İlk olmak, müspet ya da menfi
manada ne anlam ifade ettiğine bakılmaksızın, her hal ve şartta
önemli bir husus olarak insan nezdinde itibar görür. İlk olmanın
itibarı, “İlk taşı atmak neden önemli?” sorusunun cevabından daha
kıymetli görüldüğünden, ilk taşı atanın neye sebep olduğu pek
önemsenmez. Peki, durum gerçekten de öyle mi? Gelin biri kıssa,
diğeri bilimsel çalışma olan iki olay üzerinden konuyu
değerlendirelim.
Hz. İsa’nın kıssası olarak,
İncil’de geçtiği rivayet edilir. Zina yaptığı iddiası ile bir
kadını taşlamak için can atan topluluğa Hz. İsa şöyle der: “İlk
taşı, günahsız olanınız atsın”. Haliyle kimse taş atamaz. Topluluk
dağılır, kadın da affedilir.
Kırık camlar teorisi olarak
bilinir; ABD’li psikolog Philip Zimbardo, suç oranı yüksek bir
bölge ile yüksek yaşam standartlarına sahip bir başka bölgeye 1959
model, plakasız ve kaputu aralık birer araba bırakır. Bu olaydan üç
gün sonra suç oranı yüksek olan bölgede araç yağmalanarak
paramparça edilir.
Yüksek yaşam standardına sahip olan
bölgede ise kimsenin araca dokunmadığı görülür. Zimbardo,
aracın yanına giderek bir camını kırar. Bir süre sonra yüksek
yaşam standardına sahip bölgedeki araç da paramparça hale gelir.
Zimbardo şöyle bir sonuca ulaşır: “İlk camı kırana izin
vermemek gerekir. Aksi halde kötü gidişatı engelleyemeyiz.”
***
Toplumsal iyileşme, makul ve olağan
durumun devamı için düzeni bozanı cezalandırmak kulağa hoş
gelebilir. Fakat birinci hikâyede belirtildiği gibi ilk taşı atacak
niteliklere sahip bir insan olabilmek de kolay değildir. Kıssadan
devam edecek olduğumuzda, herkesin eline taş alacak kudreti
kendinde bulmasına rağmen kimsenin o taşı atabilecek niteliğe haiz
olmadığını görüyoruz. Dahası, o kritik sorudan sonra topluluğun
(esasen insanın) dağıldığını da anlıyoruz.
Zimbardo’nun çalışmasına
baktığımızda ise içtimai statümüzün ne olduğuna bakmadan, arabanın
camını kıran ve paramparça edilmesini sağlayan o ilk taşı atan
insanın niteliklerine sahip olduğumuza kanaat getiriyoruz.
Her iki hikâyeden de ilk taşı
atmanın ne kadar önemli olduğu açıkça ortada ve anlaşılabilir.
Fakat ilk hikâyedeki gibi elinde taşla bekleyen, beklerken düşünen
ve suça teşebbüs halinde kalan ‘dağılmış’ insanla; Zimbardo’nun
çalışmasında aklını ve kalbini bir kenara bırakan, teşebbüs
halinden çıkarak vahşice fiil aşamasına geçen insanı anlamak kolay
değildir.
Burada şu sonuç ortaya çıkıyor; ilk
taş, içtimai anlamda örnek alınacak günahsız bir kişinin elindeyken
şerefli, onurlandırıcı, toplumu kendine getirici bir kalkan
olurken; yine aynı taş, aklını ve kalbini bir şapka gibi kenara
bırakan insanın elinde tehlikeli bir silaha dönüşebiliyor.
Günlerden bir gün ‘Ya o ilk taşı
atabilecek günahsız biri çıkarsa?’ diye sorabilir ve bunun insan
için umut verici olduğunu düşünebilirsiniz. Fakat ilk taşı atacak
birinin bulunmamasının, insanların kendini affet(tir)mesine vesile
olacak kurtuluş reçetesini de beraberinde getireceği
unutulmamalıdır. Çünkü insan, -yaşıyor olduğumuz çağdaki haddi aşan
tüm fiillerine rağmen- emaneti yüklenebilen yegâne varlık ve hala
affa mazhar olacak kadar Rabbi nispetinde şerefli.