BIST 11.007
DOLAR 42,53
EURO 49,56
ALTIN 5.746,23

Çıplak adam

Bismillahirrahmanirrahim!

Peşinen söyleyeyim “Vay efendim bu nasıl yazı, çıplak adam da neyin nesi, bizim üstümüz başımız yerinde, Hoca kendine baksın” diyenler olursa yazıyı okuduktan sonra bir daha konuşalım.

Bişkek

Bişkek’te yaşarken zaman zaman uzun park gezilerine çıkardım.

Şehirde devasa büyüklükte parklar vardı.

Bişkek’e kocaman bir park şehir demek de mümkün aslında.

Çünkü üç katlı evlerin boyunu bir hayli aşan ağaçları, balkonlara yuva yapan sincapları, şehri boydan boya kaplayan sulama arıkları ile Bişkek Türkiye’de hiç görmediğimiz kadar yeşil bir şehirdi. Yol kenarlarında Tanrı Dağlarından eriyen suyun şehrin içini dolaştığı sulama arıkları bile vardı.

Neyse!

Moralim bozuk, arkadaşlardan birisi ile girdiğim ağız münakaşasından tartışmasız mağlubiyetle ayrılmışım.

Bir taraftan yürüyor bir taraftan da kendi kendime söyleniyorum.

Fark etmeden kendimi parkta buldum.

I. Çıplak Adam

Sovyetler dağıldıktan sonra ödenek olmadığı için bakımsızlıktan iyice ormanlaşmış bu parkın içinde gezerken ağaçların arasında çırılçıplak bir adam görmeyeyim mi?

Adamcağız güneşlenmek istemiş, bununla da yetinmeyip iyice güneşlenmek istemiş olmalı ki üzerinde ne varsa çıkarmış, sere serpe güneşlenecek bir köşe ayarlamakla meşguldü kendine.

Beni fark etmedi.

Ağaçların arasında çıplak adamı görünce gayri ihtiyari yaprakları kendime siper edip önce ortada ne döndüğünü anlamak için birkaç saniye olay mahallini izledim.

Gözlerimi kısıp sinirle “Ne oluyor lan orada?” diye ortaya çıkıp çıplak adamla göz göze gelmemiz bir oldu.

Belki üç dört saniye birbirimize bakıp durduk.

Sonra neden, adam ani bir kararla kaçmaya başladı.

Adam kaçınca ben de kovalamaya başladım. Kovalarken arada Türkçe “Gel lan buraya!” diye bağırıyorum.

Belki beş on saniye adamı kovaladıktan sonra birdenbire durdum ve soluk soluğa ellerimi dizlerime koyup önümdeki yeşil otların içinde bir şey görmüş gibi bir noktaya bakarak düşünmeye başladım.

“Ben ne yapıyordum?” “Bu adamı neden kovalıyordum?” ve en önemlisi “Diyelim ki adamı yakaladım, ne yapacaktım?”

Son soru bir garipti.

Üstelik kovaladığım adam bir hayli iriydi.

Donunu giyip geri dönerse yiyeceğim temiz bir dayaktan sonra beni o otların arasında bulmaları haftalar alabilirdi. Bu sefer medeniyet tarafına doğru ben koşmaya başladım. Bir an önce insanların olduğu yere, güvenli alana geri dönmem gerektiği koşarken kafamın içindeki tek meşguliyetti.

II. Çıplak Adam

Bu anımı hatırlamama sebep olan şey geçenlerde bir şelale atlayışı sırasında tanık olduğum olay.

Bir köyün yakınlarında yüksekten akan minik şelale ve suyun döküldüğü yerde girdapların oluştuğu göl desem göl değil dere desem dere değil akıntının biraz yavaş olduğu bir oluşumu hasbelkader görmeye gittik.

Civar köylerden gençler gelmiş.

Yabancı turistler de var.

Önce insanlar belli bir çekimserlikle etrafı gezdiler sonra turist kafilelerinden bazı iştahlılar suyun derinliğinden emin olduktan sonra epey bir yüksekten suya atlamaya başladı.

Aslında başlarda eğlenceliydi.

Erkeklerin bu hâllerini sonradan kamerayla kendilerine göstersek eminim elleri ile yüzlerini kapatır oradan kaçarlar.

Gerine gerine ısınma hareketleri, değişik biçimlerde kendine bölge çizmeler!

Kadınlar olayın farkında.

Erkek taifesine bakışları ile cesaret veriyorlar ama aslında eğleniyorlar.

Bir de “Nasıl kandırdık ama!” der gibi her atlayıştan sonra kopan alkış tufanı var ki evlere şenlik.

Köyün delikanlıları durur mu, onlar da bu alkışlardan nasiplenmek istemiş olacaklar ki pantolonlarını çıkarmaya başladılar.

“Kavga çıkmasa bari!” diye düşünerek olacakları izlemeye koyuldum.

Turist rehberi suya atlamak isteyen müşterilerini hararetle girdapların olduğu tarafa atlamamaları konusunda uyarıyordu. Gerçekten de baktığımız yerden rahatça seçilebilen girdaplar hiç de masum görünmüyordu.

Nasıl oldu, ne zaman oldu, ben başka bir tarafa bakarken köy ahalisinden bir cengâver de kendini suya bırakmış, refleksle atlayıcının olduğu tarafa baktığımda kendisini suya düşmeden metreler önce görme şansım oldu.

Dirgen bacaklı, açlık zafiyeti geçiriyormuş gibi zayıf, sakalları epey uzamış orta yaşlarda bir adamdı. Ancak rehberlerin ısrarla uzak durulması gerektiğini söylediği girdapların tam ortasına atlamıştı.

Bu girdaplara daha sonra düden dendiğini duyacaktım.

Hatun taifesi beklendiği üzere alkışlamak yerine kadınlara has içgüdüsel bir tehlike habercisi olan “Aaa!” diye korkulu bir ünlemle ittifak ettiler bu atlayışa.

Kadınlar korktuysa bir sebebi olmalı deyip suya dikkat kesildim.

Neredeyse bir dakika geçmişti ama suyun yüzüne çıkması gereken atlayıcının kafası hâlâ ortalarda yoktu.

Kafa çıksın ki adam nefes alsın!

Başka taraflara baktım.

Yok!

İki dakika geçti! Yok!

Benle beraber telaşlananlar oldu. Gözümüzü sudan ayırmıyorduk!

Beş dakika geçti adam hâlâ yok.

“Bu boğuldu galiba!” diyenler oldu! “Bir şey olmaz ileriden çıkar.” diyenler oldu!

Mavi don olayı

Suyun içinden umutla atlayıcının kafasının çıkmasını beklerken bir de ne göreyim çıka çıka mavi bir don çıkmasın mı?

Bildiğiniz don!

Adam yerine yavaş yavaş süzülerek akıntıyla aşağılara doğru giden donu görünce Allah affetsin elimde olmadan güldüm.

Atlayıcı boğulup öldüyse trajik ama komik bir ceset bulma anı olacaktı.

Üstelik cesedi bulanlar bu hâle bir anlam veremeyecek, adam hakkında Allah bilir neler düşünecekti.

Eğer ileriden bir yerlerden sağ olarak kurtulup çıktıysa bu gerçekten de içinde trajedi olmayan bir komiklikti!

Dağ başında atletsiz, donsuz ne yaparsın nerelere gidersin!

Bu ikinci çıplak adam vakasında adama ne olduğu hâlâ meçhul olduğu için huzurum kaçtı.

“Suyun yanına inse miydik?” diye tartışırken işimize bakalım daha bir sürü yapacak şey var kafasındaki rehberlerden birisi

“Onlar buranın yerlisi, bir şey olmamıştır, ileriden çıkmıştır, merak etmeyin!” diye bize ihtiyacımız olan rahatlama cümlelerini kurdu ve konu kapandı.

Bir saat daha oralarda oyalanıp otobüslere bindik.

Yolda gidiyoruz, kafamı cama dayadım, II. “Çıplak Adama” ne oldu? Bunu düşünüyorum. Bir taratan da “En azından suya inip oralarda biraz bakınsaydım vicdanen daha rahat olurdum!” diye kendime kızıyorum.

Otobüs vites değiştiriyor, bazı rampalarda zorlanıp yavaşlıyor, herkes farklı dillerde bir şeyler konuşuyor…

Camdan bakınca bir de ne göreyim…

Bizim çıplak adam!

Sakallı dirgen bacaklı köylü, tarlaların kenarındaki ağaçların arasından eli önünde avret yerlerini örtmüş nasıl koşuyor ama…

Ulan! dedim, Çıplak Adam! Ulan Çıplak Adam!