Avrupa’nın tarihe bakışını
değiştiren tarihçi Marshall G.S. Hodgson, mercator izdüşümü
ile çizilmiş dünya haritasında Hindistan'ın, Endonezya'nın ve hatta
Afrika kıtasının Avrupa’dan bilinçli bir şekilde küçük çizildiğine
dikkat çeker. Asya’nın bir uzantısı olan kıta parçasının daha
büyük alana ve nüfusa sahip ülkeler varken ‘Avrupa Kıtası’ olarak
adlandırılmasını yanlış bulan Hodgson, bilinçli bir ‘kendiliğe’ sahip olmasıyla diğer Batılı
tarihçilerden ayrılır.
Hodgson’un söyledikleri, bir
Amerikalının Batı merkezli dünyayı reddetmesi bakımından oldukça
önemlidir. Fakat buradaki problem, Avrupa’nın hâkimiyet iddiasının
16. yüzyılda ancak başlayabilmesine rağmen, Batı’nın Dünya tarihini
ve haritalarını olduğundan farklı gösterebilecek bir böbürlenme ve
küstahlık içinde olması mı, yoksa Doğu/İslam medeniyetinden alıp
kendi fabrikalarında ambalajladıkları hemen her şeyi sorgusuz
sualsiz satın almamız ve bu alışverişin ne ifade ettiğini
bilmeyecek kadar bilince ve kendiliğe sahip olmamamız mı?
***
Bilinçli olma, yaptığı her işi
bilerek ve doğal sonuçlarına katlanacak olmanın sorumluluğunu
peşinen kabullenme demektir. Kendilik kavramı ise köşede sessizce
bekleyen, bilinçli olma hali ile farklılık katan, değerli
hissettiren, özgün olarak neler yapabileceğinin özgüvenini
sağlayan, büyülü, karizmatik ve omuzları kaldıran bir kelime
olmasına karşın, kendisini pazarda ortaya çıkaracak kadar bol ve
değersiz değildir.
Bilinç ve kendiliğin meşru
evliliği, insanı fert olarak duruş sahibi yapmaya fazlası ile
yeterli olabilir. Fakat aynı topraklar üzerinde kader birliği
yapmış fertlerden oluşan toplumun, yeni bir dünyanın kurulması için
çaba harcama zorunluluğunu da ortadan kaldırmaz.
Küresel hegemonya tarafından
dünyanın merkezinin belirlemesi ve o merkeze yalnızca kendini
müstahak görmesi, medeniyetlere beşiklik etmiş kadim toprakların
sahipleri için elbette kabul edilebilecek bir durum değildir.
Buna rağmen yeni bir dünyanın inşa edilmesinin mümkün
olmadığına inananlar için Müslüman Türklüğümüzden mütevellit bu
kabul etmez tavrımızın faydası sınırlı, meçhul ve müphem
olacaktır.
Dünya’nın havasını yeni teneffüs
etmeye başlayan bireylerin, çevresi ile etkileşim haline geçmesi
kaçınılmazdır. Bu etkileşim; kişinin kendini algılaması, anlaması,
konumlandırması ve kendi özgünlüğünü / metodolojisini
oluşturmasında büyük öneme sahiptir. Hülasa, kişinin içinde
doğduğu âlem ile etkileşim içinde olması, kimlik sahibi olmasında
ve özgün bir kendiliğin oluşmasında kaçınılmaz ve birincil
ölçüttür.
Fikir ve irfan dünyasında Batı’yı
merkeze alıp, mutlak üstünlüğünü dahi onun kavramlarını kullanarak
kabul edenlerin ve tarih yapan/tarih yazan kimliğini bilinçli bir
şekilde unutanların olduğu bir dünyada yaşayanların reddedici
kimliğe sahip olmamaları ve ataletten kurtulamamaları halinde
kendiliklerinin bilincinde olamayacakları, Perşembe’nin gelişi
kadar açıktır.
Bilinçli bir kendilik için
medeniyet fikrimizin başladığı yerden yola çıkabildiğimizde ve
Dünyanın merkezine neyi koymamız gerektiğini anladığımızda;
İslam’ı, “dünya medeniyeti” olarak ele alan Hodgson da
anlaşılacaktır.