Etiket fiyatlarının olağanüstü bir
biçimde artış gösterdiği, ekonomik ve sosyal olarak zorlandığımız
bir zamanla, değerlerimizin kıymetini bilmediğimiz bir zamanı aynı
anda yaşıyoruz.
Bu olumsuz durumla ilgili
siyasilerin, ekonomistlerin defaten açıklamaları oldu, olmaya da
devam ediyor. Fakat böyle bir ortamın aynı zamanda insandaki derin,
ahlaki ve çok boyutlu bir problemi ortaya çıkarmasından kasıtla
temel meselenin ne olduğunun da sorgulanması gerekmez mi?
Sezai Karakoç, “İslam Toplumunun
Ekonomik Strüktürü” kitabında; “İslâm, insanı
ekonomiye değil; ekonomiyi insana bağlar. Çünkü İslam,
hayatı sıkıştıran, bölen, parçalayan, boğan bir sistem inşa etmez.
Aksine hayata düzen, yön ve anlam veren bir ruh ve planla gelir. Bu
nedenle ahlak, ekonomik kaynaklı değildir; toplumun ve insan
varlığının temel yapısını oluşturur.” der.
Bu açıdan bakıldığında, birey ve
onun oluşturduğu cemiyet için hayati önemde olmasına ve etiket
fiyatı artmamasına rağmen gündem olamayan birçok mesele olduğunu
görüyoruz. Fakat günümüzde yaşananları anlayabilmek için temele
indiğimizde, bütün sorunların esasen şu üç temel üzerine bina
edildiğini fark ediyoruz.
Birincisi ahlak.
Genel olarak insanın hayatına ve ahiretine etki edecek temel bir
mesele olan ahlak; etik, iş etiği, davranış etiği, mesleki etik,
örgütsel etik gibi bin bir parçaya bölündü. Oysaki etik,
kaynağını akıldan alarak kişiyi, topluma; ahlak ise kaynağını
nübüvvetten, Kur’an’dan alarak kişiyi, Hakk’ın nizamına
uydurur. Bununla beraber etik her an değişebilen bir
yapıya sahipken, ahlak kuralları değişmez saflıkta varlığını
sürdürür.
İkincisi güven.
İnsan, başka bir insansı kandırmak, yanlışa yönlendirmek için
hazırda bekleyen bir varlığa dönüşerek Allah tarafından başka bir
varlığa verilmiş görevden rol çalmaya başladı. Oysa
güvenilir olmak (emanet), biz insanlara örnek olarak gönderilen,
güven üzerine temellendirilmiş bir müjdeci olan Peygamberimizin
(S.A.V.) en önemli vasıflarındandı.
Üçüncüsü doğruluk.
Bir kavramı zıddıyla tanımlamak bazen zamanın ruhuna daha uygun
düşer: O zamanı yaşıyoruz. Bu nedenle doğruluğu, yalanın karşılığı
olarak ifade edebiliriz. Mecburisi, pembesi, beyazı
derken ilk önce yalanın aslen ne olduğu unutturuldu ve sonra insan
yaşamında asli bir gereklilik olmadığı telkin edildi.
Oysaki doğruluk (sıdk), ahlak ve tasavvuf kitaplarında başlıca
erdem olarak zikredilir. Yalan, etkileri topluma sirayet eden
bireyselliktedir; insan kendini doğrulttuğunda, toplum da doğrulur.
Bu nedenle Yunus Emre; “Herkes doğrudur sen doğru isen.
Bulunmaz doğruluk sen eğri isen.” der.
Dolayısıyla ahlak, güven ve
doğruluğun ‘değerini ortaya çıkarma’ mücadelesi, insanın ise
‘değerini koruma’ mücahedesi; iktisat kanunlarından ve insanlarca
konulmuş diğer kurallardan bağımsız fakat birbirinden güç alacak
şekilde devam etmek zorundadır.
Çünkü her şeyin fiyatının gün be
gün arttığı bir ortamda -etiket fiyatı sabit olmasına rağmen-
ahlak, güven ve doğruluk rağbet görmüyorsa ve önceliklerimiz
arasında yer bulamıyorsa, istikbalimiz büyük gediklerle dolu olacak
demektir.
Ramazan’ınız mübarek, bereketi
müşterek olsun.