Divan Edebiyatının temellerini atan
sanatkâr olarak kabul edilen Necati Bey, pek bilinmeyen divanında
şöyle der;
“Eksükligini yüzine urma kamerün
kim
Yohsula ‘itâb eyleyicek bayı
kınarlar” (155/2)
[Ayın eksikliğini yüzüne vurma.
Çünkü yoksulu azarlayınca zengini kınarlar.]
Haber sitesinde bu beyti okurken,
yan bölümde yer alan “dünyanın en zengin bilmem kaç kişisi” haberi,
en çok okunan haberler arasında yerini almıştı. Yalnızca para, mal
ve servet olarak içi boşaltılan daha doğrusu içi bunlarla tıka basa
doldurulan “zenginlik” kavramı bile dünyanın en zengin kişilerinin
fotoğrafları arasında oldukça rahatsız görünüyordu. Haberde dikkat
çekici bir diğer şeyse, listenin sonundan başına doğru ilerledikçe
“zengin” kişilerin yüzündeki gülümsemenin de artıyor oluşuydu.
Kendi ahvalimize tarih nazarı ile
baktığımızda başta mensubu olduğumuz İslam dini olmak üzere
irfanımızın ve tüm içeriği ile Anadolu coğrafyasının, zenginliğin
en büyük kaynağı olarak ayrıcalıklı bir yere sahip olduğunu
görürüz. Bu durum, hemen her şeye ekonomik bir değer atfedildiği,
ekonomik değeri olmayanın yok sayıldığı bir döneme, yani
yaşadığımız bu zamana kadar devam edegeldi. Muhafaza edebildiğimiz
az sayıda değer, hala evimizin en münasip duvarında asılı duruyor
olsa da yukarıdaki anlamda zenginlikten beri olan şahsiyetimizin
devasa bir yozlaşmaya uğradığı aşikâr.
İçtimai hayatta ekonomik
değeri olmayan zenginliklerin, ekonomik değeri ve rantı olanlar
karşısında adeta ezildiği, horlandığı, yok sayıldığı ve gettolara
hapsedildiği bir dönemde, hemen her insanın taşıdığı endişeleri biz
de taşıyoruz elbette. Dünya kaynaklarının belirli bir
zümreye ait olduğunu, daha fenası bu durumun süreklilik arz
edeceğini bilmenin, ümitsizlikle çaresizlik arasında üzüntümsü bir
duruma sebep olduğunu da görüyoruz. Fakat girişimci olarak
addedilenlerin bizim pastadaki payımızı da yemeye girişmesi, slogan
atılıp protesto edilecek kadar önemsiz bir mesele değil; çünkü
yoksulluğun arttığı oranda birilerinin zenginliğinin de artıyor
olması, küçük dünya için büyük bir problem.
“Eksükligini yüzine urma kamerün
kim
Yohsula ‘itâb eyleyicek bayı
kınarlar”
(Necati bey Divanı
155/2)
[Ayın eksikliğini yüzüne
vurma.
Çünkü yoksulu azarlayınca zengini
kınarlar.]
Necati Bey’in beytine tekrar
gelecek olursak “ayın eksikliğini yüzüne vurma”dan kasıt dünyayı
sömürenlere yöneltilen bir sitemse eğer, bu durum dünyanın mevcut
sistemine sokulacak bir çomakla aynı şeyi ifade eder. Burada önemli
olan çomakla beraber elin, hatta kolun da sistemin dişlilerine
kaptırılabileceğinin farkında ve cesaretinde olmaktır.
“Yoksulu azarlayınca zengini
kınarlar” kısmı ise dünyanın küçük fakat ayrıcalıklı bir zümresi
için işleyen ve yoksullar hariç hemen herkesi memnun eden bu
sistemin çarklarının dur(durul)masının kimlerin işine gelip
gelmeyeceğiyle alakalıdır. O halde yoksulun
azarlanmaması halinde dünyayı sömürenleri kimse kınamayacaktır.
Bununla beraber yoksullar için sürekli sosyal projeler ve yardım
kampanyaları yürütmenin altında yatan neden de ortaya
çıkacaktır.
Necati Bey’in beytini okurken,
dünyanın en zengin bilmem kaç kişisinin fotoğraflarına tekrar
bakıp; o insanların dudaklarında kendi pastamızın kremasını görmek,
hem divan edebiyatı hem de tüm dünya için oldukça trajik.