15 Temmuz 2016… Bu topraklar bir kez daha ihanetin en alçak
yüzüyle sınandı. Milletin parasıyla, duasıyla büyüyen, devletin
kalbine kadar sinsice sızan bir ihanet şebekesi, kendi milletine
namluyu çevirecek kadar gözünü kan bürümüş bir terör örgütü haline
geldi: FETÖ.
O gece sadece bir darbe girişimi yaşanmadı. Kılık değiştirmiş
hainler, FETÖ’nün kuklaları, milletiyle savaşmayı göze aldı. Ama
unuttukları bir şey vardı: Bu millet kefeniyle yürümekten korkmaz.
O gece milyonlarca yürek tek bir çığlık oldu: “Vatan sana
canım feda!”
Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan’ın çağrısıyla meydanları dolduran
halk, sadece bir direniş göstermedi; yeniden bir dirilişin altına
imza attı. Tanklara, kurşunlara, helikopterden yağan mermilere
karşı çıplak elleriyle direndi bu millet. Sayın Erdoğan’ın
çağrısıyla milyonların meydanlara akın etmesi, sadece bir refleks
değil, bir bilinç göstergesiydi.
Gözünü bile kırpmadan şehadete yürüdü 249 can...
15 Temmuz, hainlerin kaybettiği, milletin kazandığı gündür.
FETÖ denilen bu ihanet çetesi, sadece bir terör örgütü değil;
aklını, vicdanını ve ruhunu satmış bir ihanetin adıdır. Ve bu
millet, o ihanetin bedelini ödedi ama diz çökmedi!
Şimdi görevimiz belli: O geceyi unutmamak, unutturmamak. Çünkü
unutursak bir daha yaşarız. FETÖ bitti mi? HAYIR. Hatta her
yerdeler, varlar, sinsice ilerlemenin yollarını kazıyorlar.
FETÖ bu millet tarafından lanetlenmiştir.
15 Temmuz; bu milletin ferasetinin, imanının, sadakatinin en
somut yansımasıdır. Hain planlar, kirli senaryolar, küresel
efendilerin maşaları milletin çelikten iradesine çarpıp darmadağın
oldu.
Bu destan; demokrasi nutukları atanlara değil, demokrasi için
canını feda edenlere yazıldı.
15 Temmuz... Bu milletin namusu, bayrağı, ezanı, vatanı için
siper olduğu gecenin adıdır.
Ve o gecenin en ağır yükünü taşıyanlardan biri: 99 yaşındaki
Muzaffer Teyzemiz. Kızılcahamam’daki küçük evinde, evlat kokusunu
toprağa teslim etmiş bir anne. İki oğlunu ve bir damadını şehit
vermiş. Yani yüreği üç defa yanmış, kanamış bir kadın…anne.
Öyle bir acı ki; tarifi yok, telafisi yok.
Ama o eve bir adam geldi. Hakkı teslim etmek için, ana yüreğine
dokunmak için…
Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan, Muzaffer Teyze’yi ziyarete gitti.
Devletin değil, milletin adamı olarak. Lider değil, evlat gibi…
İşte fark burada! Güçlü liderlik, sadece yüksek sesle
konuşmakla, diplomasi masalarında elini masaya vurmakla olmaz.
Bazen bir annenin elini tutmak, gözyaşlarını paylaşmakla olur.
Sayın Erdoğan’ın bu ziyareti bir protokol ziyareti değildir. Bu,
vicdanın protokolüdür. Bu, sadakatin belgesidir.
Bugün bu milletin bu denli ekonomik zorluğa rağmen hâlâ umutla,
inançla, dua ile arkasında durması, bu samimiyetindendir. Çünkü
Sayın Erdoğan depremde enkaz başında, salgında hastanelerin önünde,
darbe gecesi milletin tam ortasında...
Çünkü o bizim içimizden biri. Sayın Erdoğan bu millete ait bir
liderdir.
O yüzden Muzaffer Teyze'nin evine giden, aslında tüm anaların
yüreğine gitmiştir. Orada edilen dua, sadece Erdoğan için değil; bu
milletin kaderi için edilmiştir.
Ve şunu da kimse unutmasın:
Güç; silah ya da saltanatla değil, halkın duasıyla korunur.
O dua, 15 Temmuz gecesi tankları durdurdu. O dua, hâlâ bu
ülkenin göğsünde kalkandır. Ve o duanın karşısında dimdik duran,
başını eğmeyen bir lider var: Recep Tayyip Erdoğan.
Bazı liderler sadece tarihe geçer, bazıları kalplere...
İşte sayın Erdoğan, bu milletin kalbinde
mühürlüdür.