-Hay Allahım yaaa!
Sen bu yüzde atmışı aptal ve de cahil
halk için uğraş didin, o yine gitsin bu zübüklere oy
versin!
-Herkes layığını bulur hayatım.
-Yok, anam yok; bu milletten hiç bi’şeycik
olmaz.
-Adam karabasan gibi çöktü ülkenin tepesine ya.
Artık her şey istediği gibi. Sözcü’yü gördün mü? Tayyip için
“Padişahım çok yaşa.” diye yazmış.
- Az bile demiş. Bu gidişle padişah da olur,
halife de.
Seçimin ertesi günü oturduğum bir kafede,
yan masamda yaşanan diyalog aynen böyleydi.
Eksiği var fazlası yok.
Teyzeler dehşetti.
Zaman zaman, kulağımdan başka gözümü de
kabarttım; bu iki yaşlı kadının korkularının sebebini biraz daha
iyi anlayabilmek için.
İkisi de yaşlarına göre gayet bakımlı ve şık
kadınlardı.
Yıpranmamış, ciltleri gayet düzgün, elleri
tertemiz, tırnakları manikürlü, kentli kadınlardı.
“Cumhuriyet kadını”ydılar
yani.
Öyleyse neden kokuyorlardı bu kadar?
Ne tedirgin etmişti onları?
EVET’in temsil ettiği kitle
mi, düşünce mi?
Bir yandan önümdeki yiyeceklerle boğuşurken,
bir yandan da bu soruların cevabını düşündüm.
Dönüp onlarla iletişime geçmemek için de
kendimi zor tuttum; korktum, çekindim.
AK Partiya da diğer
“kasketlilerin” iktidarında nasıl, ne türden bir
baskıya maruz kaldıklarını sormak isterdim.
Kızları üniversitelerde okuyamayan, camilerinin
bombalanma ihtimalinden söz edilen, eşleri resepsiyonlara
alınmayan, İstanbul sermayesine yaklaştırılmayan, defalarca
iktidardan uzaklaştırılan; bütün bunlara rağmen, her defasında bu
topraklarda kalıp, ki başka şansları da yoktu, mücadele eden
kimlerdi acaba?
Korkacak, kaçacak, İzmir’e
karşın Konya’ya Kayseri’ye
yerleşecek birileri var idiyse onlar da bu insanlardı, “göbeğini
kaşıyan bu bidon kafalılar”dı.
Üniversitelere alınmadılar, yurtdışında
okudular.
Başörtülü eşlerinden dolayı eşsiz davet
edildiler, hiçbir davete icabetsizlik etmediler.
Her darbede postalla tekmelendiler, kışlaya
“peygamber ocağı” dediler.
TÜSİAD’a alınmadılar, kendi
derneklerini kurdular.
Okulları, kursları kapatıldı, yerine özel okul
kurdular.
Eeee.
Siz niye, neden korkuyorsunuz ki!
Kapatılan okulunuz, derneğiniz, dışlandığınız
bir sosyal ortam oldu mu hiç bu ülkede?
Giydiği miniden, dekolteden dolayı, dindarların
saldırısına uğrayanınız oldu mu aranızda?
Bakın daha dün, “dincilerin,
köylülerin, çapulcuların Anayasayı değiştirdiği gün”ün
ertesinde ne oldu biliyor musunuz?
Mezun olduğu İstanbul
Üniversitesi’nden diplomasını almaya giden başörtülü bir
genç kız, üç-beş dallamanın saldırısına uğradı.
Kızın başörtüsünü çektiler, itip
kakaladılar.
Bütün bunları yaparken de “Türkiye
laiktir laik kalacak” diye höykürdüler.
Haberini yapmak için ulaştığımız kızın ailesi
“Memleket zaten gergin, gerek yok” diyerek geri çevirdi
bizi.
Ne diyeceğiz şimdi buna.
Teyzeler, amcalar, anneler,
babalar!
Hepimiz bu gök kubbe altındaki, bu güzel ülkede
yaşamaya mecburuz.
Başka vatanımız yok bizim.
Seçimlere gideriz, tercihler yaparız, farklı
düşünürüz, farklı giyiniriz, farklı yaşarız.
Bu bizim zenginliğimiz.
İranda değiliz,
Malezya da değiliz, Küba da
değiliz.
Olamayız da zaten.
İmparatorluk bakiyesi bu topraklardan, statik,
donuk bir toplum çıkmaz, çıkmamalı da.
Zorladığınız, istediğiniz buysa vazgeçin bu
akıldan.
Bu akıllar iyi bir akıllar
değil.
“Türkiye laiktir laik kalacak” sloganını
bu insanların gözüne soka soka, yüz yaşına yaklaşan “laik Türkiye
Cumhuriyeti’nin geldiği nokta ortada; o kadar itelemeye, kakalamaya
rağmen.
Öyleyse bir yerde yanlış yapıyorsunuz,
ama ne!
Onu da siz bulun.