Organik arayışındaki doğal insan’ın ambalajına 'estetik' operasyon!

Küresel ve akli kıstasların geçerlilik kazanması ile beraber, güzellik anlayışının insanlar üzerindeki tahrifatı da inanılmaz boyutlara ulaştı. Birbirinin neredeyse tıpkısı insanlar var artık ve ilginçtir ki biz bunu yadsımıyoruz.

Murat Cahid Kuvvet muratcahid@hotmail.com

Hemen her şeyin alınıp satılabileceği düşüncesinden neşvü nema eden sömürge formları, çeşit çeşit endüstriler oluşturmak zorundaydı, oluşturdu da. Duyum ve algı teorisi bağlamında güzelliğin ne olduğunu araştırma çabasında olan estetik de bu endüstrinin çarklarından sadece biri. Fakat diğer düşünsel kavramlar gibi varlığını ve devamlılığını sağlamak için çaba harcaması dikkatleri cezbetmiyor. Dikkate değer olan, estetik üzerinden tanımlanan güzellik kavramının -pazarlanabilir hale getirilmesi için- öznel duygulardan daha çok aklın nesnel kıstaslarına bağlanmak isteniyor olması. Çünkü ancak bunun başarılması durumunda ‘güzel’ olma/bulma hali insan tarafından değil, küresel hegemonya tarafından belirlenip pazarlanabilir.

Hal böyle olunca, tabiat/eşya münasebetimiz gibi içtimai ilişkilerimiz de göze indirilen estetik perde üzerinden şekillendirilmeye ve kontrol edilmeye başlandı. Bu çabanın gereklilikleri, mutlak hâkim olma iddia ve arzusundaki insan tarafından görülmemiş bir güdülenme ile yerine getirildi. Kendinde mündemiç olan ve Yaratıcı tarafından atfedilen kutsallığı/güzelliği idrak edemeyen insan, eşyayı, tabiatı, hatta kendini dahi tahakküm altına alma cüreti gösterirken, şahsını, tarafı olmadığı bir savaşın içerisinde buldu.

Estetik adı altında yalpalayan insanoğlunun ortasında kaldığı bu savaşın derin izlerini, tek tipleştirilen tabiat ve eşya öğelerinde ve hatta insanın kendi suretinde ayan beyan görmek mümkün: Bodur formlu ve istenilen şeklin verilebildiği ağaçlar, kuaförden çıkmış gibi biçilen; otlar, çiçekler, çalılıklar, hatta kalıba konulmuş meyveler… Hayvanat bahçelerinde, sirklerde ve Afrika’da yalnızca hâkimiyet iddiasındaki insanın istediği zamanda ve şartlarda yemeğini yiyen, üreyen, komutla hareket eden, popülasyonu belirlenen hayvanlar...

Küresel ve akli kıstasların geçerlilik kazanması ile beraber, güzellik anlayışının insanlar üzerindeki tahrifatı da devasa boyutlara ulaştı. Birbirinin neredeyse tıpkısı insanlar var artık ve ilginçtir ki biz bunu yadsımıyoruz. Tıpkı eşyaların çokluğu ile övünen ve bu çokluğun miktarınca kendini anlamlandıran, konumlandıran, sosyal statüsünü belirleyen insanları yadsımadığımız gibi.

Bu tavrı ile ambalajını güzelleştirme çabasında olan ve eşya içerisinde kaybolan insan, yaratılış formundan ve amacından uzaklaştığından bihaber. Kişiyi, kendine dahi yabancılaştıran bu uzaklaşma eylemin oluşturduğu tahrifat insanı, Anadolu topraklarında filizlenmeyen düşünce tohumlarının ekildiği bağ-bahçenin rençperi haline de getirdi. Bu nedenle düşünce tarihine baktığımızda tarihin izm’ler hurdalığına döndüğünü ve burada yapılan tamir-tadilat ile yeni kavramlar icat edildiğini görebiliyoruz. Bu aslında bir sonuç, çünkü denemenin doğruya götüreceğine değil; yanılmanın insani bir haslet olduğuna inanıyoruz.

Gözden kaçırdığımız onca husustan en önemlisi şu; küresel sistemin dayattığı estetik algısı üzerinden güzeli-çirkini tanımladığımızda ne kendimizle ne eşya ile ne de tabiatla anlaşabiliyoruz. Uzlaşmaz tavrımızla beraber dış görünüşümüzü en önemli mefkûre haline getirdiğimizde ise kullanışlı, sevimli ve estetik bir emtia olarak görülmekten öte gidemiyoruz. Nasıl ki ambalajlar, ruhu karartan insan amellerini gizlemek için şaşaalı olmak zorunda ise, zihnimizin ve kalbimizin cümle kapısında da aynı zorunlulukla Lokman Hekim’in şu uyarısı yer almalı; “Ey Oğul! İçini dışından daha çok süsle: İçin Hakk’ın, dışın halkın baktığı yerdir.”