ABD Başkanı Biden’ın geçtiğimiz
hafta “ABD ordusunun Afganistan’ı modern bir
demokrasiye dönüştüremediği açık…” ifadelerini
kullanarak yaptığı açıklama ile birlikte dünya gündemi bir anda
değişiverdi. ABD, 20 yıldır işgal ettiği Afganistan topraklarından
çekildi.
Birçok ülkeyi etkileyen/etkileyecek
olan bu karar, dünya kamuoyunda hararetli bir şekilde tartışılmaya
başlandı. Bunda en büyük pay, Uluslararası ilişkilerin girift bir
hal alması ve tek bir taşın dahi oynatılmasının dünyadaki tüm
dengeleri değiştirebilecek potansiyele sahip olmasıydı. Afganistan
da Asya Kıtası'nın önemli taşlarından biriydi. Bu nedenle ABD’nin
çekilme kararı, dünya kamuoyunda ‘mutlak bir yenilgi’ olarak
görüldü ve pek çok kesimi oldukça memnun etti. Söz konusu karar
fırsat kollayan diğer ülkelerin de ellerini ovuşturmasına neden
oldu.
Bu nedenle Afganistan’ın durumu,
küresel dünya düzenin bir gereği olarak ‘ekonomi bağlamında’
değerlendirildi. Birçok ülkenin kurmayları, konunun ekonomik
boyutunu tartışmak üzere acil kodu ile bir araya geldi. 20 yıllık
trajedinin insani boyutu kimsenin umurunda değildi. Tüm kesimlerin
odaklandığı tek bir nokta vardı; pastadan alınacak pay!
11 Eylül saldırılarından hemen
sonra Başkan Bush, ABD’nin Afganistan’ı neden işgal etmesi
gerektiğine dünyayı ikna etmeye çalışırken; “Taliban’ın
askeri kapasitesini sonlandırmak” ifadelerini
kullanmıştı. Gelinen noktada ABD, bırakın askeri kapasiteyi
sonlandırmayı tüm askeri teçhizatını dahi Afganistan'da bırakarak
ülkeden ayrıldı.
Biden’ın Afganistan’dan çekilme ile
ilgili açıklamasında dikkat çeken ifade ise; “ABD
Ordusunun, Afganistan’ı modern bir demokrasiye
dönüştüremediği…” kısmıydı. Buradan hareketle aslında
sorulması gereken soru şu; ABD’nin modern bir demokrasiye
dönüştürdüğü ülke neresi? Hatta “modern’i” çıkartıp soruyu daha da
kolaylaştırıp, kısaltalım; ABD’nin demokrasi getirdiği ülke
neresi?
***
Bugün kapitalist ülkelerin
ekonomik iştahının adı, dünyanın en sevdiği kavramlar olan;
demokrasi, özgürlük, insan hakları kavramları üzerinden
şekillendiriliyor ve pazarlanıyor. Bu kavramları en etkin
şekilde kullanan ülkelerin başında da şüphesiz ABD geliyor.
ABD’nin, kültürel-ticari-düşünsel ürünleri batı tarafından modern
ve model olarak önümüze konuluyor. Bu ürünler sayesinde üretilen;
‘özgürlükler ülkesi’, ‘süper güç’, ‘yenilmez ülke’ imajları, ilk
defa Vietnam’da yaşanan hezimet sonrasında sarsıldı. Gerçek
sarsıntı ise ABD’nin tüm dünyaya bu saikler üzerinden pazarladığı
“popüler kültür” ve onun ayrılmaz parçası olan ticari ürünlerde
yaşandı. Çünkü bu ürünlerin pazarlanması ve gelir elde edilmesi
“yenilmez ülke” imajının varlığına/devamlılığına sıkı sıkıya
bağlılık gösteriyordu.
Amerikan deyimiyle “Get out of
hand” yani işler yolunda gitmedi ve kontrolden çıktı! İtiraflar
birbiri ardına geldi. Afganistan’da hayatını kaybeden ABD askeri
sayısı 2500 olarak açıklandı. Maddi kayıp olarak ise milyarlarca
dolardan bahsediliyor. Diğer yandan tahmin edilemez derecede yıkıma
uğramış ve onarılamaz bir ülke imajı da var. ABD, baş aktörünün
Afganistan olduğu tarihi ve psikolojik bir yenilginin kurbanı oldu.
Çünkü ABD, savunma bütçesi kadar para ayırdığı Hollywood film ve
sinema endüstrisi ürünlerinde, tek bir askeri için dahi tüm dünyayı
karşısına almaya çekinmeyecek özgüven ve cesarete sahipti. Bu sefer
öyle olmadı. Bu tutarsızlığın elbette sonuçları olacaktı.
ABD senatosunda 2010 yılında
müzakere edilen “Amerikan tarihine dair eğitimin görüşülmesi”
toplantısında bir senatör; “Amerika demokrasisinin gücü
ve dünyadaki mevcudiyetimiz, çocuklarımızın, Milletimizin mazisine
dair güçlü bir kavrayışa sahip olmalarına bağlıdır.”
diyordu. Anlaşılan o ki Vietnam ile derinden sarsılan şimdi ise
Afganistan’da yıkılmaya yüz tutan ABD imajı için ülkedeki tarih
müfredatının da Hollywood ürünlerinin de yeniden güncellenmesi
gerekecek.
Diğer yandan trilyonlarca dolarlık
rezervi ve stratejik/jeopolitik konumundan dolayı, daha uzun
yıllar boyunca Batı’nın Afganistan’a nefes aldırmayacağı
öngörülebilir. Çünkü Batı’nın, imar etmede değil, târumâr
etmede mahir olduğunu biliyoruz. Bizim ise kadim
medeniyetimizin öz suyu gereği; “imha için değil, ihya
için” daha çok çabalamamız gerekecek. Bu nedenle Mustafa
Kutlu’nun; “Sabahı beklemeyiniz dostum, geceden yola
çıkınız.” öğüdünü tekrar tekrar hatırlamakta fayda
var.