BIST 10.320
DOLAR 32,26
EURO 35,08
ALTIN 2.465,65
HABER /  GÜNCEL

Baydar:Sözde vatandaş bir tavırdır

Aydınlar Bildirisi' imzacısı yazar Oya Baydar'dan ilginç açıklamalar. Baydar, "Sözde olamaz vatandaş, 'vatandaşlıktan atılma', bir tavırdır. 12 Eylül'de yaşandı" diyor

Abone ol

Mersin'deki bayrak yakma olayı ve Trabzon'daki linç girişimi karşısında, 200 dolayında akademisyen, yazar, hukukçu, sendikacı ve siyasetçi 'yükselen milliyetçi dalga'yı reddeden, 'ayrımcı, yasakçı, statükocu ve çatışmacı zihniyeti' eleştiren bildiri yayımladılar. Türkiye bu ortama nasıl sürüklendi? Sağduyu çağrınız etkili oldu mu? -Türkiye bir değişim ortamından geçiyor. Statüko bir zamandır kırılmaya, yıkılmaya başladı, AB'ye giriş süreci de bunu zorluyor. Toplumu bir cendere gibi sıkan eski ideolojik bakış açısından kurtulmaya doğru adımlar atılıyor. AKP, bu değişimin öncüsü olarak gözüküyor. 'Ulusalcı sol' ile 'milliyetçi sağ', MHP ve DYP gibi güçler birleşerek bu değişime karşı çıkıyorlar. Statüko direniyor AB politikalarına karşı bir 'korunma refleksi' mi geliştiriliyor. - Statükocu anlayış AB'ye direniyor. Ancak Türkiye'nin temel sosyoekonomik meseleleri aşılabilmiş değil. Buna karşılık kitlelerin tepkisi var, toplum kendini kötü hissediyor, tahriklere açık duruyor. AKP'ye duyulan güvensizlik ve 'muhalefet arayışı' da bu tepkileri beslemiyor mu? -Ben kendi hesabıma, AKP'nin AB sürecinde, demokratikleşme açısından olumlu adımlar attığını düşünüyorum. Ancak tutarlı bir vizyonu yok. Mesela kadın haklarında çok tutucu. Orhan Pamuk olayında da duyarsız kaldılar. Kaymakam, görevden alınmadı. Orada hükümetin korkusunu görüyoruz. Bazı çevrelere karşı iktidar değil. Kime karşı? - Derin devlete. Orhan Pamuk olayında iktidar suskun kalmamalıydı. Biz Kahramanmaraş, Çorum olaylarını yaşamış bir ülkeyiz. Madımak Oteli'nde 37 aydınımız yakıldı. Bildiri bu açıdan uyarıcıydı. Bildirideki hiçbir yurttaşı 'sözde' saymayan nitelemesi Genelkurmay'ın açıklamasına bir yanıt mı? - Genelkurmay'ın bildirisi zehir zemberek çıktı, 'sözde vatandaşlık' tanımı yapıldı. 'Sözde vatandaşlık' suçlaması çok vahim. Bayrağı yakmak suçtur, kim yaptıysa, cezalandırırsınız. Sözde olamaz vatandaş, 'vatandaşlıktan atılma' bir tavırdır. 12 Eylül'de yaşandı. 'Sözde Ermeni soykırımı'yla eşzamanlı biçimde toplumun bir kesimiyle ilgili ve 'dışlama', hele ki askeri kanattan bir 'ötekileştirme' geldiği zaman bu çok tehlikelidir. Trabzon'a yol verilmiştir. İmzalar azaldı 'Kürt aşırı milliyetçiliği'ne gönderme yapmışsınız. 'Etki - tepki' meselesi mi? -Metni hazırlarken ilk taslakta bu yoktu. Bana kalsa, 'Türk ve Kürt demezdim!' Aşırı milliyetçilikten söz ederdim. Yurtseverliği aşan milliyetçiliğin her çeşidini tehlikeli buluyorum. Kürt milliyetçiliği metne girince imza kaybettik. Çünkü yükselen Türk milliyetçiliği. Pamuk niye imzalamadı? -Ona destek çıkan bir bildiri. Pamuk metnin içeriğine katılıyor. Ancak kendisiyle de ilgili bildiriye imza koymayı etik bulmadı. Siz 1970'li yıllarda sosyalist hareketlerin içinde bulundunuz. İstanbul Üniversitesi'nde Sosyoloji Bölümü'nde asistan iken yazdığınız 'Türkiye'de İşçi Sınıfı'nın Doğuşu' konulu doktora tezinizin 2 kez reddedilmesi üzerine öğrenciler üniversiteyi işgal etmişler. Bu olay ilk üniversite işgal eylemi sayılıyor. -Rahmetli Deniz Gezmiş'tir asıl eylemi gerçekleştiren. Rektörlüğü işgal ettiler. Deniz Gezmiş ve arkadaşları o zaman benim derslerime de gelirlerdi. Deniz'ler, hem 'ilerici' bir öğretim üyesine destek amacıyla, hem de ilk üniversite eylemi olarak işgale gittiler. 1968 solu ile bugünkü 'ulusalcı sol' nerede ayrışıyor? Sol bu kadar 'devlet merkezci, güvenlik eksenli' değildi. Düzen karşıtıydı, ilericiydi. -Türkiye'de sosyalist hareket, Marksist sol, devletçi, ulusalcı ve Kemalist olmuştur. Enternasyonalist olacağı yerde ekonomik devletçilikle birleşmiştir. Solun Kemalist nüvesi ağır basmıştır. Bugünün dünyasıyla 1960'lar arasında dağlar kadar fark var. Kendine Marksist diyen bir insanın o gün söylediklerini bugün savunabilmesi için Marksizmi reddetmiş olması gerekir. Sol 1960'ların söylemi içinde kaldı. Küreselleşmenin teknolojik boyutunu reddedemeyiz. İnsanlığı dünyayı bütünleştiren bir süreç. Marksist enternasyonalizm ilk defa somuta geçebildi. Bir sol parti küreselleşmeye karşı çıkmak yerine, yoksullaştırıcı yanları eleştirmeli. Fuat Keyman'ın deyimiyle 'yüzü topluma değil, devlete dönük sol' partiler. -Kesinlikle. Yüzleri devlete dönüktür. Devletin içinde askeri cihete dönüktür. Aslında Türkiye'de sağda büyük değişiklik yok. Hatta milliyetçi sağ partiler biraz yumuşadı denebilir. Sağ aynı yerinde duruyor. Fakat onlara yaklaşan sol oldu. Savundukları bazı klişeler buna ortam hazırladı. Devletçilik, bağımsızlık. Dünyada artık 1960'ların bağımsızlığı yok. Bugün AB'yi savunmak 68 solu açısından ne anlama geliyor? -Türkiye'nin belli açılımlarını savunmaktır bana göre. AB'ye karşı 1970'lerin sloganı 'Onlar ortak, biz pazar' değil miydi? -Evet o zaman karşıydık. Şimdi kendimce özeleştiri yapıyorum. Ecevit'in bile AB'ye girebilecek zamanlarda frene basması aynı mantığın ürünüdür ki, doğru bulmuyorum. Aşırı tepki göstermişiz. AB süreci Türkiye'yi demokratikleştirecek, sivilleştirecek. AB'ye girmeden olamaz mı? -Başarılamaz. İç dinamikle büyük demokratikleştirme, açılım ve kabuğunu kırma hareketleri yoktur. 1839'dan beri alın. Bir tek Kemalist harekettir. Kemalist devrim de Batılılaşmanın bir parçasıdır. Politbüro, 12 Eylül'ü övdü Siz Berlin Duvarı'nın yıkılışına, sosyalist sistemin çöküşüne Almanya ve Rusya'da tanık oldunuz. Bu deneyim sizi nasıl etkiledi? - Dünyada sola inananları derinden sarstı. Çöküş aslında bir anda gelmedi. 1980'lerin başında fark etmiştik. Sadece insanlara yenilgiler düşündürtür. Türkiye solunun bir hatasından çok, sosyalist sistem niye çöktü diye düşünmek lazım. 12 Eylül'den sonra Doğu Berlin ve Moskova'da bulundunuz. -O zaman çöküşü görmüştüm. Her şey donmuştu, teori, toplum donmuştu. Doğu Berlin'den Batı'ya geçerken gördüğüm bir istasyon sahnesi vardır. Bir Nazi filmi gibidir. Köpeklerle aranıyor, trenler. Bir şehir ve insanlar ortadan bölünmüş. Hiçbir zaman Berlin Duvarı'nı savunamadım. Yaşadığım bir başka düş kırıklığı şuydu. Cunta gelmiş, faşizmden kaçtığımıza inanıyoruz. Sovyet Politbürosu o sırada 12 Eylül rejimini pohpohluyordu. Pravda'da şöyle bir haber çıkmıştı: Generaller Türkiye'yi yeniden inşa ediyor! İnsanlar tutuklanıyor, öldürülüyor, Moskova bunları görmüyor. Yanlış giden bir şeyler vardı. Bunları eleştirdim. Ancak sosyalizmden hiçbir zaman kuşku duymadım. Sosyalizm dünyanın hâlâ en büyük ütopyası. Liberalizmden filizlenecek Türk solu seçimle iktidar olamadı! Brezilya'da sosyalist lider Lula yönetime uzandı. -Bizde kitlelerden kopuk bir sol var. İşçi sınıfı ancak DİSK ile etkinlik kazanmıştı. Ezilen sınıflar, milliyetçi ve dinci ideolojilerin etkisi altındaydı. Devletin çok büyük baskıları vardı. Sol, öcü gibi gösterildi. Soldan gelenler bugün liberal mi? Muhalif olmanın bugünkü anlamı nedir? Liberal olmak mı? -Liberalizme Türkiye'de yüklenen anlam, özgür düşünceyi savunmak. Öteki yönü de ekonomik liberalizm. Bu ikisi birbirine karışmaya başladı. Serbest pazarın sonsuz özgürlüğünü ve kapitalizmin gelinecek son durak olduğunu savunanlar. Bunlar düşünce liberalizmini de mülkiyet meselesine kadar savunur oldular. Ben Türkiye'de gelişecek solun buradan filizleneceğini düşünüyorum. Kimseyi 'öteki'leştirmeyen, 'sözde'leştirmeyen, düşünceyi korkusuzca savunan -ki bunlar AB değerleri- emek ve sömürüyü unutmayan bir hareket. Türkiye'de bugün sol yok, çünkü bu ikisi birleşmiyor. Sol, emekten vazgeçemez. Solun içine kimler giriyor? - Bugün sol deyince CHP solundan söz ediliyor. Bir de 'ulusalcı sol' Kızılelma koalisyonu, giderek arkaik bir yolda 'milliyetçi sağ'la birleşecek. Sosyal demokratlar da o çizgiye girdiler. Kıbrıs ve Ermeni meselesinde nerede durdukları ortada. Hassas Kürt mesajları 1 - Gideni tutmak yanlış Sol olmak, muhalif olmak bu meselelerde AB çizgisinde olmayı mı gerektiriyor? Kürt meselesine solcu bakış açısı ne olmalı? -Eğer sol, ileriye bakmaksa, toplumda ileriye doğru olumlu, halkların refahı, özgürlüğü ve barışla birlikte gidecek bir değişimden yanaysa, AB'nin kendisine karşı bile olsa AB değerlerini içselleştirmesi gerekir diye düşünüyorum. Devlet bakışı, demokratikleşme adımlarını 'taviz vermek' olarak görüyor ve bunu savunanları 'hain' olarak görüyor. Kürt meselesine de bütün haklarını sonuna kadar vererek bakardım. Bir insan kendi dilini nasıl kullanamaz? Diyarbakır'a gidince hasta oluyorum. Dil ve düşünce birlikte gelişir. Bu hak engellenemez. Kültürel ve siyasal tüm hakları Kürtlere verilmeli. Partiyse partidir. Daha ileri gideyim, ilke olarak 'halkların kendi kaderini tayin hakkı'nı savunuyorum. Kürtler açısından en yanlış şeyin ayrılıklılık olduğunu düşünüyorum. Zaten Amerika'nın kuyruğuna takılıp gidiyorlar. ikinci bir İsrail olmaya doğru gidiyorlar. Bir sol partinin programını yaz deselerdi, Kürt meselesinde bütün siyasal hakların sonuna kadar tanınmasını savunurdum. Aşkta, işte, halklarda gideni tutmayacaksın. Kürtler azınlık değil, bu ülkenin asli unsuru. Şiddete başvurmadan birlikte yaşama kültürünü geliştirmeliyiz. -Bugün referandum yapılsa, ayrılıktan yana olmayacaklardır. 2 - Öcalan'dan ayrılmalılar PKK yine teröre başladı. Şehit cenazeleri geliyor. -Her türlü şiddete ve terörizme karşıyız. Bildiride, 'aşırı Kürt ve Türk milliyetçiliği' dedik ya, kan dökerek dayatmaya hayır. Kürt sorunu demokratik haklar çerçevesinde çözümlenmelidir. Yeni parti kuracakların da Öcalan'dan kendilerini ayırmadıkça Türkiye'ye seslenme şansları olmayacak. Öcalan davasının yeniden görülmesi de milliyetçi tepkiyi yükseltmeyecek mi? - AİHM kararı bozarsa dava muhtemelen yeniden görülecek ama herkesin soğukkanlı olması gerekiyor. Türkiye APO'yu kendisi yargılayacak, Avrupa yargılamayacak. 'Yeniden görün davayı, ama şöyle karar verin' demiyor. Herkesin sorumlu davranması gerekiyor. 'APO kurtulacak' diye kıyamet koparacaklar. Bunlar yanlış şeyler. Halkı tahrik etmeyelim. Kimdir? 1940 yılında İstanbul'da doğdu. İstanbul Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nü 1964'te bitirdi ve aynı üniversitede asistan oldu. 1971'de tutuklandı ve üniversiteden ayrıldı. '12 Eylül'de yurtdışına gitti,1992'de döndü. Köşe yazarlığı yaptı. "Kedi Mektupları" adlı kitabıyla 1993 Yunus Nadi Roman Ödülü'nü, "Elveda Alyoşa" adlı kitabıyla da 1992 Sait Faik Hikâye Ödülü'nü aldı. milliyet