Geçtiğimiz günlerde -kamuoyunun çok
dikkatini çekmese de- ulusal ve uluslararası basında insanlık adına
utanç verici bir haber yayınlandı. Söz konusu haberde; Fransa’nın
başkenti Paris’te, düştükten 9 saat sonra hastaneye kaldırılan
fotoğraf sanatçısı Rene Robert’in hipotermi geçirerek hayatını
kaybettiği yazıyordu.
Fransız basınına göre, 84 yaşındaki
Robert, 18 Ocak akşamı oldukça kalabalık olan Turbigo Sokağı'nda
yürürken düşmüştü ve kaldırımda yüzüstü yatan Robert’in yardımına
yaklaşık 9 saat boyunca kimsenin gelmediği belirtiliyordu. Nihayet,
sokaklarda yaşayan bir evsiz, sabah altı civarı polise haber vermiş
böylece kafa travması ve hipotermi tanısıyla hastaneye kaldırılan
Robert'in yaşamını yitirdiği anlaşılmıştı.
***
‘İnsanlık ölmüş’ ve ‘insanlık
bitmiş’ gibi klişe tabirler, artık modern dünyanın içinde bocalayan
insanı diriltmeye yetecek kadar sarsıcı değil; yalnızca bir
slogandan ibaret. Oysa İslam medeniyetinde insan, eşref-i
mahlûkat olduğu için değerlidir ve bu durum düşünebilen bir insanı
sarsmaya fazlasıyla yeterlidir.
Paris’te yaşlı bir insanın yerde
hareket etmeden saatlerce yatması ve yalnızca Fransızların değil,
değişik milletlerden binlerce turistin de bu duruma kayıtsız
kalması, günümüz dünyasının ilgisini çekecek kadar değerli değil
elbette(!) Fakat sokaklarda yaşayan, hiçbir şeye sahip olmayan ve
kimsenin gör(e)mediği bir evsizin, insanların göremediklerini
objektifine ustaca sığdıran Fotoğraf Sanatçısı Robert’e kayıtsız
kalamaması, haber okumayı bilenler için oldukça değerli.
Sahi, sokaklarda yaşayan bu
evsiz insanın içinde hala muhafaza edebildiği ne vardı da Robert’in
o durumuna diğerleri gibi kayıtsız kalamadı?
Modern dünyanın eğitim sistemleri
belki zeki insanlar yetiştirebilir ve bu zeki insanlar türlü türlü
icatlar, teknolojik makineler tasarlayabilir. Fakat ‘insan’
yetiştirmek, yalnızca pozitif bilimlerin olduğu bir eğitim
sistemiyle gerçekleşince, yukarıdaki haberde yer alan “Robert
Sendromu” ortaya çıkıyor. Bu durumun psikolojik, sosyolojik birçok
nedeni olabilir. Fakat sonuç olarak denilebilir ki; dünya
maneviyattan ayrıldığı ölçüde insanlığından da
ayrışıyor.
Hoşca bak
zâtına kim zübde-i âlemsin sen,
(Kendine olumlu
bir gözle bak, kıymetini idrak et)
Merdüm-i
dîde-i ekvân olan âdemsin sen.
(bu kâinatın göz
bebeği olan insansın sen!)
Şeyh
Gâlib
Çok değil birkaç yüzyıl önce
geleneğini, maneviyatını ve bunlarla birlikte insanlığını muhafaza
edebilen çeşitli toplumlar, dünyanın çoğunluğunu oluşturuyordu. Bu
insanlar, maneviyattan yoksun, yalnızca pratik hayata uyarlanabilen
bilgiyi üreten ve günahını meşrulaştırmak için metafizik kavramını
icat eden Batı tarafından medeniyetsiz ve vahşi olarak tanımlanarak
dönüştürüldüler. Dolayısıyla Robert’in hikâyesi acıklı olsa
da gerçek acı, dünyanın mazlum coğrafyalarında batılılar tarafından
iliklerine kadar sömürülen insanların gözleri önünde yaşandı ve
yaşanmaya devam ediyor.
Bu noktada şöyle diyenler
olacaktır; “Ama İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi…”
Aklınızda bulunsun; Batı’nın aklına 1950’lerde gelen Cenevre
Sözleşmesi’ndeki insan hak ve özgürlüklerini, Osmanlı beş yüzyıl
önce İstanbul’un fethinde ilan etmişti. Dolayısıyla
Batı dünyası da Osmanlı gibi tüm insanlara ‘eşref-i mahlûkat’
gözüyle bakabildiğinde ve bunda samimi olduğunda yalnızca Robert
değil, tüm dünya donarak ölmekten kurtulabilir.