Etrafınızda mutlaka vardır; her
hata yaptığınızda sık sık “ben söylemiştim” der o kişiler. Bir anda
ortaya çıkıverir ve genellikle perşembenin gelişinin hemen
öncesinde çarşamba gecesi dillendirirler bu kehanetlerini (!)
Gerçekten de sonucu hissetmiş olabilirler mi, yoksa görünen köyün
kılavuzları mıdır onlar?
Bile isteye hata yaparak ve o
hatalardan ders çıkarmayarak istediğimiz sonuca varamayacağımız ne
kadar kesinse, akıllıca ve mantıklı adımların her zaman doğru
sonuca ulaştırmayacağı da bir o kadar gerçek. “Ben
söylemiştim” diyenleri haklı çıkaran yanımız, yola çıkmayı sonuca
varmaktan daha çok önemsiyor oluşumuz ve aklı kutsamamız. Belki de
bu nedenlerden dolayı hem yarım hem de yarı yolda
kalıyoruz.
İnsanoğlu, yaratılmışlar arasında
oldukça yoğun ve hızla değişen bir gündeme sahip. Dolayısıyla doğru
ya da yanlış yapma ihtimali en fazla olanda, Kur’an-ı Kerimde
“Akletmezler mi?” sorusunun muhatabı da o. Peki, akli melekelere
sahip olmamızın verdiği bir ayrıcalığın olumlu ya da olumsuz
sonuçlarını bir başkasının görüp tespitlerde bulunması ne kadar
anlamlı ve önemli? Milyarlarca insanın uğradığı bir han olan
dünyada, birbirimizin hatalarını görebiliyorsak neden hala aynı
hataları yapıyoruz? Çünkü Yaratıcının emrettiklerini değil
de “Sen doğru bildiğini yap” telkinlerini verenler; “ben
söylemiştim” diyenlerin günümüzdeki en büyük rakibi de
ondan.
Doğru olan şeyin herkesçe farklı
algılanması ve tartışılabilir olması bir yana, sonuç ya da yöntem,
hangisinin önemli olduğu başka bir yana... Doğru parçalardan yanlış
noktaya ya da doğru noktadan yanlış parçalara… Amaç bütüne, oradan
da doğruya varabilmekse elbette yöntem de sonuçta önemlidir.
Hayatı daha mutlu yaşamak için
parçalardan bütüne varmayı ve görebilmeyi amaçlayan yaklaşımlar,
ideal bir yol-yöntem olabilir. Fakat etrafınızda mantar gibi
bitiverecek ve birçok yanlışına şahitlik ettiğiniz insanların
telkinlerine kulak kapamak kolay olacak mı? Sanmıyorum.
Çetrefilli, karmaşık ve zorlu bir
dönemde padişahlık yapan Sultan II. Abdülhamid, kitaplarında
tümevarım yöntemini kullanan ve aynı zamanda ‘Sherlock Holmes’
serisinin yazarı olan Arthur Conan Doyle'ın kitaplarını Türkçeye
çevirtmesindeki hikmetin yalnızca okuma sevdası olmadığı aşikâr.
Aynı anda birçok sahada olma maliyetinin önemli olduğu stratejik
bir dönemde, olayları düşünsel olarak anlamak ve bütüne ulaşarak
doğru hamleler yapmak, yalnızca bu yöntemle açıklanamaz elbette.
Oldukça önem arz eden başka bir nokta da var.
İsviçreli psikiyatr Carl Gustav
Jung, Kızılderili reisi ile sohbet etmeye başladığında Kızılderili
reisi, ona deli olduğunu söyler. Jung nedenini sorduğundaysa
Kızılderili reisi, “Çünkü aklınız ile düşünüyorsunuz” der.
Carl Jung “peki siz ne ile düşünüyorsunuz” diye
sorduğunda, Kızılderili reis kalbini gösterir ve “biz
kalbimizle düşünürüz” der.
İçinde iman cevherini de
barındıran kalbin esas ve asli işi akletmektir. Dolayısıyla “ben
söylemiştim” serzenişine en çok kalbimizin hakkı vardır. Bundan
dolayı denir ki; aklı ile gönlünü yoldaş edenler, yarı yolda
kalmazlar.