Etiket Fiyatı Artmayan Üç Şey…

Murat Cahid Kuvvet muratcahid@hotmail.com

Etiket fiyatlarının olağanüstü bir biçimde artış gösterdiği, ekonomik ve sosyal olarak zorlandığımız bir zamanla, değerlerimizin kıymetini bilmediğimiz bir zamanı aynı anda yaşıyoruz.

Bu olumsuz durumla ilgili siyasilerin, ekonomistlerin defaten açıklamaları oldu, olmaya da devam ediyor. Fakat böyle bir ortamın aynı zamanda insandaki derin, ahlaki ve çok boyutlu bir problemi ortaya çıkarmasından kasıtla temel meselenin ne olduğunun da sorgulanması gerekmez mi?

Sezai Karakoç, “İslam Toplumunun Ekonomik Strüktürü” kitabında;  İslâm, insanı ekonomiye değil; ekonomiyi insana bağlar. Çünkü İslam, hayatı sıkıştıran, bölen, parçalayan, boğan bir sistem inşa etmez. Aksine hayata düzen, yön ve anlam veren bir ruh ve planla gelir. Bu nedenle ahlak, ekonomik kaynaklı değildir; toplumun ve insan varlığının temel yapısını oluşturur.” der.

Bu açıdan bakıldığında, birey ve onun oluşturduğu cemiyet için hayati önemde olmasına ve etiket fiyatı artmamasına rağmen gündem olamayan birçok mesele olduğunu görüyoruz. Fakat günümüzde yaşananları anlayabilmek için temele indiğimizde, bütün sorunların esasen şu üç temel üzerine bina edildiğini fark ediyoruz.

Birincisi ahlak. Genel olarak insanın hayatına ve ahiretine etki edecek temel bir mesele olan ahlak; etik, iş etiği, davranış etiği, mesleki etik, örgütsel etik gibi bin bir parçaya bölündü. Oysaki etik, kaynağını akıldan alarak kişiyi, topluma; ahlak ise kaynağını nübüvvetten, Kur’an’dan alarak kişiyi, Hakk’ın nizamına uydurur. Bununla beraber etik her an değişebilen bir yapıya sahipken, ahlak kuralları değişmez saflıkta varlığını sürdürür.

İkincisi güven. İnsan, başka bir insansı kandırmak, yanlışa yönlendirmek için hazırda bekleyen bir varlığa dönüşerek Allah tarafından başka bir varlığa verilmiş görevden rol çalmaya başladı. Oysa güvenilir olmak (emanet), biz insanlara örnek olarak gönderilen, güven üzerine temellendirilmiş bir müjdeci olan Peygamberimizin (S.A.V.) en önemli vasıflarındandı.

Üçüncüsü doğruluk. Bir kavramı zıddıyla tanımlamak bazen zamanın ruhuna daha uygun düşer: O zamanı yaşıyoruz. Bu nedenle doğruluğu, yalanın karşılığı olarak ifade edebiliriz. Mecburisi,  pembesi, beyazı derken ilk önce yalanın aslen ne olduğu unutturuldu ve sonra insan yaşamında asli bir gereklilik olmadığı telkin edildi. Oysaki doğruluk (sıdk), ahlak ve tasavvuf kitaplarında başlıca erdem olarak zikredilir. Yalan, etkileri topluma sirayet eden bireyselliktedir; insan kendini doğrulttuğunda, toplum da doğrulur. Bu nedenle Yunus Emre; “Herkes doğrudur sen doğru isen. Bulunmaz doğruluk sen eğri isen.” der.

Dolayısıyla ahlak, güven ve doğruluğun ‘değerini ortaya çıkarma’ mücadelesi, insanın ise ‘değerini koruma’ mücahedesi; iktisat kanunlarından ve insanlarca konulmuş diğer kurallardan bağımsız fakat birbirinden güç alacak şekilde devam etmek zorundadır.

Çünkü her şeyin fiyatının gün be gün arttığı bir ortamda -etiket fiyatı sabit olmasına rağmen- ahlak, güven ve doğruluk rağbet görmüyorsa ve önceliklerimiz arasında yer bulamıyorsa, istikbalimiz büyük gediklerle dolu olacak demektir.

Ramazan’ınız mübarek, bereketi müşterek olsun.