Gündem, belirli bir zaman diliminin
içeriğini ifade ettiğinden değişimi ruhunda taşır. Fakat dünyada
yaşadığımız her gün bir öncekinden daha büyük bir gündemin peşinde
koşmak zorunda kalıyorsak ve bu gündem bizi her seferinde daha
fazla dünyevileştiriyorsa büyük bir problemle karşı karşıyayız
demektir.
2018’de Türkiye’nin gündemi yeni
hükümet sistemi ve Cumhurbaşkanlığı seçimleriydi. 2019’da yerel
seçimler ve plastik poşetleri konuşuyorduk. 2020’nin başlarından
2021’in ortalarına kadar gündemimizi işgal eden tek şey küresel
covid-19 salgını ve aşıydı. 2021’i uğurlamaya çalıştığımız
bugünlerde ise kıtlık, fahiş fiyat artışları, enflasyon, altın ve
dövizi konuşuyoruz. Ne örnekleri çoğaltmaya ne de çok fazla geriye
gitmeye gerek var, bir varlık olarak insanın kendisi
dünyada hiçbir zaman gündem olmadı.
İletişim araçlarının
yaygınlaşmasıyla gündem, geniş coğrafyaları kapsamaya ve etkilemeye
başladı. Bilinirliği artarak küresel bir olguya dönüştü. Bu durumun
kazandırdığı ivmeyle beraber, dünyada işini en iyi yapan
kavramlardan biri haline gelerek yükselen bir kavramsal kariyere
sahip oldu. İnsanı peşinden koşturan ve tam ‘yakaladım’ dediği anda
ruhuna uygun olarak değişiveren gündemin bu başarısı, yönünü
kaybetmiş insanların yön arama arzusu ve hayatın içindeki
savrulmalara kılıf uydurma gerekçeleriyle belki açıklanabilir.
Fakat insanın savrulması ve yönünü kaybetmesi, basit
gerekçelerle açıklanamayacak kadar derin ve kolay çözülemeyecek
kadar da girift bir sosyolojik çağ sorunudur.
Gündem peşinde koşma, insana
varacağı menzili unutturan büyük ve etkili bir bahanedir.
Gündem öz itibariyle ‘değişebilir’ olan iken, insan her
kalıba sığacak kadar kemiksiz, niteliksiz ve prensipleri olmayan
bir varlık değildir. Her şeyden öte onun emaneti üstlenen,
eşrefi mahlûkat olarak varlığını sürdürmesi gereken bir hayatı ve
yüklendiği ödevleri vardır. Bu nedenle, insan gündemin
peşinden değil; gündem insanın peşinden koşmalıdır.
Değişen(ler)in peşinde koşmak bu
hali ile Hz. İbrahim’in Kuranı Kerim’deki Rabbini arayışına
benzemektedir. Hz. İbrahim, yıldızları, ayı ve güneşi görünce her
biri için, “Rabbim budur” demiş; fakat
gördükleri kısa süre sonra kaybolunca, “Ben böyle sönüp
batanları sevmem*” diyerek bunların hiçbirinin ilâh
olamayacağını idrak etmiştir.
Sezai Karakoç, hakikat uygarlığını;
hayat, ölüm ve ölüm sonrası kavramları iç içe üç ilke olarak ve
temeli inanç olan uygarlığın adı olarak tarif etmiştir. Peyami
safa ise; “Hakikat değişmez. Değişene hakikat denmez.”
diyerek gündemin değil hakikatin peşinden koşulması gerektiğine
işaret etmiştir.
Gündem, insan olmanın bir gereği
olarak takip edilecekse de gerçek gündeminin ne olduğunu
unutturacak kadar göz önünde olmamalıdır. Siyaset, ekonomi,
sosyal, psikolojik, doğal afet, salgın hastalık… Gündemimiz her ne
olursa olsun, yedimiz ve kırkımızdan sonra kendimiz dahi gündem
olmaktan çıkacağız. Bu nedenle ‘sıcak gündemimiz ölüm olsun’
demiyorum; ‘yeniden diriliş olsun’ diyorum. İşte gündemin bize
hatırlatması gereken tek gerçek bu!
*En'am/76