyal ve politik ilişkilerin geliştiği, Kuzey Irak bölgesinin bu bölge ile sınırı olan bazı yerleşim yerlerinde yaşayan insanlarımız için cazibe merkezi haline geldiği, bu durumun önüne geçilmemesi halinde önümüzdeki süreçte çok daha olumsuz tablo ile karşılaşılabileceği, PKK terör örgütünden daha büyük ve organize bir güçle mücadele edilmesinin kaçınılmaz olacağı değerlendirilmektedir."

Şüphesiz, Güneydoğu ateşinin bundan sonra nasıl bir seyir izleyeceği AK Parti hükümetinin tutumuna bağlı. 1993'te bu dokümanları üreten Özal, hükümet başkanı olmamasına rağmen, cumhurbaşkanı olarak kendi inisiyatifi ile bir çözüm arayışındaydı. Hatta, Çankaya Köşkü'nden inip yeniden siyasete atılmayı düşünürken en önemli gerekçesi Güneydoğu sorunuydu. Örneğin, Güneydoğu'ya yaptığı bir geziden dönen Özal, 14 Ekim 1991 tarihinde Hürriyet'e şu açıklamayı yaptı: "Kürt meselesini mutlaka çözeceğim. Bu, benim milletime yapacağım son hizmetim olacaktır." Kafasında bir af projesi olan Özal'a göre, sorunun çözümü için açılımlar yapılırken bölünme endişesine kapılmak yersizdi. Nitekim, aynı yıl çıktığı Uzakdoğu gezisinde yerli ve yabancı gazetecilere yaptığı açıklamada, Kürt vatandaşların çoğunun Batı illerinde yaşadığını belirtip, "Otonomi veya özerklik olmaz, Referandum yapılsa yüzde 85'i Türkiye'den ayrılmaz." dedi.

Kürt nüfusun nasıl bütün Türkiye ile entegre olduğu, Toperi-Güner raporuna şöyle yansıyor: "Elimizde kesin rakamlar mevcut olmamakla beraber, etnik olarak Kürt denilen nüfusun muhtemelen yüzde 60'ı Ankara ve batısında yaşamaktadır." Nitekim, Ümit Fırat bu entegrasyonu anlatırken Kürtlerin bin yıldır Türklerle birlikte aynı devletin tebası ve vatandaşı olduklarını vurguluyor. Feridun Yazar'ın "Yüzde 50 Kürdüm, yüzde 50 Türk" sözleri de aynı mahiyette. Çünkü, Amerikalı Ortadoğu uzmanı Graham Fuller'ın deyimiyle, dünyada Türkiye'ye entegre olan Kürtler kadar, ülke geneliyle entegre olmuş başka bir etnik grup göstermek çok zor.

Şimdi AK Parti iktidarı bir çözüm iradesi oluşturma peşinde. 2005 Ağustos ayında Diyarbakır'a giden ve ilk defa 'Kürt sorunu'nu telaffuz ederek, "Bu sorun sadece bölgenin değil, hepimizindir." diyen Erdoğan da "Doğu'nun makus talihini yeneceğiz." diyen ve GAP projesine büyük önem veren Özal gibi, bölgenin ekonomik ihtiyaçlarına önem veriyor. Örneğin yılın neredeyse 11 ayında dünya ile irtibatı kesilen Van'ın Bahçesaray ilçesi, bu dönemde yapılan yol sayesinde bu dertten kurtuldu. Erdoğan, Demokratik Toplum Partisi Genel Başkanı Ahmet Türk'e randevu vermese de, Meclis'te Doğulu milletvekilleri ile görüşmesinde af konusunu dile getiren bir milletvekilini, "Ahmet Türk ağzıyla konuşma." deyip uyarsa da daha önce Tunceli ve Diyarbakır Belediye Başkanları ile Başbakanlık'ta görüştü. O yüzden, Orgeneral Kemal Yamak'ın deyimiyle sorunu çözecek devlet çapındaki tedbirler için önümüzdeki günlerde Ankara'da atılacak adımlara bakmak gerekiyor.

“GÜNEYDOĞU ATEŞİ” TANIMLAMASI
"Uzun zamandır Türkiye'nin güneyinde, belki cumhuriyet tarihinin en önemli problemi ile karşı karşıyayız" cümlesi ile başlayan Toperi-Güner raporunda siyasi, sosyal, ekonomik ve kanlı terör boyutları olan Güneydoğu'daki sorun "Kürt olayı" olarak tanımlanıyor.

Rapordaki diğer değerlendirmeler ise şöyle: "Meselenin bu şekilde sürüp gitmesi, ister bölgede, ister batıda yaşayan, ülkemizde Kürt etnik kimliği olmakla beraber, kendilerini Türkiye Cumhuriyeti'nin sadık ve sağlam vatandaşı addedenlerde de bir kırgınlık, endişe ve hassasiyeti yaratmaktadır. Bugün ülkemizde bir Kürt Milliyetçiliği kavramının her geçen gün daha büyük bir kesimce benimsendiğini ve mevcudiyetini kabul etmek gerekir. Bunun planlı bir şekilde geliştiğini ve geliştirildiğini görmekteyiz. Gerek yurtiçinde, gerek yurtdışında mevcut bazı kurum ve kişilerin bu konuda yoğun çaba harcadıkları bilinmektedir… Karşılaştığımız sorunun basit bir terör olgusunun çok ötesinde olduğu aşikardır. Bu itibarla çözümleri kısa-orta vade ile orta-uzun vadeli çözümler olarak düşünmek, ayrıca terörle mücadele için yapılacaklarla, bölge halkıyla ilişkilerde hareket tarzını ayırmak gerekmektedir… Bu uygulamada, varsa yapılan hataların ve eksikliklerin, gerçekler hiç saklanmaksızın ortaya konularak tartışılması ve bunlara gerçekçi çözüm bulunması gerekmektedir.

Bu mesele ile ilgili her şey tarafsız, önyargısız bir şekilde açıkça ve serbestçe tartışılmalıdır. Tartışma ortamı doğruları ve yanlışları ortaya çıkaracak ve gerçekleri daha kolay öğrenmemize imkân sağlayacaktır. Tartışmayı engellemek, gerçekleri saklamak, meseleyi azaltmayacak, aksine tedbirler yanlış olacağı için giderek daha da büyültecektir… Gerek dünyadaki son oluşumlar sonucu ortaya çıkan etnik milliyetçilik anlayışının etkisi, gerekse Türkiye'nin yakaladığı tarihi büyüme fırsatını engellemek isteyen dış güçlerin teşvik ve desteği ile bugünkü ciddi boyutlarına ulaşan Güneydoğu ateşi, eğer bir yanlış yapılmazsa, acele ve fevri davranılmaz, soğukkanlılık kaybedilmez ise 5-10 yıl içinde milliyetçilik akımının şiddetini kaybetmesi ve dış desteğin azalması sonucu kendiliğinden hafifleyerek sönecektir.”

"Demokratik açılımlar" öngören rapordaki bir diğer çarpıcı boyut, devletin terörün üzerinde kararlı ve eksiksiz bir şekilde gitmesini öngören tedbirlere de yer vermesi. Nitekim 50 bin kişiden oluşan ve bölgede en az beş yıl görev yapacak bir özel kuvvetin kurulması buna örnek gösterilebilir. O dönemde özel harekât polisleri ve Genelkurmay'a bağlı özel kuvvetlerle bu teklif fiilen uygulandı. Raporda belirtilen 50 civarında Scorsky ve Kobra helikopteri alınması da o dönemde kısmen uygulandı.

Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Kemal Yamak'ın ölümünden üç ay önce 1993 Ocak ayında Özal'a sunduğu Güneydoğu raporunda, Demirel'in 29. Kürt isyanı olarak nitelendirdiği PKK'ya kadar bölgede meydana gelen olay sayısı 28 olarak değil, 37 olarak veriliyor. İşte o rapordan bölümler: "Özellikle 1800'lerden zamanımıza kadar Osmanlı İmparatorluğu döneminde 12; Türkiye Cumhuriyeti döneminde üçü ciddi olmak üzere 25 olayın vuku bulduğu bu bölgemizde asırlardır birlikte yaşadığımız, bu toprakları birlikte vatan yaptığımız, birlikte kurduğumuz cumhuriyetin eşit haklarla vatandaşı olduğumuz bölge halkımız içinde neden bu olaylar devam etmektedir?...

ÜZÜCÜ GERÇEKLER
“Bugün yirmi senedir Kıbrıs'ta alınamayan eşitlik hakları; Bosna-Hersek'te aranan haklar ve benzer ülkelerde uğruna mücadele edilen bu değer ölçülerinden ve ülkemizdeki eşit vatandaşlık haklarından, birlikte ve iç içe yaşamanın oluşturduğu ortak değerlerden hangisi bu bölgemizde yoktur? Öyle ise aranan nedir, sadece söndürülmesi en zor olan milliyetçilik duyguları mıdır? Bunları enine boyuna inceleyerek, açık-gizli, belli-belirsiz, doğru-yanlış, oluşmuş veya empoze edilmiş sebep ve saikler ne ise gerçek, acı ve üzücü de olsa, ortaya koymak ve tedbirler paketini bu sebepleri ele alarak oluşturmak, yapılabilecekleri yaparak, zamanla yapacakları bilgiye sunarak, yapılamayacakların nedenlerini açıkça ortaya koyarak, sebepleri ortadan kaldırmak veya tesirlerini zayıflatmak ve şikayetçi olduğumuz sonuçları olumlu yönde etkileyecek bir uygulamayı esas almak daha doğru ve etkili olamaz mı?..

“Bu mücadelenin sadece asker ve güvenlik güçleriyle yapılması hem yetersiz, hem noksan, hem de yanlış bir uygulamadır. Zira askeri tedbirler başarılı olabilir, fakat hem bölgevi (bölgesel), hem de geçicilik vasfı taşır. Kalıcı, devamlı ve bölgenin bütününü kapsayan sonuçlarla boğuşmak yerine, sebepleri de yok ederek sonuca ulaşacak devlet çapındaki tedbirlere ihtiyaç olduğu kabul edilmelidir."

ADNAN KAHVECİ’NİN RAPORU: KÜRT SORUNU NASIL ÇÖZÜLMEZ?
Üniversite öğrenimini ABD'de yapan Adnan Kahveci, Türkiye'ye döndükten sonra 1980'lerden itibaren Turgut Özal ile birlikte oldu. ANAP'tan siyasete girip maliye bakanı olan Kahveci, 5 Şubat 1993 tarihinde eşi ve çocukları ile birlikte otomobiliyle Ankara'dan İstanbul'a giderken yanlışlıkla ters yola girip trafik kazası geçirdi. Kazada Kahveci, eşi ve kızı ölürken; sadece oğlu Cihan kurtuldu. Kahveci'nin ölümü Özal'ı derinden yaraladı. Ölüm haberini alınca, "Sanki bir evladımı kaybettim." dedi. Adnan Kahveci'nin hazırlayıp Özal'a sunduğu Kürt raporundan önemli bazı bölümler şöyle: "Sorun şimdiye kadar niçin çözülememiştir? Çözülememesinde en önemli husus Türkiye'nin bunu çözecek demokratik olgunluğa erişememesidir… Şimdi, Adnan Kahveci ne diye bu işe bulaştı diye sorulacaktır. Bazı arkadaşlarım, 'Aman bu konuları gündeme getirme, siyasi hayatın biter, yıpranırsın.' dediler...

“Şırnak'ta, Cizre'de bir Nevruz bayramı bahanesiyle 80-90 kişi ölüyorsa, Türkiye çok büyük sorunlara gebedir… Benim milletvekili olarak görev ve sorumluluğum, Türkiye'nin sorunlarına teşhis koymak ve çözüm üretmektir. Teşhislerim ve çözümlerim, toplumun büyük çoğunluğunun tepkisini çekse de, anlaşılamasam da, bu görevi yapmak mecburiyetindeyim. Çünkü herkes korkup sessiz kalırsa, Türkiye felakete doğru gidecektir... Onun için bu çözüm paketini üretmek zorunluluğunu hissettim…

“Türkiye'de Kürt sorunu son otuz yılda, 1920-30'lu yıllarından çok farklı bir mecraya girmiştir. Kürt meselesinde önemli olan tek şey, kendini Kürt kökenli olarak görenlerin aynı zamanda kendilerini Türkiye cumhuriyeti'nin birinci sınıf vatandaşı olarak hissetmeleridir… Bugün yapılan en büyük yanlış, bölücü terör ile demokratikleşmeyi birbiriyle ilişkilendirmektir…

“Türkiye Kürt meselesine çözüm getirmek için saplantısız ve çağdaş düşünmek zorundadır. Hiçbir şekilde geçmişteki olaylardan dolayı şartlanmamalıdır. Bölücü terör var diye bazı sorunları çözmekte inatlaşmamalıyız. Bir sorunu çözebilmek için öncelikle onu iyi analiz etmek gerekir… Kürt realitesi, Kürt kimliği ve dili hızla kabul edilerek Kürtlerin siyasal hakları verilmelidir. Bu durum Türkiye'de demokrasiye ufuklar açmakla kalmayıp, PKK gibi terör örgütlerine olan halk desteğinin de ortadan kalkmasına yol açacaktır. Demokratik bir ortamda hiçbir Kürdün ayrı bir devlet kurma fikri gerçekçi olamayacaktır…

BÖLÜNME ENDİŞESİ YERSİZ
“Demokratikleşme konusunda demokrasisi bizden daha kıdemli ülkelerin tecrübelerini çok dikkatli inceleyip değerlendirmeliyiz. Tabii ki, onları kopya etmemeliyiz. Türkiye'ye özgü bir çözüm paketi üretmeliyiz... Demokratikleşme hızlandırılırsa, Doğu Batının gerçek değerini anlayacaktır. Bölünmenin önündeki en önemli engel, Batının Doğuyu sübvanse etmesi, desteklemesidir. Batı pazarı olmasa, Doğudaki hiçbir fabrika işleyemez. Bölünme endişesi taşıyanlar bu endişelerinde yersizdirler… Ancak zengin bir Türkiye GAP'ı bitirebilir. Doğu ve Güneydoğu'ya GAP çok büyük bir zenginlik getirecektir. Bunu da ancak birlik içinde olan bir Türkiye gerçekleştirebilir…

“Bölücü terörü azaltmanın yolu anti terör yasalarını etkin bir şekilde, Almanya'nın ve İtalya'nın işlettiği şekilde işletmektir. Ama anti terör yasaları Avrupa ülkelerinin işlettiği şekilde çalıştırılırken; demokratikleşmede Avrupa düzeyine çıkmamız gerekir… Çare daha fazla demokrasidir. ANAP bu yolda; 1989'a kadar çıkaracağı kanunlar, Kenan Evren tarafından peşinen veto edileceği için adım atamadı. Ama 1989'dan sonra 1990 ve 1991'de çok önemli adımlar atıldı. Bu hızlı demokratikleşmeye devam etmek mecburiyetindeyiz..."

Aksiyon