BIST 10.277
DOLAR 32,34
EURO 34,81
ALTIN 2.393,53
HABER /  GÜNCEL

Basketbolda kriz: Maalesef hastayı kaybettik

Galatasaray, Fenerbahçe ile oynadığı Beko Basketbol Ligi finalinde son maça çıkmama kararı aldı. Spor yorumcusu Kaan Kural, kararın sadece basketbola değil Türk sporuna büyük bir darbe olduğu görüşünde.

Abone ol

Uzun süredir bugüne geliyorduk zaten. Hele son yıllarda koşar adım ilerliyorduk.

Sadece zaman meselesiydi. Bugün olmasa seneye, olmazsa 2 sene sonra. Türkiye’de spor ve özellikle ezeli rekabet sürekli bünyesine eziyet eden, sağlığını kendi eliyle riske eden bir insana benziyor.

Bünyenin ne kadar dayanacağını bilemezsiniz belki ama iflas edeceğini biliyoruz.

Galatasaray’ın şampiyonluk maçına çıkmaması dünün tekil kararı değil. Son yıllarda iyice sağlığı bozulan bir rekabet ortamının sonucu.

Tamamen kazanma odaklı bir anlayışta Makyevel’i mezarında 3 tur döndürecek uygulamaların artık genel geçer kabul edildiği bir ortamda, sağduyu sahibi olması gerekenlerin tam tersine her şeyi daha da provoke ettiği bir yapıda nereye gitmeyi bekliyorduk?

Sonunda ulaştık son durağa. Yıllardır sağlığını kendi eliyle bozan hastayı kaybettik.

Artık uğruna tüm ilkelerin ayaklar altına alındığı bir “galibiyetten” söz edemeyiz.

Çünkü öldü. Spor öldü, rekabet bitti.

Final serisi daha başlarken herkes endişeliydi olabileceklerden. Nitekim ilk 4 maç itibariyle görüldü ki evsahibi avantajını iki taraf da sonuna kadar zorlayacak.

Bu ortamda hakem olmak da imkansız neredeyse. En basiti evsahibi takım çok daha sert oynayıp, kuralları esnetebildiği son noktaya kadar esnetiyor, zaman zaman yıkıyor ama hakemler o ortamda eşit şekilde bakamıyor iki takıma.

Savunmada biraz daha fazla temas yapan, ortadaki bir kararda biraz daha fazla isyan eden hep evsahibi oluyor.

O büyük baskı altında hiçbir hakem aynı şekilde bakamaz olan bitene.

Ancak bu artık sağlığını kaybetmeye başlayan hastanın yeni bünyesi için 'normal' kabul edilebilir.

Artık midesi iflas ettiği için çok sağlıklı olmadığı halde sürekli püre yemesi gibi. Doğru veya sağlıklı değil ama artık 'normal' ve 'mecburi'.

Ama işte basketbolun doğası gereği bir maçta onlarca ortada karar verir hakemler. Ve nereden baktığınıza bağlı olarak her şeyin tamamen aleyhinize geliştiğini düşünebilirsiniz.

Hele ki rakip sahada iseniz, bu “ortada karaların” biraz daha fazla bir tarafa kayması gözünüzde katlanarak büyür.

Zaten adeta düşman topraklarındasınız. O ortamda her şey sizi yok etmek için tasarlanmış olarak görünür.

Hakem hataları

Bir de sporun doğası gereği hatalar var elbette. Onlar da bu ortamda daha korkunç görünüyor.

Zaten sağlıksız hastanın basit bir soğuk algınlığı yaşaması gibi. Etkileri ve sonuçları çok daha ağır. Atlatması çok daha güç.

Nitekim 2. maçın sonunda Galatasaray 1 sayı öndeyken Markoişvili’ye yapılan faulü görmedi hakemler. Ben tribündeydim ben de görmedim.

Çok ani gelişti her şey. Ama maç içinde herhangi bir hatadan daha önemli bu durum. Maçta onlarca basket atılır. Ama sonda maçı kazandıran basketin değeri bambaşkadır.

Keza onlarca hata olabilir ama sonda yapılan hatanın etkisi de bambaşka oldu. Galatasaray 3 dakika kala 7 sayıdan nasıl o duruma düştüğünü sorgulamak, hakemin 1 hatasına karşılık takımın lideri Arroyo’nun 3 büyük hatasına bakmak yerine bu hataya daha fazla odaklandı.

Ama zaten sağlığını kendi gözetmeyen biri genelde sorunu hep başka yerde aramaz mı?

Elbette şiddet ve öfkenin tırmanması, bir sonraki adımın, bir öncekinin üstünde bir düzeye çıkması da bu döngünün bir parçası.

Basketbolun tek maç üzerinden oynanmaması, seri halinde gelen maçlar, öfkenin dinecek zaman bulamadan yeni bir dalgayla büyümesine neden oluyor.

Soğuk algınlığı ilerliyor, nekaat dönemi olmadığı için zaten sağlıksız hastada zatürreye dönüşüyor ve ağırlaştıkça ağırlaşıyor.

İlk iki maçta yaşananların, sonraki iki maçta artması da bekleniyordu. Arttı da. Abdi İpekçi Spor Salonu’nun yapısı gereği seyirciler daha konsantre oturduğu –daha doğrusu ayakta durduğu- için oluşan atmosferdeki gerginlik de artıyor.

Öfke büyüdükçe büyüdü

Dip dibe ortamda öfke yakındakileri de tetikliyor, adrenalin artıyor. Sıcak, kalabalık derken öfke büyüdükçe büyüyor.

Hastalığın ilerlemesi için ideal ortam. Nitekim o maçlarda özellikle de 4. maçta yaşanan olaylardan sonra G.Saray 2 maç seyircisiz oynama cezası aldı.

Sonrası ise hastalığın ilerleme süreci. Önce Fenerbahçe kulüp başkanı düzeyinde zehir zemberek bir toplantı yaptı.

Rakibi, hakemleri yerden yere vurdu, federasyonu tanımadığını söyledi. Uyarı adı altında direkt gözdağı verildi.

Bu ortamda beşinci maç belki de bir şans eseri görece şiddetin daha da tırmanmadığı bir ortamda geçti. Fenerbahçe maça çok hızlı girip farkı erkenden açınca hastada soğuk pres etkisi yaptı ve biraz ateş düştü.

Ama bu zatürrenin iyileştiği anlamına gelmiyor elbette. Nitekim o maçta da ses bombası, artık 'normalleşmiş' pek çok öfke patlaması yaşandı.

Maç boyunca Galatasaray bankının arkasındaki tribünde normalden çok daha kalabalık olarak yerleşen kitlenin rakip oyuncuları tacizi en sonunda korkulukların kırılmasına ve bu kitlenin direkt bankı koruyan yapıya düşmesine neden oldu.

Asıl amaç o olmasa da fiilen banka müdahele edildi.

Ve bir önceki basın toplantısının altında kalmayan Galatasaray misillemesi geldi. Yine zehir zemberek açıklamalar, yine hakemler ve rakibe suçlamalar ve bu defa gözdağından öte neredeyse örtülü bir tehdit.

Ve son perde. Federasyon Fenerbahçe için seyircisiz oynama cezasına gerek görmedi. Üstüne üstlük son maça, şampiyonluk maçına 2. maçtaki hayati hatayı yapan hakem Rüştü Nuran’ı atadı.

Ötenazi kararı

Galatasaray da son kararı veren oldu ve artık komadaki hastanın kurtarılamayacağına karar vererek ötenaziyi seçti.

Maça çıkmamak, yani ötenazi kararını vermek ne olursa olsun yanlıştır. Eğer takım “son topa kadar” şiarını benimsemişse, kulüp de son ana kadar savaşını vermelidir, sahneden çekilmek yenilmekten öte teslim olmaktır.

O her tür değerden vazgeçilen 'galibiyet'in artık bir anlamı kalmamasıdır. Bir seçenek olamaz. Komada bile olsa yaşatmaya çalışmak gerekir.

Her şeyden bütün yaşananlardan daha önemlisi de bu. Eğer Pandora’nın Kutusu’nu bir kere açarsanız içinden çıkanlarla tüm dünyayı felakete boğarsınız.

Galatasaray bu kararı vererek sadece hastayı öldürmedi. Bir kapıyı araladı. Bundan sonra o kapıdan kimlerin geçeceğini bilemeyiz. Bundan sonra kendisini haklı gören herkes işin sahada çözülemeyeceğine kanaat getirerek sahadan çekilebilir.

Galatasaray sadece hastanın ölüm kararını vermedi. Bundan sonra her hastalık için ölümü bir seçenek olarak ortaya sürdü. Hastayı değil sağlık sistemini öldürdü.

Emsal karar

Bu kararı sadece kendi hastası için almadı, tüm hastalar için emsal oluşturdu. Ve bu emsalin sonu ölüm değil katliamdır. Asıl en büyük günah da bu. Geri dönülemeyecek, her şeyi ateşe atacak sonuç bu.

Zaten yavaş yavaş yıllardır sağlığını kaybeden hastanın son günlerini gördük burada.

Ötenazi kararı değil, yıllardır kötü beslenme, spor yapmama (ironik oldu değil mi?), alkol, sigara, düzensiz hayat bu sağlıksız bünyeyi bu sonuca getirdi.

Ve en kötüsü bu sağlıksız iyice zayıf düşen bünye hastalandığında, en dikkat edilmesi gereken zamanda tam tersine rahatsızlığın ilerlemesi için her tür yanlış yapıldı.

En sonunda da vefat haberi. Hepimizin başı sağolsun.