Doğum tarihi ne olursa olsun, sonu
-izm ile biten yabancı menşeili fikir(!) akımlarına baktığımızda,
insanoğlunun açık ara zararda olduğunu anlamak zor değil. Bunun
içindir ki Cemil Meriç; "İzm'ler idrakimize
giydirilen deli gömlekleri. İtibarları menşe'lerinden geliyor.
Hepsi de Avrupalı.” diyerek bu fikir akımlarının;
kavrama, tasavvur etme, bilme yetisine verdiği zararı, ‘deli
gömleği’ metaforu üzerinden anlatmaya çalışır. Teknolojiden
beslenen benzer minvaldeki akımlar, bu tarihi ve önemli tespite
rağmen, günümüzde hala inandırıcılığını koruyabiliyor.
Transhümanizm de bunlardan sadece biri.
Hümanizm, günümüzde
‘insancıllık’ gibi yanlış bir kavramın yerine kullanılsa da esasen
insanın Yaratıcı, tabiat ve kâinat karşısındaki böbürlenen konumunu
ifade ederken; transhümanizm, insanın doğasını değiştirme ve
kusurlarını(!) giderme amacı güder. Bilim vasıtasıyla
teorik temele oturan; sanayileşme, dijitalleşme, teknoloji gibi
kavramlarla da ete kemiğe bürünen transhümanizm, nereden bakılırsa
bakılsın insan geleceği için tekin bir fikir değil. Fakat tehlikeli
olanın cazibesine kapılan ve rasyonelliği/deneyselliği tecrübe eden
insan, çeşitli teknolojilerle beslenen transhüman’ın soluğunu
şimdiden ensesinde hissetmeye başladı.
Güzelliğin muhafazası gibi masum
bir fikrin modasının geçmesiyle ortaya çıkan; uzun yaşam,
zihni/psikolojik kapasite artışı, bedenin dondurulması, hafızanın
nakli ve kaydedilmesi, nöro implantlar gibi yapaylaşma çabaları
devam ederken, insanın, ‘insan kalma arzusu’ oldukça romantik ve
dramatik.
Kusursuz insan ve mekân üretme
hevesindeki tekno-tekellerin yapay zekâ, yaşamın kolaylaşması ve
toplumsal eşitsizliğin giderilmesi gibi söylemleri, robotik insana
yumuşak geçiş yapmak için akıllıca seçilmiş ifadeler.
Elon
Musk ve Bill Gates gibi temsilcileri olan transhümanizm; acının,
hastalığın, yaşlanmanın ve dinin dolayısı ile ahlakın olmadığı bir
dünyayı, putlaştırdığı bilim ve teknoloji üzerinden cesaretle
vadedebiliyor.
Doğumu ve ölümü kendi elinde
olmayan insan, kuralları belirleyen tek mutlak gücün kendisi
olacağı bir evren için insanın değişim ve dönüşüm geçirmesini bir
zorunluluk görüyor. İnsanı ve mekânı dönüştürerek, en evla yaşam
koşullarının sağlandığı bir dünya inşa edilebileceğine, ikna etmeye
çalışıyor. Hâlbuki iyi bir dünya, insanı vasatlıktan
("Böylece sizi vasat bir ümmet kıldık”/ Bakara,
2/143) uzaklaştırarak ve yarı robota dönüştürerek değil; dini,
insani değerleri muhafaza etmek, emaneti üstlenmek ve mekânı bu
amacın mahfazası haline getirmekle ancak mümkün olabilir.
Bu nedenle huzur, barış ve kardeşlik içinde yaşanabilecek bir
dünyanın sırrı, hepimizin içinde, özünde ve kökünde bilkuvve olarak
bulunmaktadır.
Buna rağmen hakikatten kaçmakta
ısrarcı olan ve şimdilik vahametin farkında olamayan
insan, bugüne kadar hiçbir
türün yap(a)madığını yapıyor; kendi halefini
tasarlıyor. Daha
fenası, zaten zihinsel olarak robota dönüşmüş insanın, bedenen de
robota dönüşmekten endişe etmemesi hatta bu durumu çıkış yolu
olarak görmesi.