Bir Evde Merhamet Öldürüldüyse Katil Kim?
Bir çocuk ailesini neden öldürür?
Bu soru bize hâlâ yabancı geliyor.
Çünkü parricide; yani çocuğun anne ya da babasını öldürmesi, toplumun “olmaz” dediği suçlardan biridir. İnsan zihni, böyle bir ihtimali kabul etmekte zorlanır. Bu yüzden refleksimiz hızlıdır, yargımız serttir:
“Nasıl bir aile…”
“Nasıl bir evlat…”
“Vicdan yoksunu…”
Bu cümleler, gerçeği anlamak için değil, kendimizi rahatlatmak için kurulur. Çünkü suçu tek bir kişiye yıktığımızda, sistemle yüzleşmek zorunda kalmayız.
Oysa Parricide, tek bir gecede ortaya çıkan bir cinnet hâli değildir.
Bu, zamanında fark edilmeyen, görülmek istenmeyen ve müdahale edilmeyen uzun bir çürümenin son perdesidir.
Psikoloji ve kriminoloji literatürü bu vakaların büyük bölümünde üç temel zemine işaret eder:
Birincisi:
Çocukta gelişen ciddi kişilik bozuklukları.
Ama burada durmak kolaycılıktır. Çünkü kişilik bozuklukları çoğu zaman gökten düşmez. Çocuklukta maruz kalınan ihmal, aşağılanma, sürekli değersizleştirilme ve korku; kişiliği adım adım bozar. Biz buna “sorunlu çocuk” deriz, dosyayı kapatırız.
İkincisi:
Aile içinde süreklilik kazanmış şiddet.
Bu şiddet illa fiziksel olmak zorunda değildir. Susturulmak, tehdit edilmek, korkutulmak, yok sayılmak da şiddettir.
Ve şiddetin olduğu evlerde çocuk, ebeveyni bir “otorite” değil, bir “tehdit” olarak kodlar.
Bir süre sonra korku, nefrete dönüşür.
Nefret ise uygun bir kriz anında patlar.
Üçüncüsü:
Yönetilemeyen krizler.
Aile içi çatışmaların inkâr edildiği, yardım aramanın “ayıp” sayıldığı, psikolojik destek yerine “sus, geçer” denilen evlerde kriz büyür.
Kimse görmez.
Kimse duymak istemez.
Ta ki iş işten geçene kadar.
İşte tam bu noktada şu gerçeği söylemek zorundayız:
Parricide sadece bir çocuğun suçu değildir.
Bu, erken uyarı sistemleri çökmüş bir toplumun suçudur.
Aileyi kutsallaştırıp içini denetimsiz bırakan anlayışın suçudur.
“Bizim evde olmaz” diyerek şiddeti görünmez kılan kültürün suçudur.
Çocuk, bir gün anne ya da babayı öldürdüğünde herkes şaşırır.
Oysa o evde yıllardır bir şeyler ölüyordur zaten:
Güven, merhamet, bağ, vicdan…
Cinayet sadece en son ölendir.
Ve belki de asıl sormamız gereken soru şudur:
Biz o evde yaşananları ne zaman görmezden geldik?
Ne zaman “bizi ilgilendirmez” dedik?
Ne zaman susarak ortak olduk?
Çünkü bazı suçlar tek elle işlenir.
Ama bazıları, toplumun sessizliğiyle büyür.
Dijital Çağın Vicdanı Şanlıurfa’da Konuştu

Dijital medya artık bir mecra değil, bir iklim.
Ve o iklimde gazetecilik ya savruluyor ya da kendine yeniden bir ahlak, bir yön, bir hukuk arıyor.
İşte tam da bu yüzden, TİGAD tarafından Şanlıurfa’da düzenlenen Dijital Habercilik ve Medya Çalıştayı sıradan bir toplantı değildi.
Bir arayıştı.
Bir muhasebeydi.
Bir “biz ne yapıyoruz?” sorusuydu.
120 gazeteci…
Akademisyenler…
Medya yöneticileri…
Sektör temsilcileri…
Aynı masanın etrafında toplandılar. Çünkü dijital çağda artık mesele sadece haber yapmak değil;
Haberi nasıl, hangi etikle, hangi hukukla yaptığın meselesi.
Çalıştayın bir diğer önemli tarafı ise, sahici gazeteciliğin görünür kılınmasıydı.
Dijital medyada emeğiyle, kalemiyle, duruşuyla öne çıkan isimler Şanlıurfa’da bir araya geldi.
Haberler.com Kurucusu Ekrem Teymur,
Haberler.com GYY Av.Bedia Teymur,
Gazeteci İsmail Saymaz
Gazeteci Nevzat Çiçek gibi deneyimli isimler çalıştaya katılarak deneyimlerini paylaştılar.
Ve daha önemlisi…
Dijital gazeteciliğe sundukları katkılar nedeniyle ödüllerini Şanlıurfa’da aldılar.
Çalıştayda konuşulan başlıklar;
Dijital medyanın yasal zemini,
Etik ilkeler,
Yapay zekâ ve medya dönüşümü,
Yerel basının geleceği.
Özellikle yerel basın meselesi…
Türkiye’de en çok yıpranan, en çok yalnız bırakılan ama en çok da vicdan taşıyan alan.
Merkez medyanın gürültüsünde sesi kısılan yerel gazetecilik için Şanlıurfa’dan yükselen bu tartışma, yalnızca sektöre değil, topluma da bir not düştü.
Bu organizasyonun arkasında güçlü bir irade vardı.
TİGAD Genel Başkanı Okan Geçgel’in öncülüğü, Harran Üniversitesi ve Şanlıurfa Büyükşehir Belediyesi’nin desteği şunu gösterdi:
Eğer niyet varsa, yerel ile ulusal; gelenekle dijital aynı masada buluşabiliyor.
Bugün dijital medya; hızla birlikte hoyratlığı, görünürlükle birlikte sorumsuzluğu da taşıyor.
Yapay zekâ konuşuluyor ama vicdan konuşulmuyorsa, orada eksik bir şey var demektir.
Şanlıurfa’daki bu çalıştayın kıymeti tam da burada.
Teknolojiyi kutsamadan, geleneği yok saymadan…
Gazeteciliği yeniden meslek, yeniden sorumluluk, yeniden ahlak olarak hatırlatmasında.
Kısacası…
Bu bir çalıştaydan fazlasıydı.
Dijital çağda gazeteciliğin aynaya baktığı bir duraktı.
Ve o ayna, bu kez Şanlıurfa’da tutuldu.