Şehrin her yerinden kampanyaların,
fırsatların adeta fışkırdığı bir dönem olan kasım ayındayız. Sosyal
medyası, televizyonu, basılı yayını fark etmeksizin her araçla
saldırılara maruz kalıyor; ‘Al!’ ‘Al!’ diye bağıran şehrin
billboardları tarafından adeta tehdit ediliyoruz. Üstüne üstlük
TV’de ve sosyal medyada bu kampanyalara ilişkin reklamları
izlemeden kendi ihtiyacımız olan içeriğe dahi ulaşamıyoruz.
Kriz, enflasyon dinlemeden ellerini
cebimizden bir türlü çıkartmayan şirketler, kendi marka ve
ürünlerini zihinlerimize kazırken, biz ihtiyacımız olup olmadığına
bakmaksızın gözlerimizi indirim oranlarına kitliyor ve kendimizi
'efsane fırsat' peşinde, ihtiyacımız olmayan bir ürünün ödemesini
yaparken buluveriyoruz.
Bu durum, zamanla bir alışkanlık
halini kazanınca, ihtiyacımız olmayan şeylerin peşinde elinde
kementle dolaşan bir kovboya dönüşüveriyoruz. Farkında olmama hali
bizi ne aradığını, kementi nereye ve kimin boynuna atacağını
bilmeyen insana dönüştürüp mekânı ve zamanı bir anda önemsiz hale
getiriyor. Gerçek hayatı, ihtiyaçları unutturuyor. Dolayısıyla
kendini kendine getirmek için uğraşmak yerine, gösterilen şeylerin
peşinden giden insanın yine kendini tükettiğini görüyoruz. Bir nevi
‘tüketen insanı tüketen insan’ sendromu.
İçtimai sorunları ile boğuşan zayıf
insanı ağına düşürmeye çalışan şirketlere, kazanç odaklı ve
canavarca hareket ettikleri için kızacak değiliz. Çünkü onlar
tıynetlerinin gereğini yapıyorlar. Onlara ‘efsane fırsat’ ‘fenomen
indirimleri’ vb. söylemler üzerinden kızmak dahi haksızlık olur
çünkü ortada indirim falan yokken, onlar “efsane fırsatlar” diyerek
yalan da söylemiş olmuyorlar. Neden mi? Çünkü zaten “efsane”
sözcüğü kelime anlamı olarak “gerçeğe dayanmayan, asılsız söz,
hikâye vb.” (TDK) şeklinde izah edilmektedir.
Efsane fırsatlar üzerinden sosyal
problemlerin nasıl ve hangi nokta üzerinden ilişkilendirileceği
daha fazla merak konusu olmadan devam edelim…
Tarihin hiçbir döneminde olmadığı
kadar sosyal ve psiko-sosyal sorunlar yaşadığımızı sokaktaki hemen
herkesin açıkça iddia edebileceği bir çağda yaşıyoruz. Fakat hem
çözüm noktasında hem de sorunların üstesinden gelmek için nereden
başlanacağı hususunda fikir sorulduğunda bu iddia sahiplerinin
ortalıktan kaybolduğunu görüyoruz.
Sanki toplumu oluşturan
bireylerin bir ailede yetişmediği, hatta gökten indiği gibi
şaşırtıcı ve çocukça bir inanca sahibiz. Çünkü ailenin en iyi okul
olduğu, çocukların asıl kişilik ve karakterlerini orada kazandığını
görmezden gelmek işimize geliyor. Kendini hesaba katmadan ‘Neden bu
haldeyiz?’ diye soranların ya da haberlerde gördüğü her olumsuz
durum için ‘ne olacak bu memleketin hali?’ diyerek uzun uzun cık,
cık edenlerin en başta kendilerinin de birer anne-baba olduklarını
hatırlamadıkları ve ‘ebeveyn olarak nerede hata yapıyoruz?’
sorusunu kendilerine sormadıkları sürece bu durum devam
edecek.
Nihayetinde fırsat kelimesi insan
için, dünyevi ya da uhrevi anlamda kaçırılmaması gereken kazançlı
bir durumu çağrıştırıyor. Bu nedenle tercihlerimizi gözden
geçirmek, çağrışımların bizi götürmesini istediğimiz yer için
hayatımız boyunca hiçbir fırsatı kaçırmayacak bir anlayışa ve önem
sırasına sahip olmak zorundayız.
Dolayısıyla etrafınızda yardıma
muhtaç bir insan, merhamete muhtaç herhangi bir canlı, tebessüm
edilecek bir çocuk ve ya iyiliği çağrıştıracak her hangi bir şey
olduğunda bunu mecaz anlamıyla “efsane fırsat” olarak
değerlendirmeli; zorluklara sabredip varlıklara şükretmenin, hayatı
arifane yaşamayı başarabilmemizi sağlayacak efsane fırsat
olabileceğini hatırda bulundurmalıyız. Bununla beraber hali hazırda
hala nefes alabiliyorsak, İlahi rızayı kazanmak için zaten gerçek
ve büyük bir fırsatın içerisinde olduğumuzun da farkına
varmalıyız.
Efsane ya da fenomen
indirim reklamlarının her yerden çıktığı ve o reklamları izlemeden
yolumuza devam edemediğiniz gibi iyilik yapmak ve iyiliği emretmek
için karşımıza çıkan/çıkacak ‘efsane fırsatları’ hakkıyla
değerlendirmeden hayatımıza devam edemeyiz.